Rusya’ya karşı nasıl tavır alınmalı?
1999'dan itibaren Polonya, Çekya ve Macaristan ile başlayan ve sonraki yıllarda Demir Perde üyesi başka ülkelerle de devam eden NATO'nun doğuya doğru genişleme hamlesi, Rusya tarafından "tehdit" olarak algılandı. Özellikle de 2004 yılında Estonya, Letonya ve Litvanya gibi eski Sovyetler Birliği mensubu ülkelerin NATO üyesi olmasıyla gerginlik iyice tırmandı. Tanisyonu düşürmek amacıyla Moskova’ya daha ılımlı yaklaşılmasını savunan eski üyelerin bu tutumu, İttifak’ın yeni üyelerinin büyük tepkisini çekti. Diğer yandan George W. Bush’un başkanlığı döneminde ABD'nin, yine eski Sovyet ülkeleri Ukrayna ve Gürcistan’ı da NATO üyesi yapmak istemesi, bu kez Batı Avrupa ülkelerinin direnişine neden oldu. Yine ABD'nin Rusya’ya karşı Polonya ve Çekya’da kurulacak bir füze savunma sistemine dair planları da İttifak içinde anlaşmazlıklara neden oldu. Barack Obama ise selefinin planlarını büyük ölçüde rafa kaldırarak, gerginliği azalttı. Ukraya krizi ve Kırım sorunu da NATO müttefiklerinin Rusya konusunda ayrı tellerden çaldığının bir başka örneğiydi.
Bush NATO'yu böldü
NATO, "casus foederis" olarak nitelendirilen ve müttefiklerden birine bir saldırı olması durumunda topyekün harekete geçilmesini öngören maddeyi tarihinde sadece bir kez uygulamaya geçirdi. 11 Eylül 2001’de ABD’de meydana gelen terör saldırılarının ardından İttifak üyeleri, Washington yönetimine askerî destek verme zorunluluğu ile karşı karşıya kaldı. Ama bu hiçbir zaman gerçeğe dönüşmedi. Bush’un 11 Eylül karşısındaki tepkisi NATO’yu böldü. El Kaide’yi desteklediği ve kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasıyla ABD yönetimi Irak’ı vurmaya karar verince, İngiltere, İtalya ve İspanya’nın da aralarında bulunduğu ve sınırlı sayıda ülkeden oluşan bir "istekliler koalisyonu" tarafından desteklendi. Almanya, Fransa ve Belçika gibi ülkeler ise savaşı kesin bir dille reddetti. Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, savaş karşıtı ülkeleri "Eski Avrupa" olarak nitelendirdi.
Türk-Yunan anlaşmazlığı
1952'de hem Türkiye hem Yunanistan NATO’ya katıldı. İki ülkenin de hem Sovyetlerin agresif politikalarına hem de öteden beri barut fıçısı görünümünde olan Oratdoğu’daki kargaşalara karşı bir kalkan ve istikrar unsuru olmaları hedefleniyordu. Ankara ve Atina’da geçici olarak askerî dikta rejimlerinin başa geçmesi de İttifak üyeliklerini etkilemedi. Ancak iki müttefik, kendi aralarında sık sık horoz dövüşü yapmaktan geri durmadı. Kimi zaman buna Ege’deki kıta sahanlığı ve hava sahası anlaşmazlığı sebep oldu, kimi zaman da Kıbrıs sorunu. Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a asker çıkarmasının ardından NATO'nun askerî kanadından ayrılan ve daha sonra geri dönen Yunanistan, Türkiye'yi sürekli bir tehdit olarak görmeye devam etti. Bu nedenle de savunma bütçesi, ABD’nin talep ettiği gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 2’lik azamî sınırın sürekli üzerinde oldu. 2010’daki büyük ekonomik krizin ardından ise savunma bütçesi mecburen yüzde 2’ye çekildi.
Fransa çekildi
NATO'nun 1949 yılında temelini atan 12 kurucu ülkesinden biri olan Fransa, ilerleyen yıllarda İttifak’ın amacından saptığını ve giderek ABD’nin oyuncağı olduğunu savundu. 1960’lı yılların başından itibaren NATO ile arasına mesafe koymayan başlayan dönemin Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, 1966'da ise Kuzey Atlantik İttifakı’nın askerî kanadından çekilmeye karar verdi, ancak genel üyeliğini devam ettirdi. İşin ilginç tarafı, o tarihte NATO’nun merkezi Paris’teydi. ABD’nin baskısıyla bir yıl sonra ana karargâh Belçika’nın başkenti Brüksel’e taşındı. 1990’lı yıllarda buzlar yavaş yavaş erimeye başladı ve en nihayetinde Nicolas Sarkozy döneminde Fransa, 2009 yılında askerî kanada yeniden dahil oldu.
Kurucu üyelerden biri diktatörlüktü
Son yıllarda NATO içerisinde, üyelerin demokrasi, hukuk devleti, insan hakları gibi temel değerlerine vurgu yapılıyor. Özellikle Türkiye'ye yönelik eleştiriler bu yönde şekilleniyor. Oysa NATO'nun tarihinde üyelerinin askeri cuntalarla yönetildiği dönemler de oldu. Askeri darbelerle geçmişte demokrasiden sapan ülkeler sadece Türkiye ve Yunanistan değildi. NATO'nun kurucu üyeleri arasında bulunan Portekiz Antonio de Oliveria Salazar yönetiminde 1970'lerin ortalarına kadar bir diktatörlüktü. NATO açısından bu o dönemde fazla sorun teşkil etmiyordu. Zira Portekiz Avrupa'nın güneybatı kanadında stratejik açıdan vazgeçilmez olarak görülüyordu. Salazar'ın komünizm karşıtı tutumu Soğuk Savaş dönemi konjonktürü ile örtüşürken, Almanya Salazar'ı 1953 yılında "Liyakat Büyük Haçı" ile ödüllendirmişti.
© Deutsche Welle Türkçe
Christoph Hasselbach