ABD Başkanı Donald Trump, Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) koronavirüs salgını döneminde yaptığı eleştirilerin ardından maddi yardımları da durdurduğunu açıkladı.
ABD, Dünya Sağlık Örgütü'nün yıllık bütçesinin yüzde 14'ünden fazlasını fonluyor. Yıllık yardımları 400 milyon doların üzerinde.
Donald Trump, salı günü Beyaz Saray'ın bahçesinde düzenlediği basın toplantısında, ABD'nin bu süreçte WHO'yla ilgili bir soruşturma yürüteceğini söyledi, "Bu soruşturma, WHO'nun koronavirüsün yayılmasını gizlemesine ve süreci iyi yönetmemesine yönelik olacak" dedi.
ABD'nin maddi yardımları durdurmasının ardından Dünya Sağlık Örgütü'nün bir numaralı finansörü Bill Gates olabilir.
WHO, bütçesini iki yıllık dönemler halinde belirliyor. Örgütün 2018-2019 bütçesi 5 milyar 623 milyon 603 bin dolardı.
Peki Dünya Sağlık Örgütü'nün yıllık 3 milyar dolara yaklaşan bütçesi nasıl finanse ediliyor?
Gelirin yüzde 14,67'si yani yaklaşık 412 milyon doları, ABD tarafından finanse ediliyor. ABD, örgütün en büyük finansörü durumunda. Ancak Trump'ın kararından sonra bu durum değişebilir.
Her ülkenin WHO'ya kendi nüfusuna, bütçesine ve büyüklüğüne göre belirlenmiş bir katkısı, bir nevi üyelik ücreti var. Bu ücretler, örgütün bütçesinin yaklaşık yüzde 17'sini oluşturuyor.
ABD'nin bu belirlenmiş katkısı yıllık 118 milyon doların üzerinde31 Mart itibarıyla bu katkının 57,9 milyon dolarlık kısmı WHO'ya aktarıldı.
Geriye kalan yaklaşık 300 milyon dolarlık gönüllü katkının nereye harcanacağı ise, finanse edilirken belirlenmiş oluyor.
ABD'nin yaptığı maddi katkıyı ne kadar keseceği henüz resmi olarak bilinmiyor ancak belirlenmiş katkının, yani 118 milyon dolarlık katkının belirlenmesi ya da değiştirilmesi için, Kongre onayı dahil uzun bir yasal süreçten geçirilmesi gerekiyor.
Bu sebeple kesintinin gönüllü katkıdan yapılabileceği belirtiliyor.
WHO'nun ikinci en büyük finansörü ise, Bill ve Melinda Gates Vakfı. Bu vakıf, örgütün bütçesinin yüzde 9,76'sını finanse ediyor. Bu da yıllık yaklaşık 250 milyon dolara denk geliyor. Eğer ABD gönüllü katkının tümünü keserse, Bill ve Melinda Gates Vakfı, WHO'nun en büyük finansörü durumuna gelecek.
Üçüncü sıradaki finansör ise, dünya genelinde aşıların yaygınlaştırılması için çalışan, en büyük finansörü yine Bill ve Melinda Gates Vakfı olan GAVI İttifakı. GAVI'nin bütçeye katkısı da yüzde 8,39.
Ardından yüzde 7,79'la İngiltere geliyor. İngiltere, ABD'den sonra örgüte en fazla katkıyı yapan ülke. İngiltere'nin belirlenmiş katkısı yıllık yaklaşık 22 milyon dolar, bunun dışında kalan yaklaşık 200 milyon dolar ise gönüllü maddi destek.
Almanya ve Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Birimi (UNOCHA), örgütün bütçesine tek tek yüzde 5'in üzerinde katkı yapıyor.
Örgüt bütçesinin yine ayrı ayrı yüzde 3'ünden fazlasını oluşturacak şekilde Dünya Bankası, Uluslararası Rotary Kulübü ve Avrupa Komisyonu finansman sağlıyor.
ABD Başkanı Trump'ın, örgütün ayrıcalık tanıdığını söyleyerek eleştirdiği ülke olan Çin ise, yüzde 0,21'lik katkıyla, finansörler arasında 49. sırada yer alıyor. Çin'in örgüte yıllık katkısı 43 milyon dolar civarında. Bunun yaklaşık 38 milyon doları, ülkenin belirlenmiş katkısı.
Çin, örgütü finanse eden ülkeler açısından Japonya (yüzde 2,73) ve yüzde 1'in üzerinde katkısı olan Kuveyt, Kanada, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Norveç, Güney Kore, Birleşik Arap Emirlikleri'nin ardından geliyor.
Koronavirüs salgınından en kötü etkilenen ülkelerin başında gelen İtalya'nın katkısı yüzde 0,54'ken, Rusya yüzde 0,51 oranında katkıda bulunuyor.
Türkiye'nin finansmandaki payı ise yüzde 0,08, yani yıllık 6,5 milyon doların biraz üzerinde. Bunun 4,5 milyon doları, yıllık belirlenmiş katkı payı.
1948 yılında Birleşmiş Milletler'in bir alt kurumu olarak kurulan Dünya Sağlık Örgütü'nün merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde bulunuyor.
Koronavirüs ve Covid-19 salgınını 11 Mart'ta pandemi ilan eden örgüt, 14 Ocak'ta, yani salgın Çin'de yayıldığı sırada virüsün insandan insana bulaştığına dair bir kanıt olmadığını duyurmuştu.
Şubat ayının sonunda da virüsün yayılmasını engellemek için uçuşların kısıtlanmasına gerek olmadığına dair bir açıklama yaptı.
Uçuşların kısıtlandığı, birçok ülkede sokağa çıkma yasakları ve kısıtlamalarının geldiği Mart ortasında da, maske kullanımının zorunlu olmadığına dair öneriler paylaştı. Ancak sonrasında bu konudaki görüş de değişti ve maskelerin virüsten korunmakta önemli rol oynadığı belirtildi.
Diğer yandan WHO, salgın süresince en önemli adımın olabildiğince çok sayıda test yapmak olduğunu duyurdu. Bu konuda adım atmakta geciken ülkeleri eleştirdi. İngiltere ve ABD dahil birçok ülke, ilk aşamada geniş çaplı test uygulaması yapmasa da, son birkaç haftada uygulamayı hızla yaygınlaştırdı.
WHO oluşturulduktan sadece birkaç yıl sonra, çiçek hastalığının önlenmesi konusunda ciddi bir başarı sağladı. Aşısı olduğu halde hızla yayılan ve 1950'lerde her yıl milyonlarca kişinin ölümüne sebep olan çiçek hastalığı için WHO'nun yaptığı en büyük katkı, diplomasi ve organizasyon alanında oldu.
1959'da Sovyetler Birliği'ni 25 milyon aşı üretmeye ikna eden WHO, bu aşıların dağıtımını yaptı. Aynı dönemde ABD de çiçek aşısının tüm dünyada yaygınlaşması için milyonlarca dolar bağış yaptı. 1960'ların sonunda artık her bir ülke tek tek yapılan aşıların ve ülkedeki vaka sayılarının yer aldığı raporları örgüte ulaştırıyordu. 1979'da WHO, çiçekle mücadelenin başarıyla sonuçlandığını duyurdu.
Ancak sarı humma, çiçek gibi salgınların önlenmesinde uzun vadede bağışıklık geliştirme konusunda başarılı bir rol oynayan örgüt, 1990'larda aniden ortaya çıkan ya da yayılan Aids gibi hastalıklara hızlı müdahalede yetersiz kaldı.
Bu da ne kadar dinamik bir örgüt olduğuyla ilgili soru işaretleri yarattı.
2002'de SARS virüsü Çin'de ilk kez görüldüğünde, Çinli yetkililer Kasım 2002'de yeni bir virüs olduğunu ortaya çıkarsa da, dünyadan bunu bir süre sakladı.
Şubat 2003'te Çin'deki eski bir Dünya Sağlık Örgütü çalışanıyla bağlantılı bir kişinin uyarısı üzerine örgüt, Çinli yetkililerin üzerine giderek bunun resmen ilan edilmesini sağladı. Her ne kadar örgütün ülkeler üzerinde böyle bir yaptırımı olmasa da, Çin'e yönelik ciddi eleştiriler getirdi.
Ardından yaklaşık 26 ülkeye yayılan SARS sebebiyle ölenlerin sayısı 1000'in altında kaldı. WHO, uyguladığı yolculuk kısıtlaması önerileri, takip, izolasyon, bilgi toplama ve ülkelere bu doğrultuda yönlendirmeler yapma politikasıyla salgının önüne geçti.
SARS salgınının önlenmesindeki başarısının ardından örgütün yaptığı açıklamalar ve uyarılar, daha fazla ciddiye alınmaya başladı ve yaptırımı olmasa da daha resmi bir nitelik kazandı.
2009'da ilk kez Meksika'da görülen domuz gribini, 74 ülkeye yayıldığında, henüz 28 bin vaka görüldüğü sırada "pandemi" ilan eden WHO, bazı ülkelerin ve kuruluşların eleştirilerine hedef oldu. Ağustos 2010'da pandeminin sona erdiği duyuruldu, dünya çapında ölü sayısı 18 bin 500'dü. WHO'nun gereksiz yere salgını büyüttüğü eleştirileri, basında da geniş yer buldu. 2008 krizinin ardından "gereksiz yere alarm durumuna geçerek fazla bütçe harcamakla" suçlanan WHO, erken alarm durumuna geçtiği için daha büyük bir felaketi önlediğini savundu.
WHO'nun en büyük başarısızlığı ise 2014'te Batı Afrika'da görülen ebola salgınında oldu. Salgına yanıt vermekte gecikmekle, organizasyon ve uyarılar konusunda etkili hareket edememekle eleştirilen WHO'nun o dönemki yetkilileri, "örgütün sadece danışma birimi olduğunu, vatandaşlarını koruma görevinin ülkelerin kendisinde olduğunu" belirtmişti.
Gine, Liberya ve Sierra Lione'da 11 bin 310 kişinin ölümüne yol açan salgının durdurulması için nihayetinde ABD ve bazı Batı ülkeleri 5 bin kişilik askeri personeli görevlendirdi. Birleşmiş Milletler de salgın için özel ve geçici bir birim oluşturarak ebola kriziyle mücadelede yetkiyi eline aldı.
Örgütün liderliğine Temmuz 2017'de, birçok Afrika ve Çin dahil Asya ülkesinin desteklediği aday olan Tedros Adhanom Ghebreyesus seçildi. Etiyopyalı bir politikacı olan Tedros, daha önce ülkesinde sağlık bakanlığı ve dış işleri bakanlığı görevlerini yürütmüştü.
Tedros, koronavirüs salgınının başından bu yana, virüsü bir süre dünyadan gizlemekle suçlanan Çin'e yumuşak davranmakla eleştiriliyor.