T24 - Dünyanın en uzun yaşayan adamı Zaro Ağa, 29 Haziran 1934'te öldü. 157 yıllık ömründe 11 kez evlendi, 36 çocuk sahibi oldu, kendisi hayattayken 35 çocuğunu toprağa verdi. Tabii bu süreç içinde birçok tarihi olaya da tanıklık ederken; bir imparatorluk, 10 padişah, 28 veziriazam, bir cumhuriyet, iki reisicumhur ve beş başbakan gördü. Radikal gazetesinden Mete Sohtağlu'nun kalme aldığı Zaro Ağa'nın ilginç hikâsyesi şöyle: Eyüp Sultan Camii arkasından, Kaşgari dergâhına çıkarken Meşhur Piyer Loti Kahvesi’nin sola doğru kıvrılan dik yokuşundaki kabristanda, başlığı Osmanlı dönemine ait Hamidi fesli bir mezar taşı bulunur. Eyüp Kabristanı’nın girişinde bulunan mezartaşında ‘Az yaşa, çok yaşa, akıbet er geç gelir başa...’ yazar. Üzerinde ‘Bitlisli Şemsi Ağa Oğlu 157 Yaşında Ölen Zaro Ağa’nın Ruhuna Fatiha-1934’ yazan bu taş, bir imparatorluk, 10 padişah, 28 veziriazam, bir cumhuriyet, iki reisicumhur, beş başbakan, birçok savaş ve 10 evlilik gören ‘uzun hayat’ timsali Zaro Ağa’ya aittir. Tophane Camii’nde amelelik Bitlisli bir Kürt olan Şemsi Ağa’nın oğlu Zaro, Hicri 1191, miladi 1777 yılında Bitlis’in Mutki ilçesine bağlı (Merment) Meydan Köyü’nde fani dünyaya gözlerini açtığında Osmanlı tahtında I. Abdülhamit oturmaktadır. 18 yaşına kadar köyünde yaşar, sonra İstanbul Tophane’ye yerleşir. Padişah 3. Selim hükümdarlığında Selimiye Kışlası inşaatında çalışır. Sultan Abdülmecid’in yaptırdığı Tophane Camii inşaatında amelelik yapar. Kazandığı parayla Bitlis’e döner, evlenir, daha çok kazanmak için yine İstanbul’a gelir. 11 kez evlenir Zaro Ağa. 96 yaşına kadar 36 çocuk sahibi olur. O hayattayken, bir tanesi hariç hepsi ölür. Zaro Ağa öldüğünde en küçük kızı 60 yaşlarındadır. Ömrünün son günlerine kadar zinde bir vücuda sahip olduğunu, 130’larındayken artık 90 yaşında olan ve hareket etmekte zorlanan oğluna baktığını Mevlüt Çelebi imzalı ‘Dünyanın En Uzun Yaşayan Adamı: Zaro Ağa (1777-1934)’ adlı kitaptan öğreniyoruz. Torunlarının sayısını bilmeyen Zaro Ağa, 29 torun torunu görür. Yeniçerilikten modelliğe Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra gümrüklerde hamallık yapan Zaro Ağa, bu işte kendisini kısa sürede göstererek kahyalık vazifesiyle Kürt hamallara 20 yıl süreyle ağabeylik edip iskelelerden pay alır. O dönem Ermeni ve Kürt hamallar arasında paylaşım savaşları vardır. Zaro Ağa’nın Kürt hamallar arasındaki sosyal ağırlığı giderek artar. Öyle ki iş göremez olduğu dönemde bile itibar gösterilir. İstanbul Belediye Reisi Op. Dr. Emin Bey zamanında ‘Belediye serhademesi’ unvanı verilerek 50 lira maaş bağlanır. 1798’de Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki orduda, Napolyon ordularına karşı savaşan Zaro Ağa irikıyım olduğu için, saray görevlilerinin dikkatini çekip askerliğini sarayda yapar. 1826’da yeniçeri ocağının kaldırılışı sırasında Ayasofya’nın altındaki zindanlarda gizlenerek ölümden kurtulur. Mensubu olduğu Mutkili Şerif Mirza Aşireti’yle 1828’deki Rus-Osmanlı savaşına katılıp bacağından yaralanınca memleketine döner. 1830’ların ikinci yarısında İstanbul’a geri gelir. 1853’te inşa edilen Ortaköy Camii’nin inşaatında çalıştığından bahseder ki, bu dönemde 80’li yaşlarını sürmektedir. İlk kadın ressamlarımızdan Mihri Müşfik Hanım’ın Sanayi-i Nefise Mektebi’nde hocalık yaptığı dönemde kız öğrencilerin resim dersinde erkek modellerle çalışması yasaktır. Müşfik Hanım birçok kez yetkililerin kapısını aşındırıp izni koparır. Ama Maarif Nazırı Şükrü Bey’in bir şartı vardır. Modellik yapacak erkek yaşlı, kız öğrencilerin ruhuna ve hislerine hitap etmeyecek fiziki özelliklere sahip biri olmalıdır. O günlerde bir asrı çoktan devirmiş, ağzında diş kalmamış Zaro Ağa’dan uygun biri yoktur bu iş için. Ama Zaro Ağa iki-üç gün sonra derslere gelmez, mektebe bir daha uğramaz olur. Okula gitmeyişini yıllar sonra, “Kızlar hep bana bakıyor, gözlerini benden ayırmıyorlar. Üstelik bir çubuk (kurşun kalem) alıyor, onu uzatıyorlar” diye açıklar ve ekler: “Aha biyle biyle göz kırpiylar. Sonra başımı, yanağımi okşiylar. Buraya bah, beri bah dirler. Hangisine bahayım bilmirem, hepsi de huriler gibi, bir-iki dene olsa neyse. Emme ben bu kadar kızı nideyim, aha da gelmem vallah!..” 1929’daki Büyük Buhran, Türkiye’yi de vurmaktadır. Yerli malı kullanımı tavsiye eden ve tasarrufu özendirirken yeni ekonomi politikasının halka benimsetilmesi görevi üstlenen Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti bir reklam kampanyası organize eder. O dönemin en önemli ticari mallarından biri olan fındıkla başlayan kampanyanın yıldızıysa Zaro Ağa’dır. Ön yüzünde iki güzel yabancı kızla samimi pozlar veren Zaro Ağa’nın resmi bulunan kartpostallarda ‘Kim Zaro Ağa gibi Türk üzümü ve fındığı yerse, zeytinyağı ve İzmir inciri ile sindirim sistemini harekete geçirirse ve Türk tütünü içerse onun gibi o yaşlarda bile sağlıklı olur’ yazmaktadır. Amerika çıkarması Hamallık, modellik, reklam yıldızlığı derken, Tophane’de bir harabede 10’uncu eşi Kudret hanımla oturan Zaro Ağa’nın ününden yararlanmak isteyen tüccarlar vakit kaybetmeden harekete geçer. 1925 yılında onu gemiyle önce İzmir’e, oradan da İtalya’ya götürürler. Avrupa’daki ısınma turlarından sonra 1930’da dokuz ay süren Amerika macerası başlar. O artık Amerikan gazetelerinin baş köşesindedir. Amerika’da binlerce kişi tarafından ziyaret edilir, sözleri büyük panolar halinde duvarlara asılır, New York’un en yüksek binasına çıkarılıp Amerika’nın refah ve mutluluğu için dua ettirilir, birbirinden güzel kızlar kucağına oturtulup resimleri çekilir, söyleşilerinde dünyanın en yaşlı adamının dinçliğinin ve biraz da çapkınlığının altı çizilir. Onunla hatıra fotoğrafı çektirmenin bedeli 10 dolar, tokalaşıp öpmekse 15 dolardır. Burada bir de kaza geçirir. Hafızasında kalıcı hasar olsa da vücudu hâlâ sapasağlamdır. Geçirdiği kaza ve yorucu seyahatten sonra zaten oradaki ‘ticari’ görevi de biten Zaro Ağa kendisine vaat edilen hiçbir şeyi alamadan 1931’de İngiltere’ye götürülür. Elinde avcunda beş kuruş olmadan memlekete döner. Geldiğinde öğrenir ki eşi Kudret hanım da vefat etmiştir. Yalnız kalan Ağa inzivaya çekilir. Bu sırada rahatsızlanarak Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılır. 157 yıllık ömrün sonu gelip çatmıştır artık. Sırrı bulgur ve yoğurt Zaro Ağa ölümünden önceki üç gün şuurunu tamamen kaybeder. Doktoruna göre son sözleri “Vakit geldi” olur. 29 Haziran 1934’teki ölümünün ardından otopsi yapılır. Sonuçlara göre ölüm nedeni böbrek yetmezliğidir. Uzun yaşamın sırlarını keşfetmek için beyni, ciğeri ve kalbi Amerika’da incelemeye götürülür. İncelendikten sonra bir sıvı içinde kavanozda muhafaza edilip Sultanahmet Sağlık Müzesi’ne götürülen beyni, uzun yıllar sergilendikten sonra kaybolur. Nasıl bu kadar uzun yaşayabildiği araştırmalara konu olan Zaro Ağa’nın sırrı olarak çok sevdiği bulgur ve yoğurt gösterilir. Hayatının birçok gününde karnını sadece ekmekle doyurmak zorunda kaldığı da bilinen bir gerçektir. Şaşırtıcı olan bir diğer noktaysa Zaro Ağa’nın tüm yaşamı boyunca hatta son günlerine kadar tütünden hiç vazgeçmemesidir. ‘Aldığım kadınlar çabuk ölüyor’ Rohat Alakom’un ‘Eski İstanbul Kürtleri’ adlı kitabında Zaro Ağa’nın birçok evlilik yaptığı vurgulanırken, unutamadığı döneminin ‘90 yaşından sonraki gençlik yılları’ olduğu da anlatılır. “Niye bu kadar çok evleniyorsun?” diye soranlara “Ne yapalım, aldığım kadınlar çabuk ihtiyarlayıp ölüyorlar, dayanamıyorlar” diye cevap verir.