Dünyanın rengine kanmadan gitti: Neşet Ertaş 4 yıldır yok...

Dünyanın rengine kanmadan gitti: Neşet Ertaş 4 yıldır yok...

"Cahildim dünyanın rengine kandım, hayale aldandım boşuna yandım..."

Anadolu ozanlığı, diğer adıyla abdallık geleneğinin günümüzdeki temsilcisi, türkülerin ustası Neşet Ertaş, 74 yaşında kansere yenik düşerek dünyadan göç edeli 4 yıl oldu. Yaşar Kemal'in 'Bozkırın Tezenesi' olarak tanımladığı, Kırşehirli Abdalların 'Toplumun örnek alınmaya layık en gözde kişisi' olarak kabul ettikleri sanatçı, mütevazılığın ön planda olduğu bir hayat sürdü. Konserine gelen izleyicileri  "Ayaklarınızın turabı, gönüllerinizin hızmatçısıyım" diye selamlayacak kadar dünyanın rengine kanmayan biriydi Neşet Ertaş.

İlk aşkını 2-3 yaşlarında evcilik oynadığı kızda yaşadığını söyleyen Kırşehirli Ertaş, "Abdal oldukları için gittiği çoğu yerde aşağılandıklarını ve zorluk yaşadıklarını" şu sözlerle anlatıyordu:

"Gittiğim her yerde âşık oldum. Babam da böyleydi, ikimiz de âşıktık. Göze yasak yoktu, görüp sevdalanırdık. Anam ölünce babam beş öksüzünü yükleyip bir hayvanın sırtına, köy köy gezerek bize ana aramıştı. Kimse bize kızını, dul gelinini vermedi. İnsan insan olsaydı belki kardeşim üç aylıkken bakımsızlıktan ölmeyecekti. Bir atasözü haline gelmiş, 'Kızı kendine bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya' diye. Bu ne demek? Bizi bahane ederek, aşağılayarak, kızlarının gönlüne gem vurarak, kendi istedikleri yere veriyorlardı."

Onca ayrılığa ve düşmanlığa rağmen ümidini hiç kaybetmeyen Ertaş "Bütün dünya eninde sonunda birleşecek" diyordu. Halktandı, bunun için kabul etmemişti 'devlet sanatçısı unvanı'nı. Hayatında bir kez bile oy kullanmamıştı. Oy verince insan ayrımı yapacağına inanıyordu. Kendisine gelen siyasetle ilgili teklifleri "Beni Cumhurbaşkanı seçseler bile kabul etmem" diyerek reddetmişti.

Saz ustası Muharrem Ertaş ve Döne Hanım'ın oğlu olan Neşet Ertaş, 1938'de Kırşehir'de dünyaya geldi. Çocukluğu Yerköy'de düğünlerde köçeklik edip saz çalarak geçti.

İlkokula gittiği yıllarda önce keman, sonra da bağlama çalmayı öğrendi. Babası  ile birlikte yörenin düğünlerinde sazı ile çalıp sesi ile türküler söylemeye başladı.

Ertaş, etkilendiği tek kişinin babası Muharrem Ertaş olduğunu söyler, "Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız" derdi.

1950'li yılların sonunda İstanbul'a gelen Ertaş, 'Neden Garip Garip Ötersin Bülbül' adlı ilk plağını ile babasına ait bir türküyle çıkardı.