Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, 'ucuz ve güvencesiz emeğin' kritik kesişme noktası Türkiye'deki göçmenleri konu edindiği “Sekizinci Kıta” kitabını Murat Sabuncu'ya anlattı. Akdeniz, "Türkiye artık göçmen ucuz emeğinde AB'nin Çin'i, Bangladeş'i oldu" diye konuştu.
EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, "Sekizinci Kıta - Göçmen Emeğinin Küresel Devinimi" kitabında göçmen işçiler meselesini anlattı. Türkiye'de göçmen işçilerin ucuz emeklerinin şirketler için kurtarıcı olduğunu söyleyerek, "Bir örnek Türkiye Tekstil İhracatçıları Birliği'nin açıklaması; "Krizden çok etkilendik, bizi kurtaran Suriyeliler oldu" dediler. "Suriye'den önce biz Bangladeş'ten 500 bin işçi sipariş ettik. Ama Suriye savaşı çıkıp böyle bir göç gelince bu projeyi durdurduk" dediler. Türkiye artık Avrupa Birliği'nin Çin'i, Bangladeş'i oldu. AB ülkelerinin hemen burnunun dibinde bu ucuz emeği çalıştırabilecek bir potansiyel oluşturulmuş oldu" dedi.
Türkiye'de çokça tartışma yaratan konulardan biri olan "Gençler iş beğenmiyor" ifadeleri hakkındaki yorumunu dile getiren Akdeniz, bunun insanca bir ücret ve güvenceli bir iş beklentisinden kaynaklandığını belirtti.
Akdeniz "Gençlerimiz doğal olarak güvencesi olan, sigortalı, insanca yaşayacağı bir ücret istiyor. Şimdi göçmenlerin girmesiyle beraber yarı fiyatına çalışan ve sigorta zaten hiç olmayınca o zaman sen de aynı koşullarda çalış diyorlar. Mesele iş beğenmeme meselesi değil, güvenceli, insanca yaşayabileceği bir iş tercihi. Patronlar bunu istemiyor. Çalışma yaşı Suriyelilerde 6'ya inmiş durumda. İki yıl işi öğrensinler, sonra eve haftalık getirsinler diyor göçmen aileler. Bu çocuklar, inanılmaz bir sömürü ağı varken neden yerli işçi alsın ki patronlar. Ona rağmen istiyorlar, dil sorunu var, gelecek sorunu var. Türkiye'de 20 milyon çalışanın sadece 2 milyonu sendikalı. Böyle olunca göçmen emeğini böyle çok zalimane sömürmek mümkün hale geliyor" dedi.
Türkiye'deki göçmen işçilerin koşullarını aktaran Akdeniz, bir işçi evi üzerinden örnek vererek şunları anlattı:
"Pakistanlı işçilerin evine gittim. Kışın girdik içeride soba yok. Bir tane elektrikli ısıtıcı var, para gider diye çalıştırmıyorlar. Bütün işçiler akşam gelmiş evde battaniyenin altında aileleriyle görüşüyorlar. Tek sosyal hayatları o. Çatı akıyor. Banyo ile mutfak bir arada. Çocuk var içlerinde, çocuk işçiler var. Bunlar çocuk yani. 13 gün yol gelerek, 3 araba değiştirerek Türkiye'ye geliyorlar. Bunun için 7 bin lira veriyorlar bunun için ve ilk 7 ayları bunları ödemekle geçiyor. Pasaportlarına şebekeler el koymuşlar. Onlar olmadan hiçbir şey yapamazlar. Çok vahim bir olay olmuştu, Pakistanlı bir gencin birini taciz ettiği iddiasıyla gözaltına alınmıştı ve galeyan olmuştu. 4 hafta sokağa çıkamadılar suçsuz oldukları halde. Sonra taşınmak zorunda kaldılar. Bunla insan. Ne ev, ne iş koşulları insani. Toplum olarak nasıl yaşadıklarını görmemiz lazım."
EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, "Sekizinci Kıta - Göçmen Emeğinin Küresel Devinimi" kitabının geçmişinde çocukken yaşadıklarının olduğunu söyledi:
"Babam inşaat işçisi olarak Körfez ülkelerine gidiyordu. İyi bir inşaat ustasıydı. Gitti ve 9 yıl sürdü bu gurbet. Göçmen işçilik iki ucu keskin bıçak gibidir. İki tarafı da kanatır. Bacağını kırmıştı iskeleden düşüp, bize söylememişti. Babamın üç yıllık emeğini gasp etmişlerdi. Göçmen işçilere yönelik sevgim ve onlara bu eziyetleri edenlere öfkem de bu küçüklük günlerimden diyebilirim."
"272 milyon göçmen nüfus ile bir kıta oluşabilir. 16. İstanbul Bienali'ndeki o metaforu kullandım. Atık adacıklarından oluşan bir yedinci kıta varsa, yeryüzünde 164 milyonluk işçi kitlesi olarak göçmenler bir kıtayı oluşturuyorlar. Sekizinci kıta bu aslında. Türkiye'den 10 göçmeni anlamaya çalışarak bu kitabı oluşturdum ama bu aslında dünya geneline de bir projeksiyon çalışmasıydı. Enteresan veriyle karşılaştım. Havale oranlarına baktığım zaman, dünyada 1 milyar kişiyi etkileyen bir para havale ağı var. Dolayısıyla nüfus çok daha kalabalık. Küresel emperyalizm kendini çok kurumsallaştırdı göçmen emeğinin sömürülmesi açısından. Hem ucuz ve güvensiz bir iş gücü kullanarak azami kar elde ediyorlar. Öte yandan kendi ülkelerindeki yerli işçilerini baskılıyorlar. Hem yerli ve göçmen işçiler arasında bir rekabet ortamı yaratılıyor, hem de göçmen işçilerin içinde de rekabet ve düşmanlık artırıcı argümanlar kullanılıyor."
"Dünya mültecileri konuşuyor aslında. Göçmenleri ve göçmen işçileri az konuşuyor dünya. Orada şunu görüyoruz, ekonomik olarak en gelişmiş ülkeler dünya üzerindeki mültecilerin yüzde 2'sini alırken, aynı ülkeler 60'larda göçmen işçi alarak kalkınma sağlıyorlar. Gelişmiş kapitalist ülkeler artık maliyet olarak görülüyor, ülkelerinde istenmiyor. Bunun yerine göçmen işçiler daha avantajlı görünüyor. Avrupa diyor ki: Biz göçmen adacıkları oluşturduk, Türkiye ve Libya'da. Tüm dert, mülteciler benim ülkeme gelmesin, ama göçmen işçileri kendilerine götürmek gayretindeler. Burada açıkça bir çifte standart var."
"90'larda İran-Irak savaşı ve Sovyetlerin dağılmasıyla oluşan bir göç dalgası var. Suriye savaşı 10. yılına girdi şu an. Bu savaşın bize bakiyesi, 4 milyon Suriyeli mülteci oldu. Bunun Türkiye burjuvazisine katkısı kayıt dışından inanılmaz değerler elde etmek oldu. 2008, 2014 ve şu anki krizlerde özellikle tarım, tekstil, ayakkabı, inşaat kollarında patronları krizden kurtaran can simitleri oldu. Çünkü sigorta maliyeti, sosyal güvenlikleri yok. Yarı fiyatına çalışan insanlar bunlar. Göç Türkiye'de kalsın da nasıl sömürülüyorsa sömürülsün diye göz yumdu Birleşmiş Milletler de. Son dönemde yeni bir göç dalgası var. Özellikle Afganistan. Yoğun bir şekilde göç geliyor. Medyada hep şöyle konuşuyoruz. Acaba göç geliyor mu, getiriliyor mu? Doğrusu ben bütün çalışmalarda şunu görüyorum. Afganistan'dan İstanbul'a uzanan bir göçmen kaçakçılığı ağı var, uluslararası bu ağ. En az 60-70 bin Afgan çoban var şu an Türkiye'de. Bunların hemen hemen hepsi kayıt dışı çalıştırılıyor."
"10 ülkeye eğildim, onları 18 ay izledim. Çalışmaya başladığımda pandemi daha yoktu. Van'da batık bir teknede en az 61 göçmen hayatını kaybetmemişti daha. Pazarkule'de yığılmalar olmamıştı hala. Bunlardan önce de yaşam koşulları inanılmaz ağırdı. Mesela Gürcistan'dan konuştuğum işçi, korkunç şeyler anlatmıştı. Mesela Gürcistan'dan her sene 40 bin işçi Rize'ye gelip sendikasız sigortasız çay topluyor. En iyi işçiler de onlar. Bu sene sınır kapısında kaldılar. Açlığa terk edildiler. Peki çay üreticileri kime yaptıracak bunu? En sonunda özel istihdam büroları kanalıyla, yasal olmadığı halde işçi toplamaya başladılar Türkiye'de. Senegallileri topladılar. İnternetten topladılar, uydurma bir eğitimle çay toplayıcı hale getirdiler."
"Sahada gördüğüm olay şu; Türkiye'nin sevilmeyeni ve ötekisi Suriyeliler. 10 yıl geçmiş, siz bu insanlara mülteci statüsü vermemişsiniz, vatandaşlık vermemişsiniz, geri dönüş koşulları belirsiz. Bunun sorumlusu devletlerin uygulamaları. Suriyelilerden sonra da 1-1 buçuk milyon insan geldi çeşitli ülkelerden. Bu insanlar Suriyelilerin yaşadığı baskıyı görüyorlar. Başka biri ötekileştirilmeli ki, ben ötekileştirilen olmayayım diye düşünüyorlar. Bu da ortak bir ötekileştirilen durumu yaratıyor. Suriyeliler herkesin ötekisi olmuş durumda."