Duyulara hitap eden bir sergi

Duyulara hitap eden bir sergi

Ressam İsmail Acar’ın 5 Duyu 5 Olgu adını verdiği sergisi, Sultanahmet’te bulunan Türk İslam Eserleri Müzesi’nde sanatseverlerle buluşuyor.

Evrenin-insanın yaratılışı, mahşer, aşk, güç ve korku temalarının işlendiği sergide, sanatçının tablo ve heykel çalışmalarının yanısıra Selçuklu Dönemi’ne ait bazı eserler de bulunuyor.

18 eylüle kadar gezilebilecek serginin en önemli özelliği ise eserlerin bir kısmının görme engellilere de hitap etmesi.

Sergideki kabartma tabloları dokunma duyusuyla algılanabilen Acar; son sergisini, sanat anlayışını ve Doğu-Batı ikileminde nerede konumlandığını Taraf gazetesi'nden Meryem Özel'e anlattı.

Yaratılış, mahşer, aşk, güç ve korku... Niye özellikle bu temaları seçtiniz?

Ben daha önce beş duyuya hitap eden bir sergi yapmıştım, görme engellilerin de görebileceği bir sergi olarak. Duyuluyor, dokunuluyor, koklanıyor; beş duyunun birarada kullanıldığı bir sergiydi bu. Türk İslam Eserleri Müzesi ile yan yana geldiğimiz zaman “Bu beş duyuya karşı beş olguyu oluşturalım” dediler ve yaptık. Aslında bu beş olgunun temelini Sevgi Kutluay ile Ali Serkander oturttu. Beş olguyu da onlardan aldığım ve müzik koleksiyonundan seçtikleri eserlerden yola çıkarak oluşturdum.

Görme engelliler için yaptığınız öteki projelerden bahseder misiniz biraz?

İlkini İstanbul Bienali’nde yapmıştık. Beyaz Oda, Kırmızı Oda diye. Görme engellilerin ziyaret edebileceği bir sergiydi. Ondan sonra aslında her sergide görme engelliler için birkaç eser koymaya başladım. Şimdi bu sergide biraz daha öne çıktı bu tavır. Sergiyi tahminen 1000 kadar görme engelli görebilecek. Belki bu, bizim şahsî gayretlerimizle 8-10 bini bulabilir; özel otobüsler tutarak o insanları getirerek... Tabii bu, bütünün içinde çok küçük bir olgu. Batı’da olan şeyler Türkiye’de yeni yeni başladı. Birazcık farkındalığı artırmak aslında. Çünkü o daha büyük bir eylem. 100 bine yakın insan gezecek bu sergiyi belki.

Sanat anlayışınıza gelirsek...

Gerçekçiliği çok kullanıyorum resimlerimde, özellikle figüratif resimlerde. Ama bunu çok kesin şekillerde açıklamak zor. Yani “Ben kübist, ben realist çalışıyorum” diyemiyorum çok fazla, ama belki de Doğu gerçekçiliği demek lazım buna.

Batı realizmi bambaşka. Tamamıyla gerçeklikten oluşuyor. Doğu realizmi içsel bir gerçekliği de taşıyor. Yani Doğu’da insanlar mutluluğu biraz içsel, kalple de arıyorlar. Batı’da mutluluk ya da gerçeklik akılla aranıyor. Böyle bir tabir yok aslında, bu benim keşfim diyeyim daha doğru algılansın.

Postmodern dönemde bu denli kesin ayrımlar var mı? Doğu resmi, Batı resmi gibi?

Postmodernizim çok genel bir tanım. Artık Doğu da yaşıyor aynı süreçleri. Ama Doğu ile Batı arasında büyük ayrımlar var. Doğu’nun rengi mesela kırmızıdır, Batı’da maviyle başlar nedense.

Peki siz bu iki farklı medeniyet ve dünya görüşü arasında kendinizi, eserlerinizi bir köprü olarak görüyor musunuz?

Aslında yaşamla bir köprü kurmaya çalışıyorum birey olarak. Mutluluk kavramı nedir? Estetik, sanat kavramı nedir? Bunları sorguluyorum. Ayasofya bir Bizans formu ve yanındaki Osmanlı formu. O formu yaşatan Osmanlı. Bizans ortaya koysa da koruyamamış. Bu sorgular içinde, bir kimlik arayışı içine giriyorum. Dolayısıyla Bizans’ı, Antik dönemi ya da 10 bin yıllık yerleşik Anadolu’yu bu kadar çok sahiplenip, Batı’nın pozitif bakış açısına da bu kadar şapka çıkarabiliyorsanız o zaman siz kendinizi tam köprü değil, bu bileşkelerin ortasında buluyorsunuz.

Türkiye’deki çağdaş sanat ortamı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de çok büyük bir gençlik geliyor. Bunun temelleri de aslında ben resim yapmaya başladığım dönemlerde atıldı. Özellikle bu insanların getirdiği bakış açısı bir milat oldu. Bugün o kadar çok insan var ki bu işle uğraşan ve bunlar dünyanın her yerinde rekabet edebilecek durumdalar. Bu gençlerin dinamizmi beni heyecanlandırıyor aslında.

Gençlik daha gerçek patlamayı yaratamadı, çünkü bir önceki nesil tarafından önleri kesilmiş durumda; galeriler, koleksiyonerler boyutunda.