Gazeteci Ece Temelkuran, bir yıl aradan sonra yeni bir kitap yazdı. Son bir yılını geçirdiği Tunus'ta kitap yazan Temelkuran, 'Düğümlere Üfleyen Kadınlar' adını verdiği kitabında, hayatı ‘yapan’ kadınların, ‘büyücü’ kadınların öyküsünü anlatıyor.
Piyasaya yeni çıkan kitabının ardından, Milliyet Gazetesi'nden Asu Maro'ya röportaj veren Temelkuran, entelektüel kadınlara yüklenen hep ciddi görünme misyonundan şikayetçi. Temelkuran: “Evet, ben politik bir insanım ve evet kendimi güzel bir kadın olarak görmeyi de seviyorum” dedi.
Temelkuran'ın son bir yılını ve kitabını anlattığı röportajı şöyle:
Tunus maceran nasıl başladı?
İki sene önce ekimde bu kitabı yazmak için gittim Tunus’a. Kitap yazmak için bir yer seçmek gerekiyordu.
Neden orayı seçtin?
2006’da Milliyet için Beyrut’a gittiğimde aklımda kaldı orası. Sonra hep gittim, geldim. Arada Oxford’a gittim ve ne kadar sıkıldığımı fark ettim Batı’da. Orada galiba herkes o kadar deli ki kendimi normal hissediyorum. Her şey sürekli ayakta, heyecanlı, hareketli, sakinleştiriyor beni o. Kitapta var ya, insanın içinde belki bir Foucault sarkacı var ve dünyanın belli bir yerinde belli bir açıda durunca o sarkaç kaburgalarına çarpmıyor. Ama bu ara “Yeter artık, biraz Batı’ya gideyim” diye bir hissim var.
Bu roman senin yaptığın bir yolculuktan mı çıktı?
Kitabın en başında Emily Dickinson’dan bir cümle var; “Hakikati anlat ama bükerek anlat”. Yazdıklarımın hepsi gerçek değil ama hepsi hakiki. Ama bu yolculuk benim içimde o kadar gerçek ki, o kadar olur. Delirmek üzere olduğum, çok yalnız hissettiğim bir dönemdi, bir yıl oturup “Nerede hata yaptım?” düşündüm. Şimdi iyiyim ama.
Buldun mu?
Buldum tabii ama söylemeyeceğim çünkü kendimi bu gözü dönmüş, kana susamış kalabalığa yargılattıracak değilim. Adil bir yargıç olduğunu düşünsem yargılattırırdım ama o benim vicdanım ve hepsinden daha adil olduğuna eminim artık.
Kadınlar romanındaki kadar birbirine iyi geliyor mu sence?
En büyük kötülükleri kadınlardan görmüş bir kişi olarak söyleyeyim, evet. Bu yıl bana bu hayat, benim yine de kadınlara güvenmem gerektiğini öğretti. Keşke erkek olsaydım ve beni de kadınlar sevseydi
Kuran’a göndermeler var romanda...
Ben bu kitabı yazmadan önceki bir yıl Kuran-ı Kerim çalıştım. Bu kadar kadim bir metne Türkiye edebiyatında niye doğru dürüst atıf yapılmıyor? Ya korkudan, ya da yok sayıldığı için. İncil, Batı edebiyatının temel referans metinlerinden bir tanesidir, niye Kuran-ı Kerim öyle değil? Milyarlarca insanın okuduğu kadim bir metin bize bir şey diyor olmalı hâlâ. Nasıl görmezden gelecek kadar kibirli olabiliriz?
Erkekler sevilmek için bir şey yapmazken kadınların uğraşması gerektiğini söylüyorsun romanda...
Erkekler kadınlar var olduğu için o kadar şanslılar ki, sonsuz şımartıyoruz onları. Keşke ben de erkek olsaydım ve beni de kadınlar sevseydi. Ne kadar kolay bir hayat. Tek yapman gereken, Madam Lilla söylüyor, hayret ve hürmet etmek. Gerisini kadınlar hallediyor zaten. Bütün hayatı yapıyorlar. Bir erkek hayatını kolaylaştırdı mı Asu, sorarım sana...
Peki sen hiç hayret ve hürmet edecek biriyle karşılaştın mı?
Birden fazla kez. Şanssız şeyler de yaşadım, şanslı şeyler de... Mühim olan şunu anlamak: Bu benim hikayem. Yalnız kadınların mutsuz olması gerektiğine dair saçma bir inanışı bize empoze ettiler. Çok güçlüyüz ama hayatın tadını çıkarmaya gelince bunu yapamayacakmışız gibi bir batıl itikat sahibiyiz. Yok böyle bir şey. Yalnızlık çok güzel.
Yalnız mısın sen şu anda?
Değilim. Tek başına değilim, öyle söyleyeyim. Yalnızlık baki. Evli kadınların yalnız bir kadından daha az yalnız olduğunu düşünmüyorum ben.
Senin Tunus’a gidişini bir aşk hikayesine bağlayanlar da var...
Hayır, değil.
Yok muydu orada sevgilin?
Vardı, çok da klas bir beyefendiydi ama bunla ilgisi yok, ben zaten gitmiştim. Tabii sevgilim olacak; ben eli yüzü düzgün, kafası çalışan, neşeli bir kadınım.
Peki senin bu sık sık bir yerlere gidişinle ilişkiler nasıl yürüyor?
Bu adamlar beni iyi içli köfte yaptığım için sevmiyorlar zaten. Baştan belli benim ne olduğum. Ama kal diyen olmadığı için gidiyor da olabilirim. Leo Buscaglia gibi olacak ama son bir yılda şunu anladım: Ne bu kariyer, ne kitaplar,önemli olan sevmek ve sevilmek. Ve bunun kıymetini biliyorum. Yani kalmaya değer bir şey olduğunda kalıyorum. Terbiyemden susuyorum canımı sıkmasınlar
İstanbul’u seviyor musun?
İstanbul’u çok sevmiyorum ama buradaki hayatımı çok seviyorum, evet. Belki dışarıdan “Şunlarla buluşuyorum, bunlarla geziyorum” gibi gelebilir, öyle bir hayatım yok benim. Bir tane gittiğim kafe var Boğaz’da, işsiz olduğum dönemde bana kendilerince yardım etmek istediler mesela, yeni fark ettim ki benden az para alıyorlarmış kahve için. Hayatımda böyle iyi insanlar olsun istiyorum ve her şey küçük ama anlamlı olsun istiyorum. Minnoş bir evim var, minnoş bir hayatım var. Domateslerim var. Yok aslında artık marullarım var.
“Sınıfsız domates” diye bir yazı yazmıştın, yardımcısının maaşı kadar paraya ayakkabılar alırken onu köle gibi çalıştıran bir zalime dönüştün adeta. Ne hissettin o yazılanlar karşısında?
İnsanların öfkelenmeye ne kadar hazır olduklarını hissettim, benden nefret etmek için bir şey aradıklarını. Eski temizlikçimin bireysel emekliliğini ödedim ben, bu yardımcımın da var, çok merak ediyorlarsa.
Bence kaç paralık ayakkabılar giydiğini merak ediyor olabilirler...
Onlar patronlarının kaç paralık ayakkabılar giydiğini bir sorsunlar bakalım. Evet, milyon dolarlık ayakkabılar giyiyorum, öyle çok param var ki inanamazsınız. Bütün temizlikçilerimi de kırbaçlıyorum. Bir şey söyleyeyim mi sana, bir gün bir yazı yazacağım, benimle ilgili kim ne söylemişse, hepsiyle ilgili bildiklerimi yazacağım. Ben terbiyemden konuşmuyorum da... Ama bir kere daha canımı sıkarlarsa yapacağım.
Giyim merakın var mıdır sahiden?
Güzel giyinmeyi severim çünkü benim annem hiç süslenmezdi, içimde kaldı yani, solcu aileyiz ya. Şekerim, son 10 yılımız, yapacağım tabii. Bundan daha güzel olmayacağım, her gün kendime bunu söylüyorum. Şunu anlamıyorum, millet “Çocuk da yaparım kariyer de” diye şarkı söylüyor, “politika da yaparım, kahkaha da atarım”, niye bu kadar darlandırıyor insanları? Evet, ben politik bir insanım ve evet kendimi güzel bir kadın olarak görmeyi seviyorum.
Bir programında oryantal dersi almıştın. Onun devamı geldi mi?
Yok. Entelektüel kadınların dans etmemesi, hülyalı hülyalı bakıp ciddi konuşması gerekiyor, böyle bir inanış var bu gezegende.
Sana ne bundan?
Bir kere bir yerde dans ettim, yanıma gelip birisi “12 Eylül’le ilgili yazınız çok güzel” dedi, ben utandım dans ettiğim için. İnsanları hayal kırıklığına uğratmaktan çok korktum yıllarca. Şimdi onu tedavi etmeye çalışıyorum yeni yeni.
Romandaki gibi “Hayatım bir film olsaydı en çarpıcı sahnesi ne olurdu?” diye düşündün mü sen de hiç?
O sahne daha gelmedi bence. Bazen bir filmde oynuyormuşum gibi hissederim. Özellikle yolculuğa çıkarken... Sabaha karşı, yalnız başına yürürken taka taka taka bavulun sesi gelir. Herhalde hayatım bir sahneyle başlıyor olsa, kesinlikle sesi o bavulu sürükleme sesi olur. Karanlık, o sesle açılıyor, bavulu çekiyorum, kararıyor, ondan sonra aynı taka taka sesi silah sesi olarak açılıyor. Böyle olabilir.
Hayatın savaş filmi yani...
Evet abi, bence her kadının öyle.
“İlginç adamlarla tanışmak Paris birazdan bombalanacakmış gibi korkutsa da beni, ilginç kadınlarla tanışmak La Strada Operası’nda perde açılıyor gibi bir şükür duygusuyla doldurur içimi” diye bir cümle var kitapta... İlginç erkeklerden niye korkuyorsun?
Çünkü ilginç erkeklerin altından her zaman tahmin ettiğinden daha büyük bir arıza çıkar. Hayal kırıklığı dünyanın en kötü şeyi. Şimdi daha az şey bekliyorum hayattan. Çünkü hayata olan inancım hırpalanınca, o tedavisi çok zor bir şey. Yani Paris bombalandığında orada olmak istemiyorum. Kadınlar böyle bir hayal kırıklığı yaratmıyor insanda. Belki erkeklere ilişkin kurduğumuz hayaller lüzumundan fazla büyük, o yüzden.
Belki kadınlarla aşk ilişkisi kurmadığın içindir?
O da olabilir. Ama ben kadın arkadaşlığındaki tutkunun herhangi bir aşktan çok daha ağır bir tutku olduğunu düşünüyorum. Bunu da bu yıl anladım kötü bir tecrübeyle. En yakın arkadaşım Ayşe’yle bir şey yaşadık, benim dünyam zindan oldu. İnsan biraz daha yaşı ilerleyince anlıyor, hayatındaki kadınların ne kadar vazgeçilmez olduğunu ve onları kaybedersen aslında hayatındaki en büyük şeyi kaybetmiş olacağını.
Kitaptaki gazeteci sen misin?
Bunu ispatlayamazsın, ismim hiç geçmiyor. Tabii ki benim. Ama artık o ben miyim, ondan emin değilim.
Annen gerçekten “Ne işin var Arap ülkelerinde?” dedi mi?
O gerçek. Gidip aniden Beyrut’ta yaşamaya başlarsan bir tedirginlik yaratıyor tabii. Bir de kapımın kilidinin bozuk olduğunu, kapının önünde sürekli bir adam olduğunu bilse ölürdü yani.
Ne adamı?
Ara ara öyle adamlar duruyordu kapıda. Çok korktuğum zamanlar oldu Beyrut’ta. Tunus’ta da oldu. Tunus’ta mesela Kartaca’da yaşıyordum, Selefiler Kartaca’nın etrafını sardılar, yakacaklardı. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bir kere de Selefi gösterisinin ortasında sıkıştım kaldım, sadece erkekler var, omzuma bir el dokundu, ödüm patladı, döndüm baktım bir kadın. Bana “Yürümeye devam et” dedi, arkaya bir baktım, on kadın daha var. Birbirini tanımayan on kadın ve herkes birbirinin omzuna elini koymuş. Oradan birlikte geçmeye çalışıyoruz.
Madam Lilla’nın evlilik konusunda çok sert fikirleri var...
Madam Lilla’ya inanıyorum. Uzun ilişkilerde porselen takımların desenlerine daha çok bakmaya başlıyorsun adamın yüzünden. Biriyle birlikte olmak çok sabır gerektiren bir şey O sabra değecek biri olmalı.
Sen iki kere evlendin. Dost kaldın mı eski kocalarınla?
Evet ikisi de çok özel insanlardır, pırlanta gibi insanlar. Hâlâ bana çok emekleri geçiyor.