Gazeteci yazar Ece Temelkuran, yabancı televizyon kanallarının bazen kendisini ‘sürgündeki gazeteci’ olarak sunmasıyla ilgili olarak, “Böyle bir şey yok. Ben sürgünde değilim ve o çok ağır bir laf” yorumunda bulundu. Temelkuran, yapılanın arkasındaki mantığın, durumu ‘az gelişmiş ülkeden gelen ve baskılara karşı direnen cesur kadın romantizminin içine sokmaya çalışmak’ olduğunu söyledi.
BBC’de yayınlanan Hardtalk programında Stephen Sackur’un da kendisini ‘cesur’ olarak tanımladığını ancak kendisinin buna karşı çıktığını kaydeden Temelkuran, “Ben dedim ki ‘Korkağın tekiyim ya, nasıl cesur?’ Ben çok korkağım, ama yazı yazarken unutuyorum neden korktuğumu. Ve herkes aslında hayatta korkularını unutturan şeyleri yapmalı. Ancak böyle gerçekten tam bir hayat yaşayabiliriz” dediğini aktardı.
Şu anda yaşadığı Zagreb’i ‘bir yolculuk’ olarak gördüğünü ifade eden Temelkuran, “Hayat bir yolculuk ve bir yol zaten ve bu da onun bir parçası. İnsanın kendini sürgün, ne bileyim sığınmacı gibi tarif etmesi; birincisi onursuzlaştıran, ikincisi de bir imaja hapseden bir tanımlama. Ben bunu reddediyorum” dedi.
Journo’da Sevim Gözay’ın yaptığı söyleşide Türkiye medyasının mevcut haliyle ilgili de konuşan Temelkuran, Ankara’dan İstanbul’a geldiği dönemde Ahmet Şık ve Mete Çubukçu ile birlikte Türkiye Gazeteciler Sendikası’nı örgütlemeye çalıştıklarını anlatarak, “Yapılamadı ve Sendika gazetelerden dışlandı. Sendika’ya üye olmayacağımıza dair sözlerin altına imzalar atıldı. Ben atmadım ama atıldı yani. O sarı öküzü vermeyecektik. O işi yapsaydık o gün, bugün başka bir ülkede yaşıyor olabilirdik” diye konuştu.
*Sevim Gözay'ın Şubat ayında yayınlanacak kitabı öncesinde Ece Temelkuran'la Journo için yaptığı söyleşinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.