Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, "Kimi sayın savcılar devletin eften püftenliğine inandıklarından mı nedir, örneğin yeniden yargılandığı için beraat bekleyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu’na 25 yıllık mahkûmiyeti yeterli bulmayıp 'müebbet' istiyorlar" dedi. Tan, "Ecevit hükümeti idamı kaldırmasaydı, bugünkü iddianamelerin birçoğu 'kelle alma nağmesi'ne dönüşürdü" ifadesini kullandı.
Tan'ın "Silivri’nin havası..." başlığıyla (3 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Hırsız uğursuz rüşvetçiler, önlerine yatmaya amade bakanlar ile itiraf edilmiş külli yanlışlar ve ihanetler ile içeriden.. Terör ve F16 bombalarıyla dışarıdan yıkılamayan devletimiz, hükümetimiz, Meclisimiz, o kadar mı eften püften ki bir manşet, iki telefon konuşması ile yıkılsın?! Kimi sayın savcılar devletin eften püftenliğine inandıklarından mı nedir, örneğin yeniden yargılandığı için beraat bekleyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu’na 25 yıllık mahkûmiyeti yeterli bulmayıp “müebbet” istiyorlar. Ecevit hükümeti idamı kaldırmasaydı, bugünkü iddianamelerin birçoğu “kelle alma nağmesi”ne dönüşürdü. 9 yaşındaki çocuk tacizcisi duruşmada, kravat taktığı için “iyi hal indiriminden” yararlanırken, yurtdışından gelip, kendi ayağı ile teslim olan Akın Atalay’ın.. Yazdıkları, telefon kayıtları, didik didik edilmiş banka hesaplarıyla ve her şeyi ortada olan Murat Sabuncu’nun.. Hele, hayatı haksızlıkları kovalamak ve bunun için kalem oynatmakla geçen Ahmet Şık’ın.. Ve sicilinde en küçük leke bulunmayan Emre İper’in neden, evet neden tutuksuz yargılanmasına olanak tanımıyor mevzuat pratisyenlerimiz?
***
Hükümlü ve tutukluların eşleri, çocukları ve avukatları dışındakiler, Adalet Bakanı özel izni ile görüşebiliyor. Güneşe, gökyüzüne değil, dost ve insan yüzüne hasret dört duvar arasında Atalay ve Sabuncu’nun yarın 400. günleri de doluyor. Ahmet Şık bir ay sonra 1. yılını, Emre İper ise 8. ayı doldurmuş oluyor. Her birisi Cumhuriyet çalışanı, ülkenin muhalif yurttaşları adına bir anlamda vekâleten yatıyorlar. “Yalanın iktidarına ve siyasetine karşı en etkili başkaldırı dürüst ve cesur haberciliktir!” gerçeğine ve bizim gazetenin tarihsel misyonunun bu olduğuna inandıkları için içerideler. Hiçbirinde en küçük bir yılgınlık belirtisi bile yok. İnandıkları ortak hakikat şu: “Eğer insan başkalarına yapılan haksızlıklara başkaldıramıyorsa, kendine yapılan haksızlıklara da baş eğmek zorunda kalır!”
***
Ana nizamiye salonunda Trakya Şarköylü yaşlı bir partili ile karşılaştık. Öfke ve endişe doluydu. “Ülke iyiye gitmiyor be yav!” diyor da başka bir şey demiyordu. Oğluna gelmiş. Benim kime geldiğimi sordu. “FETÖ’nün ipliğini asıl pazara çıkaran savcılar değil, Cumhuriyet’tir. O Ahmet Şık! Kahraman adamdır o. Savcılara söyleyin bunu be yav!” Söylemek yerine yazıyoruz. Yazmak daha sağlam ve kalıcı. “En önemli makam da zaten ve her şeye rağmen yine de okurdur” diyerek!..
***
Ayakkabı, çorap, ceket, kasket arama taramasından geçtikten sonra sıra “gözbebeği taramasına” geliyor. Koğuşlara açılan ana kapılara infaz memurları nöbetçiler değil, o optik tarama cihazları hükmediyor. Göz muayene cihazına benzer aletin içinde beliren ışıklı küreyi iki kaşınızın arasına denk gelecek biçimde başınızı ileri geri oynatıyorsunuz... Denk geldiği anda, yanınızdaki döner parmaklıklı kapı haşin bir gürültüyle açılıyor. Sağlı sollu demir kapılarla dolu koridoru geçiyorsunuz. En sonda bir kapı daha açlıyor. Orada da demir kapılı görüşme odaları var. Her yer beton ve demir. İktidarın kentleri demir ve betona boğmasının nedeni, içeriye düşünce yadırganmasın diye mi? Ahşapsı bir malzeme ile kaplanmış beton tezgâhın böldüğü görüşme hücresine buyur ediliyorsunuz. Baş başa her bir arkadaşımızla ayrı ayrı dört saate yakın birlikte olduk. Ülkenin iyiye gitmesi tek istekleri. Ortak hasretleri ise aileleri ve çocukları bir de. Aslında onlar da kendi ailelerinin çocukları. Murat Sabuncu’nun yaşlı annesi bir defa gelebilmiş. Demir parmaklıklar arkasındaki oğlu ile aylar sonra ilk kez göz göze gelmiş. Güçlü görünmek ve iyi bir şeyler söylemek istiyor ki oğulcuğuna teselli olsun: “Oğlum”, diyor boynunu bükerek, “Silivri’nin havası güzeldir!”...