Economist dergisi, Türkiye'deki anayasa değişikliği referandumu sonrası piyasaların asıl endişesinin "ilerleyen otokrasiden çok olası siyasi çalkantılar" olduğunu yazdı.
Economist'in analizinde, demokratik olmayan sistemlerde de ekonomik büyümenin mümkün olabileceği ancak uzun vadede "ideolojik ayrımın keskin olduğu" bir ortamda yatırımcıların olası siyasi çalkantılardan endişe edeceği uyarısı yapıldı. Yazıda 16 Nisan referandumunda "Erdoğan'ın zaferinin yorumcular tarafından otokrasi yolunda bir adım" olarak görüldüğü ancak Türk lirası, piyasalar ve tahvillerin referandum sonuçları gelirken kazanç sağladığı belirtildi.
Yazıda şu ifadeler yer aldı:
"Bu, piyasalar ve demokrasi arasındaki ilişkinin kaya gibi sert olmadığına ilişkin bir hatırlatmaydı. Serseri ruhlu kocalar gibi, yatırımcılar da demokrasiye olan bağlılığını yineler ancak yedekte başka birini tutmaya yanaşırlar"
"Türkiye'de yatırımcılar Erdoğan'ın anayasa teklifinin yenilgiye uğraması halinde ülkede karışıklık çıkabileceğinden korkmuş olabilir. Eski ama oldukça güvenilir bir klişedir: Yatırımcı belirsizliği sevmez. Ancak Erdoğan iktidarı, İstanbul piyasalarında yüzde 760 kazanç ve hızlı ekonomik büyüme getirdi."
"Otoriter" bir hükümetin, en azından kısa vadede "belirlilik" getireceği belirtilen yazıda şu görüşler dile getirildi:
"Ekonomistlere göre, İtalya'da Mussolini 1922'de iktidara geldiğinde o yıl ülkede hisse senetleri piyasası yüzde 29, devlet tahvilleri ise yüzde 18 kazanç sağladı. Hitler yükselirken Almanya'nın hisselerinin geri dönüşü yüzde 14, tahvilleri yüzde 15'ti.
"Dünyanın en gelişmiş ekonomileri çoğunlukla demokratik ülkeler ve bunlar ticaret ve yabancı yatırımlara daha açıklar. Ancak Çin örneğinde olduğu gibi, demokratik bir sistem olmadan da hızlı ekonomik büyüme mümkün. Hong Kong'la beraber Çin'in menkul değerler piyasası, bu milenyumun en iyileri arasında.
Economist'te yer alan bir başka görüş, demokrasilerin her zaman piyasa dostu politikalar çıkarmadığı, sokaktaki seçmenin çıkarlarıyla uluslararası yatırımcılarınkilerin her zaman aynı çizgide olmayacağı yönünde.
"Eğer seçmenler gümrük vergisi, şirket ve en yüksek maaşlılara daha yüksek vergiler ve kamulaştırmayı desteklerse, bu durumda menkul değerler piyasası ve döviz zorlanır." Yazıda, ABD seçimleri, Brexit oylaması ve Türkiye'nin anayasa referandumu arasında da benzerlikler olduğuna dikkat çekildi. Bu üç örnekte de, seçmenler arasında 'keskin bir bölünme' olduğu ve zaferin oylar arasındaki küçük bir farkla yakalandığı hatırlatıldı.
"Üç örnekte de, zafer kazanan taraf desteği kırsal kesim ve küçük şehirlerden alırken büyük şehirlerdeki seçmen diğer tarafa oy verdi.
Kazanan taraflar da çoğunluğu dar bir farkla kazandıklarını görmezden gelerek, radikal bir siyasi değişim için yeterli yetkiyi aldıklarını savundular." Yazıda, demokrasilerin ancak belli bir mutabakat ortamı olduğunda ve seçmenin yasal olarak kendi tarafının yenilgisini kabul ettiği durumlarda en iyi çalıştığı ifade edildi. Economist'e göre, ideolojik ayrımın keskin olduğu ve seçim sisteminin "kazanan her şeyi alır" mantığıyla sonuç verdiği durumlarda bu çok daha zor.
"Bu durum, piyasaları rahatsız edecek daha radikal siyasi değişimlere neden olur. Genel akış daha otoriter, yaşam standartları durgunlaşmış olan seçmenlere çekici gelen milliyetçi politikaların olduğu bir yapıya doğrudur."
Bu politikaların ticari ortaklar ve komşu ülkeler üzerinde ters etki yapacağı belirtilen yazıda, yatırımcıların yine de bazı otoriter liderlerin kısa dönem vergiler gibi politikalar oluşturabileceğine inanabilecekleri vurgulandı.
Yazıda, "uzun vadede bu gelişmeler yatırımcıları büyük ölçüde kaygılandıracaktır" denildi.