İlhami Algör
“Film icabı” edebiyatçılara ve misafirlere açık bir sayfa. Hafızanızda yer etmiş filim icabı an’lardan, sahnelerden hareket ile, çağrışımlara açık düşünce akışı sayfası. Film eleştirisi ciddiyeti taşımaz.
“Vay, adamdan Ali bey...”
Konsomatrisin, bar sahibi kötü adama karşı çıkış sahnesi. (Yalnızlar Rıhtımı, 1959)
Hikaye şöyle: Turgut Özatay (Amerikan Ali), limanda bar işletmektedir. Çolpan İlhan barın assolisti ve Özatay’ın kapatmasıdır İlhan, beyaz elbisesi ile şarkısını söylerken, mekana Sadri Alışık ve 2. Kaptan girer.
Sadri, Çolpan ile tanışır. Tanışıklık kırlarda, kumsallarda devam eder. T. Özatay huylanır ve Çolpan üstündeki baskıyı ağırlaştırır. Hatta pis vurur, yüzünü gözünü morartır.
Çolpan’ın yakın arkadaşı, güngörmüş konsomatris, Melahat İçli dayanamaz ve T. Özatay’a aşağıdaki tirat ile dalar :
“Vay, adamdan Ali bey... Hıh... Hoşgeldin... Tebrik ederim, iyi iş görmüşsün maşallah. Arslansın be... Sıkıysa kaptana koysaydın postayı, yemedi di mi? Bulmuşsun kuş gibi kızı, Allah yaratmadı de vur, öyle mi?.. Şu kılığından utan be! Kime bu Amerikan numaraları!? Yutmayız oğlum.. Sana Amerikalı Ali diyenin alnını karışlarım. "Hırt Ali" neyine yetmez. Bırak ulan kolumu... Bırak diyorum sana... Sen beni ne zannettin kabak. Yüzünü gözünü parçalarım valla. Seni kazık seni.”
Konsomatrisin kötülüğe tiradı ile gökten iki tirat daha düşüyor. Tiradın biri Sadri Alışık’a ait. “Şakayla Karışık” (1966) filminin finali, “Bu da mı gol değil be, bu da mı gol değil” sahnesi. Dibine kadar batmış adamın “Bu dünyada yerim yok mu?” feryadı… Ağlatıyor beni. Ağlatılmaya itirazım var.
Filmin en başında Hulusi Kentmen durumu beyan eder: “Bu film, yenik, ezik ve başarısız bir gencin hikayesidir. Yerde çiğnenen bir izmarit kadar değeri yoktu garibimin.”
Sadri Alışık’ın, Ofsayt Osman rolünde kendini beyanı da açıktır: “… Bir Allah'ın kulu çıkıp da bana da bir aferin sallasa, Allahıma kitabıma canımı veririm be.”
Ofsayt Osman, herkesin çakal olduğu bir dünyada, gündelik hayatın katakullilerini anlayamayan, tek iyi insan. Belki de ısırmayı bilmediği, diş geçiremediği için iyi. Belki de iyilik ancak bu kadar saflık ile mümkün. Ve film, ezip durduğu, izmarit kadar değeri olmayan adama bir tirat şansı veriyor:
“… Ölecekmiş, ölmesin dedim. bir can kurtulsun dedim. bütün hayatımda ofsayt dediler, bir işe yaramaz, sümsük dediler…Varsın gene desinler dedim... Hayatımda bir defacık bir kız sevdim... Onu da kaybedeyim dedim... Hayatımda bir kerecik bir şey kazanacak oldum, onu da kaybedeyim dedim... Tek bir can kurtulsun dedim... Çocuğu kurtaracak kadarını aldım, üst tarafına el sürmedim. Fena mı oldu? Söyleyin be, Allah rızası için söyleyin be. Gene mi atamadım golü? Bu da mı gol değil be? Bu da mı gol değil?”
Adalet dileyen ve vicdana seslenen bu tirat, Konsomatris Melahat gibi doğrudan hedefine yönelmez. Hedef bulanıktır. insanoğlunun “iç”inde bir yerlerinde mevcut olduğuna inanılan, soyut bir adalet/vicdan zeminini işaret eder. Bu esnada ağlaktır.
Eğer gözyaşları hedefini bulur ise, nerede yatıp kalktığını bilmediğimiz ama bir yerlerde mevcut olduğuna hala inanmak istediğimiz adalet-vicdan kanatlı melek çıkıp gelecektir. Sadri’nin kılcal damarlarımıza ulaşan bir oyunculuk ile seslendirdiği dilek, film icabı bir adalet olarak gerçekleşecektir. Kötüler nedamet getirecek, hatta ortada kötü diye bir şey kalmayacak, herkes bir an kardeş, hayat bayram olacaktır. Evimize gidebiliriz artık.
Yine seyretsem yine ağlarım ama itirazım var. Bu kültürün duygulara hitap etme kodlarını bilerek bana seslenene kulak veririm. “Koyun olur, ses anlarım”, hatta koçun peşinden giderim, ama mezbahaya götürmesin bizi.
Diğer tirat, Münir Özkul’un, Yaşar Usta olarak, filmde kötülüğü temsil eden, hırsız müteahhit’e “Bak beyim, sana iki çift lafım var…” diye başlayan tiratı. Gülen Gözler (1977) filminden.
Filmin künyesinde şöyle yazıyor: “Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen, Müjde Ar, Ayşen Gruda ve Itır Esen gibi isimlerin rol aldığı dram - komedi tarzındaki Türk filmi”.
Bir tanıtım yazısı daha gördüm: “Stara özel senaryonun yazılmadığı, oyuncuların hepsinin star olduğu Arzu Film ekolünden bir sıcak aile filmi. İçimizden insanların mutlulukları, sevinçleri, üzüntülerinin yansıtıldığı, güncel sorunlara yönelik bir güldürü.”
Yaşar Usta ailesinin direği olarak (bir arada tutan, çadır metaforu), aileye ciddi tehdit olmaya başlayan hırsız müteahhit’e son konuşmasını yapar. “Bak beyim, sana iki çift lafım var…” diye lafa girer. Sözünü, usul usul dokur ve “…elimi kana bulama” çizgisine gelir:
“… Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni. Anlıyor musun! Vururum ve dönüp arkama bakmam bile.”
Bu son uyarıdır. Mağdur, söz ve beyan üzerinden bir sonuç almaya çalışır. Kötünün söz ile yola gelebileceği beklentisi beni biraz üzüyor.
Ama Yaşar usta, eski adam. Sözün bir değeri olduğuna inanan, “sözüne güvenilirlik” denen şeyin mihenk taşı olduğu bir dünyanın terbiyesine sahip. Hani kağıt vs imzalamadan, el sıkışarak ticaret yapılabilen, “sözün senet olduğu” bir dönemin terbiyesi. İnsanın, bedeni, adı ve el sıkışması ile bizzat kendisi olarak var/yeterli olabildiği bir dönem.
“Geçmişte kalmış, o artık mazi…” tonuyla konuşmuyorum. Bu terbiyenin, meşrebi uygun insanlar arasında yaşamakta olduğuna inanıyorum. Belki yeraltında gizli yaşayan bir azınlık hissi veriyorlar ama varlar. Belki duygusal düşünüyorum ve genel geçer’e göre duygusallık, yanılmaya çok yatkındır. Ama ben güz çocuğuyum. Naturam bu.
Lafı bağlıyorum. Veya size bir dönemin en parlak kötüsünü takdim ediyorum: Dallas’ın CEYAR’ı (1979) Bay Ceyar, kötü adam karakterini, hiçbir söz, yasa, teamül vs’nin işlemediği bir boyuta, cezasızlık cennetine taşıdı. Yemediği halt kalmadı, ne yaptıysa yanına kar kaldı. İyiler geri zekalı, edilgen ezikler olarak kaldılar. Ceyar her defasında o pis gülüşü ile sırıttı.
Derler ki, ”İyiler can sıkıcı, kötüler renkli ve çekici olur.“