Edebiyatta sicil bakanlara rağmen: Murat Saat öyküleri

Edebiyatta sicil bakanlara rağmen: Murat Saat öyküleri

Ayşegül Tözeren

(14 Şubat Dünyanın Öyküsü Dergisi’nin 9. sayısında (2015) yayınlanan köşe yazısından uyarlanmıştır.)

Murat Saat, “Ters Rüzgârlar” isimli öykü dosyasıyla, 2014 yılı Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği Öykü Ödülü’nü Mehmet Ergün’le paylaştı. Ödülün ilanının ardından hengâmeli bir yayınevi arayışı yaşandı. Çünkü, Murat Saat “satış garantisi” olan bir yazar değildi, dahası kendi tanıtımını yapma olanağı yoktu. Zaten dosyasını da yedi senedir içerdeki yazarlarla dışarısı arasında bir erdem köprüsü olan Dışarıda Deli Dalgalar İnisiyatifi yarışmaya ulaştırmıştı.

Evet, Murat Saat…

Evet, Murat Saat hapisteydi.

Evet, Murat Saat dört, beş yıllığına yatmıyordu. Müebbete hükümlüydü. 6 adımlık bir dünyası vardı. Kapısında “ölünceye dek” hücrede kalacağı yazılıydı. Ama gözlerini kapattığında evreni gezerdi.

Evet, Murat Saat siyasi mahpustu. Ne yazdığından çok, neden hüküm giydiği soruldu bana. Boşverin, Murat Saat dışarda olsa ne mekânı Asmalımescit’in şık masaları olan “güzel” abilerin dizinin dibindeki gençlerden, ne o abilerden,  ne muhafazakârlık sosuna batırılmış mahalle abisi ağzıyla popülerliğe yelken açanlardan olurdu.

Hikâyeye dönelim, Murat Saat’in dışarıya çıkmayı başarmış öyküleri sonunda kendine bir yayınevi buldu ve Yoksa Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın? ismiyle Dedalus Kitap’tan yayımlandı. Saat, hiç tanışmadı ama, kendisi kadar heyecanlı bir editörün Merve Akıncı’nın elinde yayıma hazırlandı öyküleri. Sedat (Demir) da hüzünle gülümsedi Murat’a yazdığı arka kapak mektubunda. Bu arada güzel şeyler oldu. Murat Saat, edebiyatına yakın bir yerden yazan bir mektup arkadaşı kazandı: Ödülü paylaştığı arkadaşı Mehmet Ergün.

Murat Saat’in ilk öykü kitabına ilişkin edebiyat dünyası Ömer Erdem’in değerlendirme yazısı dışında suskun kaldı. Sosyal medya paylaşımları oldu yalnız… Sosyal medyadan söz açılmışken, Murat Saat’in “doğal olarak” Facebook, Twitter hesabı yoktu. Kitabının çay, kahve bardaklı fotoğraflarını da, “Ah güzel abimin kitabı çıkmış” gibi tükürük kokan yorumları da paylaşamazdı sayfasında… Ya da bir yazar tutup Murat Saat’in kitabını yazsa, sonra Murat Saat onun kitabını yazabilecek miydi? Muhtemelen, hayır! Hem çay, kahve, içki sohbetlerine de katılamazdı. Söyleşiye çağırsan gelemezdi. Dahası yazarların, yazar eş dostlarından oluşan bir ağları vardır. Bu da doğal. Murat’ın öyle bir ağı da yoktu.

Durun, kızmayın, burada edebiyat selfisi çekiyoruz. N’oldu güzel çıkmıyor mu kimse?

 Yoksa sen benim…

Seçici kurulunda bulunduğum öykü yarışmalarında ödül alan dosyalar ya da kitaplara ilişkin şu ana kadar yazmamayı tercih ettim. Ancak geçenlerde bu düşüncemi değiştiren bir durumla karşılaştım. Jürisinde bulunduğum bir öykü yarışmasının ödül töreninde birincilik alan öykünün sahibi olan edebiyatçı hapisteydi, adı okundu, ödülünü almaya kimse gelmedi… Ailesi muhtemelen uzaktaydı, haberleri olsa da gelememişlerdi, mektup arkadaşı olan, iletişim içinde bulunduğu bir edebiyatçının da gelip alması edebiyatımıza bakınca “doğal olarak” olanaksızdı. Ödülü alan olmayınca salondaki suskunluk, yerini fısıldaşmalara bırakmıştı. O sırada yarışmanın düzenleyicilerinden biri, “Mahmut Yamalak’ın ödülünü almak üzere Ayşegül Tözeren’i davet ediyoruz” diye anons etti. Ne kadar onur duyduğumu anlatmaya bile gerek yok. Ancak ben Mahmut Yamalak’ın edebiyatı üzerine yazmış bir eleştirmendim, ardından yarışmaya gönderdiklerini değerlendirmiş bir seçici kurul üyesi. Son olarak da yazdıklarıyla hemhâl olduğum için, bir anda yakını oluvermiştim. Murat Saat’in öykü kitabının başlığındaki soruya cevap verir gibi, “En iyi arkadaş(lar)ı”. Edebiyatımızın çoraklığında bir ses olabildiğim için sadece.

“Yoksa Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın?”

Murat Saat’in gün yüzüne ulaşan ilk öykü kitabı, sarmal öykülerden oluşuyor. Her bir öykünün karakter(ler)i bir başka öyküde karşınıza çıkabilir. Saat’in ilk öykü kitabı, rastgele bir araya getirilmiş metinlerden oluşmuyor. Metinlerin kendi içinde sağlam bir matematiği var, okuyana kurguda yaptığı hesapları açıkça göstermiyor. Ancak metnin okurda bıraktığı güçlü izin de kaynağı bu saklı matematik…

Yoksa Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın? üç bölümden mürekkep: “Tek Fiilli Bir Dilde Diyaloglar”, “Ters Rüzgârlar” ve “Zincirleme Alçalma Eksi Bir”.

Murat Saat metinlerini uzun cümlelerle kuruyor. Betimlemelerle olay akışı dengeli bir biçimde öykülerde yer alıyor. Saat’in satır araları güçlü bir felsefi arka plana sahip. Okuyanı bir anda sarsan insani soruları da metnin içinden soruyor. Yazar metinlerarasılıktan çekinmiyor. Hatta bu metinlerarasılığı bilimsel araştırmalarla dahi kurabiliyor. Saat’in okurla iletişim kurduğu bir diğer anlatı bileşeni de, diyaloglar. Gündelik dili, gündelik dilden soyutlanmış biçimde yaşıyor olmasına rağmen başarıyla öykü diline çevirebiliyor.

Murat Saat’in yarattığı karakterler dili gibi gündelik yaşamdan. Yaşamın içinden sessiz sedasız gelip geçen insan, krizler ve yarattığı kelebek etkisi, farklı geçmişlere sahip karakterlerin yollarının kesişmesinden doğan hikâyelerin omurgasını oluşturuyor.

İlk bölümün ilk öyküsü, kitaba adını veren öykü. Öykü, kadınların karşılıklı dertleşmeleriyle açılıyor. Öykülerin bütününde de, erkekliğe yönelik esaslı eleştiriler var. Murat Saat öykülerinin içinden zor sorular soruyor. Jacques Prevert’ın şiirinin ilk öykünün önemli bir bileşeni olması da bu bağlamda tesadüf değil:

“Kuş pazarına gittim / Ve kuşlar aldım / Senin için / Aşkım

Çiçek pazarına gittim / Ve çiçekler aldım / Senin için / Aşkım

Pazara gittim, demirciye / Ve zincirler aldım / Ağır zincirler / Senin için / Aşkım

Sonra köle pazarına gittim / Ve seni aradım / Ama bulamadım seni / Aşkım”

Her türlü sıfattan bağımsız olarak kadının, erkek egemen dünyadaki kadim yorgunluğu sinmiş öykülerin satırlarına… Kadın karakter öykünün sonlarına doğru, “Yüzyıllardır ağır zincirlerle bağlı bir köle kadar yorgundum” diyor. Kuşlarla, birlikte uçmak hayaliyle aklı çelinen, çiçeklerle kalbi çelinen, sonra kaçabilirse kaçan, kaçamazsa toplumun ağır zincirlerine mahkûm edilen… Kadim yorgunların hikâyesini yazıyordu Murat Saat. Engels’e göre ilk ezilen sınıfı, kadınları.

Murat Saat, kadınları erkeklerle kurdukları gerilimli, çoğu zaman kaybedeni oldukları ilişkiler ağının içinden anlatıyordu...

Kitabın dağılmış hikâyelerini zihnimizde bir araya getirdiğimizde, İpek’le Adnan’ın ilişkisinin kitabın ana hatlarından birini oluşturduğunu görüyoruz. Başta yazdığım gibi, öykülerde yer alan her karakter başka bir yerde birbirine değiyor. Adnan sol örgüt şeflerinden biri, İpek bunu böyle bilmese de… “Yüzyıllardır ağır zincirlerle bağlı bir köle kadar yorgundum” cümlesini kuran İpek’se, kolejde okumuş bir hostes.  Murat Saat’in zor sorularıyla da bu aşamada yüzleşmeye başlıyoruz. Sol bir örgütün şeflerinden bir erkek, burjuva bir kadınla kamuflaj için evlenirse, dolayısıyla onu kullanırsa… Ya da kullanmış olur mu? Öykülerde Adnan, devrimle İpek arasında bölünmüş yaşamıyla hesaplaşırken, “Seni kullandım, evet. Ama sevdim de. Çok sevdim. Hoşça kal sevgilim” diyerek erkekliğin kadim açmazına dokunuyor.

Öyküler boyunca Murat Saat zor sorularını sürdürüyordudu: “Polis eşinin genç bir kadını öldürdüğünü bile bile onu sevmeye devam edebilir mi bir kadın?, “Bir tüfek, vurulan genç bir kadın, odada küçük bir çocuk… Ve çocuk o anı hiç hatırlamıyorsa…”, “Devletin yakalayamadığı bir siyasi şef ihanete uğradığına inanan bir kadının tuttuğu kiralık katil tarafından öldürülebilir mi?”, “Devrimci adam ölmeden öldüm hiç der mi?”

Murat Saat, ayrıca, öykülerinde “gönüllü tutsaklıklarımızı” sorguluyordu. Basit yalanlarla başlayan ve insanları ilişkilerin içinde hareketsiz bırakan tutsaklıkları anlatıyor. Sevi ilişkileri içindeki tutsaklıklar, aile içindeki tutsaklıklar, arkadaşlıklar içindeki tutsaklıklar…  Bağımlı ilişkilerin hızarında parçalanmış yaşamlar. Yoksa Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın? okurlarına şu soruyu soruyordu: “Özgür olan kim?”

Önümüzdeki yılın bahar ayında Murat Saat’in yine epey zorlu bir sürecin sonunda yayınevine ulaşmış romanı, “Ters Kule” yayına hazır hale gelecek ve okurlarıyla buluşacak. Sözün, has edebiyatın hükmü sonsuza değil miydi zaten?