Eğitim Sen: Fethullahçılar gitti, Süleymancı ve Nakşibendiler geldi

Eğitim Sen: Fethullahçılar gitti, Süleymancı ve Nakşibendiler geldi

Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca, OHAL uygulamalarında açığa alınan Gülen cemaati mensuplarının yerine Süleymancı ve Nakşibendi tarikatı mensuplarının geldiğini söyledi.

Cumhuriyet'in haberine göre, kanun hükmünde kararnameler ile “terörle bağlantılı” oldukları iddia edilerek yüzlerce üyesi savunmaları dahi alınmadan meslekten ihraç edilen, hükümet tasarrufuyla toplam örgütlülüğünün neredeyse yüzde 10’u, yani binlerce üyesi açığa alınsa da mücadelesine devam eden Eğitim Sen’in genel başkanı OHAL dönemini, AKP ve Gülen cemaatinin kol kola yürüdükleri dönemdeki eğitim politikalarını ve darbe girişimi sonrasında diğer cemaat ve tarikatlere bırakılan eğitim sistemini değerlendirdi.

Kamuran Karaca, Gülen cemaatinin taban noktası olan eğitim faaliyetlerinin hükümet tarafından Milli Eğitim politikaları haline dönüştürüldüğü dönemi, “AKP iktidar olduğu günden itibaren, cemaat çevrelerini destekledi. Eğitimi dinsel öğeler üzerine oturtarak laik, bilimsel, demokratik eğitimin altının boşaltılması için her türlü uygulamalarına izin verdi” ifadeleriyle anlatırken, darbe girişiminden sonrasını ise “Eğitim Süleymancı, Nakşibendi denilen daha da çoğaltabileceğimiz tarikat ve cemaatlere devredildi. Uygulayacakları yöntem Fetullah’ın yöntemiyle aynı, eğitim programları Fetullah’la aynı, toplumu dinselleştirerek, inanç sömürüsü üzerinden bir toplumsal model yaratmak” dedi.

AKP-Cemaat ilişkisinin geçmişini ve darbe süreci öncesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana uyguladığı politikaların bir sonucu olarak, darbe sürecine gelindi.

Eğitimin dinsel öğeler üzerine oturtulduğu bir sürece tanık olduk. Bunun için cemaatler desteklendi. Laik, bilimsel, demokratik eğitimin altının boşaltılması için her türlü uygulamalarına izin verildi ve bu süreç içerisinde özellikle 4+4+4 düzenlemesiyle beraber de eğitimin dinselleştirilmesi sürecinde çok büyük bir adım atıldı. Cemaat, tarikat ve benzerlerinin bu eğitimi üstlenmesiyle, ki bu siyaseten verilmiş olan bir karardı, ilkokul, ortaokul ve liselerin dinselleştirilmesiyle ilgili adım adım uygulamalar gerçekleştirildi. Ta ki kız ve erkek öğrencilerin ayrıştırılması, okulların ihtiyaç olmamasına rağmen çok büyük bir kısmının, imam hatip okullarına dönüştülmesine kadar. Bu sürecin sonunda Fetullah Gülen Cemaati de eğitimin hem özelleştilmesi hem ticarileştirilmesi sürecinde iktidarın da destekleriyle büyük yol kat etti. Hem Türkiye’de hem de birçok dünya ülkesinde. Gelinen noktada laik, demokratik ve bilimsel eğitimden yana olan sendikaları, eğitimcileri de çeşitli komplolarla, tezgâhlarla devre dışı bıraktılar. Demokrat kesimler bile süreçteki tehlikenin farkına belki bu darbe sürecinden sonra vardı. Ardından da sadece eğitimdeki sürecin farklı bakışı üzerinden ya da istenen toplumsal model farklılaşmasından değil, iktidarı paylaşamama üzerinden gerçekleşen darbe sürecinden sonraysa bambaşka bir evreye yöneldi.

Süreç nasıl ilerleyecek?

OHAL’in ilk 3 aydaki uygulamalarında üyelerimiz toplamının yaklaşık yüzde 8’inin açığa alınma gerekçesine baktığımızda hiçbirinin darbeyle ilişkisi yok. Açıkça sormak gerekiyor, ‘Ne alakası var darbeyle?’ Tam tersine, karşısında tutum almış bu insanlar. Sendikal faaliyet kapsamında, hem demokrasi, hem kendi alanımızdaki hak talebiyle yapılan sendikal eylemlerin bu alana sokulması, OHAL’in daha da uzatılmasının mantığını bize gösteriyor. Tek tipleştirme noktasında bütün basına ve kurumlara yönelik baskı ile OHAL’in uzatılması, önümüzdeki sürecin nasıl olacağının ipuçlarını veriyor. Gerçekten riskli, tehlikeli bir süreç. Hem Türkiye içinde hem de bölgesel olarak Suriye, Irak, İran politikasına bakıldığında, AKP’nin uyguladığı politikayla içinden çıkılmaz hale gelmiş bir Türkiye manzarası ortadayken, tek taraflı dayatmayla yanlışlarına devam edecek anlamına geliyor. Burada bütün kurumlara da büyük sorumluluk düşüyor. Bir araya gelip, bu gidişe dur demek gerekiyor.

Sizce çözüm yolu nereden geçiyor?

Bu kapsamda biz bunları yaparken, diğer toplumsal kesimler ve siyasi partilerle buluşma, meslek odalarıyla buluşma sürecini de birlikte götürmek gerekiyor. Hükümetin yapacağı bundan sonraki olumlu yönelime destek oluruz ama şu yapılanlara bakılırsa görünen o ki AKP iktidarı kendi gibi düşünmeyen bütün kesimleri düşman safına koymuş ve böyle muamele yapıyor. Bize düşman muamelesi yapana da bizim her gün çiçek uzatacak halimiz yok. Bu tavrı durduracak etkinlikler örmek gerekiyor.

AKP’nin eğitimdeki hedefi neydi?

Son süreçte Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütün uygulamaları ve hükümetin bu konudaki zorlamaları, toplumu dinselleştirme yönünde okullara özel bir rol biçildiğini gösteriyor. Bu bilinçi olarak iktidarın siyasal yöneliminin bir parçası. İlkokuldaki müfredat değişikliği, Arapça ve din derslerinin zorunlu olması, ihtiyacın çok üzerinde imam hatip açılması... İmam hatiplerde 1 buçuk milyonu aşan öğrenci hedeflerine son 2 yılda ulaşıldı. Yani 100-150 bin öğrencisi varken 1 buçuk milyona, 10 kat artarak ulaştılar. AKP de toplumun dinselleştirilmesi ve eğitimin dinselleştirilmesi noktasında, Gülen cemaatiyle benzer şeyler düşünüyor ve uyguluyordu. Ama iktidar savaşından sonra Gülen ile karşı karşıya gelince bu iş diğer tarikatlara devredildi. Aslında emperyalizmin uşaklığında, geniş kapsamda değerlendirildiğinde sormayan sorgulamayan, inancı hep sömürülen bir toplumsal model bizim bölgemizde Türkiye üzerinden oluşturulmak isteniyor. Bu nedenle yönelimin kendisi değişmeli, Türkiye yeniden demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olabilecek mi tartışılması gereken nokta bu olmalıdır.

Sizce OHAL gerekli miydi?

Darbe sürecinden sonra siyasi partilerin ve toplumun nerdeyse tamamının darbe sürecine karşı çıkması ve karşı tutum alması ilk günlerde AKP’nin yararlanması gereken çok olumlu gelişmelerdi. Siyasi partiler ve toplumsal kesim, geçmişteki yaşanmışlıklar üzerinden darbeye karşı açık tutum aldı. Ama sonrasındaki OHAL’in de bu kapsamda çıkarılmaması gerekirdi. Bütün siyasi partiler, darbeye karşı ortak tutum aldıysa, o zaman darbe içinde yer alan suçluların tespiti, kurumlarla ilgili çalışma da bu birliktelik içince kolaylıkla kısa sürede bitirilirdi. Görünen o ki, darbe süreci fırsata çevirilmek isteniyor her alanda. OHAL de bunun için bir araç olarak kullanılıyor.

OHAL’in ilk 3 ayını nasıl değerlendirirsiniz?

Bu süreçte bir de sendikal faaliyet ve eğitim de doğrudan hedef haline getirildi. Mesala laik eğitimi savunanlar büyük oranda hedef oldu. Başta da bizim sendikamız. 11 bin 301 öğretmen açığa alınmış, 9 bin 400’ü bizim üyemiz. Bizim üyelerimizin ömrü hayatı laik, demokratik eğitimi savunmakla; tarikat ve cemaat yapılanmalarına karşı mücadele ile geçmiştir. Bu kapsamda açığa alınan arkadaşlarımızla ilgili şimdi öyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor ki, ‘terörle ilişkileri var’ denilerek, varsa ellerinde koysunlar ilişkileri açıklayan belgeleri ortaya. Bunu anlatamıyoruz topluma, herkes kendi derdine yanıyor.

OHAL’e karşı tavrınız ne olacak?

Eğitim Sen olarak bütün arkadaşlarımızın hukuken haklarını koruyoruz. Danıştay’da teker teker görevden çıkarılan arkadaşlarımızla ilgili süreci başlattık. Geçen hafta 672 sayılı KHK dahil, hukuksuzluk yaratan diğer kararnameler hakkında da Danıştay’a ortak dava açmıştık. Diğer taraftan siyasi partiler Anayasa Mahkemesi’ne götürüyor süreci. AİHM’ye kadar bu süreç gidecek ve maddi manevi tazminat süreçlerini de önümüzdeki günlerde başlatacağız. Eğitim Sen olarak hem görevden çıkarma hem de açığa almalardaki hukuksuzluğu ortaya koyacak eylem ve etkinlikler yaptık. 15 Ekim’de Ankara’da merkezi bir miting yaparak alandaki tahammül sınırlarını aşan uygulamalara bir kere daha ‘dur’ diyeceğiz.