Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, mali krizin reel sektör üzerindeki etkisinin ne kadar süreceğinin tahmin edilememekle birlikte, iktisadi faaliyetteki gerilemenin önümüzdeki dönemde de süreceği ve toparlanmanın uzun zaman alacağının düşünüldüğünü belirtti. Yılmaz, Boğaziçi Üniversitesi'nde "Küresel Kriz, Etkileri ve Para Politikası Uygulamaları" konulu konuşmasında, küresel mali piyasaların 2007 Temmuz ayından bu yana maruz kaldıkları çalkantıların devam ettiğini hatırlattı. Yılmaz, "Bu krizin geçmişte yaşanmış krizlerden en önemli farkı, klasik bir finans krizi olmaması, karmaşık ve yüksek hacimli türev ürünlerini kapsamasıdır" dedi. Türev ürünlerinin yüksek hacminin, mali destek paketlerini daha önce görülmemiş boyutlara çıkarılmasını zorunlu kıldığını dile getiren Yılmaz, bu ürünlerin karmaşık yapısının ise paketlerin içeriğine ilişkin teknik zorluklar yarattığını söyledi. Yılmaz, risk algılamalarındaki bozulma ve güven kaybı nedeniyle ortaya çıkan likidite sıkışıklığının, para otoritelerinin aldıkları önlemler sayesinde önemli ölçüde giderildiğini, ancak varlık fiyatlarında yaşanan hızlı düşüşün, mali kuruluşların sermayelerini eriterek, bilançolarında çok büyük hasarlar yarattığını ve birçok bankanın ve yatırım kuruluşunun iflas etmesine veya devlet desteğiyle ayakta kalabilmesine neden olduğunu anlattı. Ayakta kalmayı başaran kuruluşların ise karşı karşıya kaldıkları yüksek miktardaki zararlar ve bilançolarında taşımaya devam ettikleri fiyatlanamayan türev ürünleri nedeniyle reel sektörde kredi kullandırmada isteksiz davrandığını vurgulayan Yılmaz, güven ortamının henüz tesis edilememesinin sonucunda kredi riskinin halen yüksek seviyelerde bulunmasının, kredi koşullarındaki sıkışıklığın devam etmesine neden olan bir diğer faktör olduğunu belirtti. Durmuş Yılmaz, "Mali krizin reel sektör üzerindeki etkisinin ne kadar süreceği tahmin edilememekle birlikte, iktisadi faaliyetteki gerilemenin önümüzdeki dönemde de süreceği ve toparlanmanın uzun zaman alacağı düşünülmektedir" dedi. "Kur riskinin sınırlı olduğu tahmin edilmekte" Yılmaz, bugün itibarıyla dünyada toplam dış ticaretin daralmasından en çok etkilenen ekonomilerin; ihracatın toplam GSYH içindeki payı yüksek ve özellikle yatırım ve dayanıklı mal ihracatçısı ülkeler olduğunu söyledi. Sabit kur rejimi uygulayan ülkelerde hem iktisadi faaliyette hem de enflasyon hızında dalgalı kur rejimi uygulayan ülkelere göre daha sert bir yavaşlama yaşandığını ifade eden Yılmaz, bu farklılığın nedeninin; sabit değerle yönetilen kur rejimi uygulayan ülkelerin merkez bankalarının sermaye çıkışı karşısında kurun seviyesini korumak için döviz satarak karşılığında yerli parayı piyasadan çekmesi, bunun sonucunda piyasa faizlerinin yükselmesi ve likidite koşullarının öngörülenin de ötesinde sıkılaşması olduğunu kaydetti. Dalgalı kur rejiminin uygulandığı ülkelerde ise para birimlerinin değer kaybetmesi ve para otoritelerinin faiz oranlarını kontrollü olarak gevşetmelerinin iktisadi faaliyetteki daralmanın boyutunu sınırladığını belirten Yılmaz, "Dalgalı kur rejimi, sermaye akışının serbest olduğu bir ülkede hızla kötüleşen uluslararası likidite koşulları altında ekonominin aşırı düzeyde daralmasını önleyen bir emniyet sübabı görevi görmektedir" dedi. Şimdiye kadar açıklanan küresel mali önlemler toplamının 2 trilyon doları aştığını, önlemlerin planlandığı şekilde 2009 yılı içerisinde hayata geçirilmesi durumunda küresel GSYH'ın yüzde 2'si büyüklüğüne ulaşacağının tahmin edildiğini belirten Yılmaz, "Mevcut konjonktürde iç ve dış talepteki keskin daralma şirketlerin bilançolarını çeşitli kanallardan etkilemektedir. Küçük ve orta ölçekli şirketlerin ağırlıklı olarak TL cinsi olan borçlarının maliyeti yüksek seyretmekle beraber söz konusu kesimin yüklendiği kur riskinin sınırlı olduğu tahmin edilmektedir" dedi. "Kur kaynaklı riskler sınırlanmakta" Yılmaz, Merkez Bankası tarafından yapılan senaryo analizlerinin; tahsili gecikmiş alacak dönüşünün oranına uygulanan 15 puanlık çok yüksek bir artış şoku karşısında dahi sektörün sermaye yeterlilik oranının yasal sınır olan yüzde 8'in üzerinde kalacağını gösterdiğini kaydetti. Yılmaz, "Hane halkı tarafına bakıldığında, diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla Türkiye'de borçluluk oranının oldukça düşük bir seviyede olduğu görülmektedir. Hane halkının mevcut borç stokunun küçük bir kısmının yabancı para cinsinden olması da ülkemizi başta Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer birçok gelişmekte olan ülkeye kıyasla daha avantajlı bir konuma getirmektedir. 2008 sonu itibariyle hane halkının yabancı para cinsi varlıkları 61,3 milyar dolar iken, yabancı para yükümlülükleri 2,7 milyar dolardır. Dolayısıyla hane halkı kesiminin 58,6 milyar doları seviyesinde bir yabancı para pozisyon fazlası bulunmaktadır. Son olarak, kamu kesiminin mevcut döviz cinsi borç stokunun nispeten uzun vadeli olması ve Hazine'nin önemli miktarda döviz mevduatına sahip olması, kur kaynaklı riskleri sınırlamaktadır" dedi. Olağandışı dönem Küresel piyasalardaki çalkantının başladığı günden bugüne TCMB olarak ortaya koydukları para politikası duruşu ve aldıkları tedbirler konusunda da bilgi veren Yılmaz, devam eden krizin geçmiş dönemde yaşanan krizler gibi bölgesel ve yerel değil, küresel çapta olması deflasyon ve hatta resesyon riski taşımasının, içinden geçtiğimiz dönemi olağan dışı kıldığını, bu çerçevede Merkez Bankası'nın izlemekte olduğu para politikasının anlaşılabilmesi için bu politikaların son yıllarda alışıla gelen davranış kalıplarının dışında değerlendirilmesinin gerekli olduğunu düşündüğünü kaydetti. Durmuş Yılmaz, Merkez Bankası kanununun 4. maddesinde "banka fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler" şeklinde açık bir hüküm bulunduğunu anımsatarak, "Bu hüküm, içinden geçtiğimiz bu gibi dönemlerde kullanılmak üzere oluşturulmuştur. Nitekim Merkez Bankası 2008 yılının son çeyreğinde enflasyonu olumsuz etkileyen gelişmelerin tersine dönmesiyle birlikte süratli bir şekilde faiz indirimlerine gitmiş, bu konuda yükselen piyasalar arasında öncü bir rol oynamıştır" diye konuştu. Yine kanunun aynı maddesinde finansal sistemde istikrarı sağlayıcı tedbirler almanın, Merkez Bankası'nın temel görevlerinden sayıldığını hatırlatan Yılmaz, kamuoyunca iyi anlaşılması gereken bir konuyu da özellikle vurgulamak istediğini, 2008 Mayıs ayında enflasyon hedefinin değiştirilmesine karar verdiklerinde, gıda ve enerji fiyatlarının beklenenden daha hızlı düşmesi durumunda enflasyonun hedefin altında kalmasına izin vereceklerini ifade ettiklerini ve bu politikalarının değişmediğini söyledi. "Enflasyonun hedefin altında kalma ihtimali devam ediyor" Para politikasının, ekonominin uzun dönem büyüme performansı üzerinde fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesinin getirdiği fayda dışında kalıcı bir etkisi olmadığını söyleyen Yılmaz, para otoritelerinin ancak kısa vadede ekonominin potansiyel büyüme trendi etrafında aşağı ya da yukarı yönlü salınımının dengelenmesine katkıda bulunabileceğini belirtti. Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, "Eğer likidite koşullarının olumlu olduğu 2006-2007 arasındaki dönemde Merkez Bankası risk priminin azalmasına paralel olarak politika faizlerinde kuvvetli bir gevşemeye gitmiş olsaydı, Türkiye ekonomisi hem varlık fiyatlarındaki ilave artış hem de hızlı iç tüketimin yol açacağı daha yüksek borçlanma nedeniyle bugün yaşanan krize daha olumsuz başlangıç koşullarında girmiş olacaktı" görüşünü dile getirdi. Fiyat istikrarının sağlanmasının sadece enflasyonla mücadeleyi gerektirmediğine işaret eden Yılmaz, mevcut enflasyon hedeflerinin deflasyon riskinin önüne geçilmesi açısından yeterince yüksek olduğunu söyledi. Yılmaz, oluşturdukları senaryolara ilişkin de bilgi verdiği konuşmasında, "Son veriler ışığında orta vadeli öngörülerimiz, baz senaryoya yakın ancak geç toparlanmayı da gündeme alan bir çerçevede şekillenmektedir. Bu nedenle, mevcut veriler ışığında enflasyonun belirgin bir şekilde hedefin altında kalma ihtimalinin devam ettiğini, şartlara bağlı olarak para politikasının aşağı yönlü esnekliğini uzunca bir süre sürdürmesinin gerekli olabileceğini düşünmekteyiz. Bundan sonraki olası faiz indiriminin miktar ve zamanlaması enflasyon görünümünü etkileyen unsurlardaki gelişmelere bağlı olacaktır" dedi.