Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, ağustos ayı işsizlik oranının yüzde 11.5 olarak belirlenmesiyle ilgili olarak "Görüyoruz ki Cumhurbaşkanı da her gün el yükseltiyor, Avrupa Birliği ile ilişkileri sonlandırmak için referandum yapmaktan söz ediyor. Peki ekonomisi böylesine kırılganlaşmış, neredeyse durma noktasına gelmiş bir ülkenin yöneticisi olarak biraz daha dikkatli davranması gerekmez mi?" dedi. "Hayır gerekmiyor, hatta tam tersine ekonomi duvara tosladığı için bilerek böyle yapıyor" görüşünü savunan Yılmaz, "Böylece ekonomideki gerilemeyi, kendi iş bilmezliklerine değil, 'Türkiye’yi kıskanan dış güçlere' bağlayacak, onun için böyle davranıyor" diye yazdı.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Darbe girişimiyle ilgili sorular" başlığıyla yayımlanan (16 Kasım 2016) sayısı şöyle:
15 Temmuz günü, öğlen saatlerinde MİT'e giderek darbe girişimini haber veren esrarengiz Binbaşı H.A.'nın kim olduğu hâlâ bir sır.
“Darbeye kalkışan FETÖ’cüler ona zarar vermesin diye ismi saklanıyor” desem, olamaz.
Çünkü görev yaptığı yer belli, darbe günü kendisine verilen görev belli, Fetullahçılar için onun kim olduğunu bulmak iki dakikalık bir akıl yürütmeyle mümkün.
Ki zaten Fetullahçı diye ordudan da atılmış, kara havacılıkta görevli kaç tane Binbaşı H.A. olabilir ki?
“Darbecilere diş bileyenlerden korumak için” desem, o da saçma.
Zaten, Binbaşı H.A. olayı açığa çıkardığı için darbe başarısız olmuş gibi görünüyor.
Ben bunları merak ederken Fehmi Koru, geçen gün darbe yapılacağı bilgisine aylar öncesinden sahip bir gazetecinin varlığını açıkladı.
Fuat Uğur, Türkiye gazetesinde 2 ve 21 Nisan günlerinde iki ayrı yazı yazmış.
2 Nisan’daki yazısında “cemaatin hususileri” dediği, önde gelen Fetullahçıların Ankara’da bir toplantı yaptıklarını anlatıyor.
Bunlar ordu içindeki cemaatçi subayları “uyandırmak” için harekete geçmişler.
Fuat Uğur buna dikkat çekip, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nı uyarıyor. “Emin misiniz, rahat mısınız bu konuda” diye soruyor.
21 Nisan’daki ikinci yazısında ise konuyu açıyor: Fetullahçı askerleri bir darbe girişimine karşı devletle işbirliği yapmaları için uyarıyor.
“Tekrar uyarmak gerekir ki devlet onları izliyor. İstihbaratıyla, tüm silahlı kuvvetler hiyerarşisi olarak komuta kademesiyle, hükümetiyle, emniyetiyle, halkıyla, siyasetçisiyle, STK’larıyla bir bütün olarak devlet ‘suç’ işlemelerini bekliyor. Yani TAR üzerinde hizalanmalarını. Teker teker sayacaklar hepsini” diye yazıyor.
“TAR” dediği şey, bir tür sırık-tünek. Anadolu’da tavukları kümese kapatırken saymak için böyle bir tüneğin üzerinde sayarlarmış.
Cemaatçi askerlerin böyle bir darbeye kalkıştıkları takdirde aynen böyle ele geçirileceklerini ima ediyor.
Fuat Uğur daha sonra şöyle yazıyor:
“Tekrar cemaatçi kripto askerleri uyarıyorum. Devlet ve komuta kademesi her şeyi biliyor ve suç işlemeye teşebbüs etmenizi bekliyor.”
16 Temmuz sabahından itibaren yaşadıklarımızı hatırlayalım.
Darbeye kalkışan askerler zaten suçüstü yakalanmışlardı ama o gün başka görevlerde olan Fetullahçı askerler de birer birer toplandı.
Darbe girişiminin ertesi gününden itibaren önce hâkimler ve savcılar arasındaki Fetullahçılar temizlendi.
Eşzamanlı olarak aynı temizlik poliste de başlatıldı.
İki-üç gün içinde temizlenen Fetullahçı sayısının 30 bini geçtiğini hatırlayalım.
Şimdi o “kayıp saatlerde” ne olduğunu öğrenmek daha büyük önem taşıyor.
MİT Müsteşarı, darbe haberini alınca neden sadece Genelkurmay Başkanı ile konuştu?
Genelkurmay Başkanı, neden kuvvet komutanlarını acil çağırıp ordusuna hâkim olmaya çalışmadı?
“Hiçbir uçak kalkmayacak, tanklar vs kışlalardan çıkmayacak” emrinin verilmesi nasıl olup da yeterli görülebildi?
Cumhurbaşkanı’na darbe haberini neden eniştesinden önce MİT Müsteşarı ya da Genelkurmay Başkanı vermedi?
Neden Başbakan, kendisine bağlı bu iki memur tarafından bilgilendirilmedi?
Ve Fuat Uğur’un yazdıklarını okuyunca insanın aklına bin bir türlü tuhaf şey takılıyor.
İşsizlik rakamları açıklandı. Ağustos ayında işsizlerin sayısı 435 bin kişi arttı.
Artışın nedeni, işgücüne yeni katılanlar değil. Yani 435 bin kişi, geçtiğimiz ağustos ayında işini kaybetmiş.
İşsizlik oranı yüzde 11.3’e çıkmış gibi görünüyor ama unutmayalım ki artık bir iş bulma ümidi kalmadığı için iş aramaktan vazgeçen ve bu nedenle işsizlik istatistiklerine girmeyenler ile birlikte bakıldığında işsizlik oranı yüzde 19.4’e ulaşıyor.
Yani memleketimizde çalışabilir nüfusta, her beş kişiden biri işsiz.
Genç nüfusta işsizlik oranımız yüzde 19.9!
Her beş gençten biri işsiz, sokakta.
Avrupa Komisyonu’nun, Avrupa’daki 83 kent arasında yaptığı yaşam memnuniyeti anketinde İstanbul son sırada yer alıyor.
Böyle bir tabloda, şimdi bir de Avrupa Birliği’ni tartışıyoruz.
Cumhurbaşkanı, Avrupa’nın, demokrasiden ayrılma eğilimine giren Türkiye’ye yaptırım uygulamasını isteyenlere “Sen kimsin ya” diye sesleniyor.
Dış politika, iç politikanın devamı haline gelmiş durumda, her gün birisi fırça yiyor.
Oysa daha dört gün önce ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, şöyle diyordu:
“Açık konuşayım, Avrupa’dan kopmuş bir Türkiye algısı, gerçeklik farklı olsa da 3. Dünya ülkesidir.”
Şimşek, bunu acaba Cumhurbaşkanı’na anlatmak için hiç fırsat bulamadı mı?
Eminim Cumhurbaşkanı’na bir şekilde bu görüşünü iletmiştir ama görüyoruz ki Cumhurbaşkanı da her gün el yükseltiyor, Avrupa Birliği ile ilişkileri sonlandırmak için referandum yapmaktan söz ediyor.
Peki ekonomisi böylesine kırılganlaşmış, neredeyse durma noktasına gelmiş bir ülkenin yöneticisi olarak biraz daha dikkatli davranması gerekmez mi?
Hayır gerekmiyor, hatta tam tersine ekonomi duvara tosladığı için bilerek böyle yapıyor.
Böylece ekonomideki gerilemeyi, kendi iş bilmezliklerine değil, “Türkiye’yi kıskanan dış güçlere” bağlayacak, onun için böyle davranıyor.
Önümüzde artık bir referandum olacağı da neredeyse kesinleşmişken, ekonomiyi zora sokmuş bir ekip olarak söyleyebilecekleri başka ne olabilir ki?
“Dış güçler, bizi batırmak istiyorlar” vs.
İnanan çıkar mı? Hiç kuşku duymayın ki cepler iyice yanıncaya kadar bu masalı dinlemeye hazır çok insanımız var.