Ekrem Dumanlı: 'Paralel' lafını ilk kez kimler kullandı?

Ekrem Dumanlı: 'Paralel' lafını ilk kez kimler kullandı?

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, “Müslüman kitlelere ilk kez kimler tarafından ‘paralel’ dendiğini biliyor musunuz” diye sorduğu yazısında, bu ifadenin 1983’te Komünist Sovyet devrinde yazılan bir kitapta yer aldığını belirtti. Dumanlı yazısında, “‘Paralel İslam’ tabirinin izini sürünce gördüm ki komünist sistem kendi dayattığı ‘resmî İslam’ dışındaki Müslümanlara ‘paralel’ yaftasını yapıştırmış” dedi.

“Devlet eliyle din dayatması olmaz” diye Dumanlı, yazısında “Sivil gayretlerin samimi hizmetleri için sarf edilen ‘paralel' lafı, komünist zihniyetin bir yansımasıdır. Nasıl o gayr-ı tabii ve baskıcı rejim tükenip gitmişse bugün ya da yarın aynı mantıkla yapılmak istenen toplum mühendisliği de çökecektir” ifadelerini kullandı.

Ekrem Dumanlı’nın “‘Komünistler’in 'paralel' korkusu” başlığıyla yayımlanan (22 Eylül 2014) yazısı şöyle:

 

‘Komünistler’in 'paralel' korkusu

 

Müslüman kitlelere ilk kez kimler tarafından ‘paralel' dendiğini biliyor musunuz? Açıkçası bilmiyordum. Geçenlerde cesur bir dostun elinde gördüğüm “Şeytan'ın Oyunu” (Devil's Game) adlı kitapta uzunca bir dipnota rastladım.

İlk kez 2005'te neşredilen kitapta Komünist Sovyet rejimi tarafından kullanılan ‘paralel İslam' üzerinde duruluyor ve yazar, konuyu bazı kaynaklara havale ediyor. Bu kaynaklardan biri “Sovyet Devletine İslam Tehdidi” adını taşıyor. 1983'te kaleme alınan eser, Alexandre Bennigsen ve Marie Broxup imzasını taşıyor. Bu iki eserde rastladığım ‘paralel İslam' tabirinin izini sürünce gördüm ki komünist sistem kendi dayattığı ‘resmî İslam' dışındaki Müslümanlara ‘paralel' yaftasını yapıştırmış. Ta 1978'de bir dergide yayımlanan makalesinde yazar, Komünist Rusya'da bir ‘resmî İslam' bir de ‘paralel İslam' olduğunu ifade ediyor. Yani, Sovyet yapımı bir kavram var karşımızda: Paralel İslam. Müsaadenizle bu kavramın ne zaman, nasıl ve ne maksatla uydurulduğuna bir göz atalım.

1917 Ekim devriminin hemen ardından (3 Aralık 1917) komünistler bir bildiri yayınlıyor. “Rusya ve Doğu'daki Emekçilere Çağrı” başlıklı bildiride Komünist rejim, Müslümanların kimliklerini tanıdığını, inanç ve geleneklerinin güvence altında olduğunu deklare ediyor. Çarlık rejiminin aksine bir tutum bu. Ne var ki yeni rejimin asıl derdinin inanç özgürlüğü olmadığı, devrim sonrası ortaya çıkacak kaosu bertaraf etmek istediği anlaşılıyor. Nitekim 1920'den sonra dinler üzerine baskılar artmış, Sovyet rejimi insanları dinden uzaklaştırabilmek için her türlü zulmü ‘halklara' reva görmüştür. 1928'den sonra Rusya'daki Müslümanlara karşı baskı dayanılmaz boyutlara ulaşmış, camiler kapatılmış, Müslümanların okulları yasaklanmış, din adamları hakkında soruşturmalar açılmış, pek çoğu gözaltına alınmış, İslam'ı topyekûn ortadan kaldırmak için devlet bütün imkânlarıyla seferber edilmiştir. Dinin baskıyla yok edilemeyeceğinin anlaşılması uzun sürmedi. İnsanlar yazılı dinî kaynaklara ulaşamıyordu ve her geçen gün daha da bilgisiz hale geliyordu; fakat gelenek ve görenek kodlarında yer edinmiş kimliğini unutmuyordu. Düğünler, sünnet merasimleri, cenazelerin defni gibi birtakım hayata dair pratikler insanların kültürel kimliğini diri tutuyordu. Bunun üzerine Moskova 1941 ve 42'de Diyanet İşleri Müftülüğü kurdu. Taşkent, Buhara, Baynas ve Ufa'da inşa edilen Diyanet, rejimin belli bir çerçevede İslam anlayışına müsaade etmesi içindi. Sovyet rejimi aleyhine konuşmayacağı düşünülen hocalar bulundu ve müftü atamaları yapıldı.

Görünen o ki, insanları dinden tamamen uzaklaştıramayan Moskova, Soğuk Savaş'ın ruhuna da uygun bir formülle kendine bir çıkış yolu arıyordu. Rus Ortodoks kiliselerini de kapatan o günkü sistem kendini Hıristiyanlık konusunda kısmen başarılı buluyordu; ama söz konusu İslamiyet olunca şartlar değişiyordu. Sebebi malum: İslam bir ruhbanlık sistemi üzerine bina edilmemişti, dinin yaşaması için kurumsal yapılar şart değildi ve İslam her aşamada halkın içindeydi. Yani, camilerini kapatsanız, imamlarını tutuklasanız bile İslam, halkın arasında yaşamaya devam ediyordu. İşte bu sosyal gerçeğe binaen rejim yeni bir strateji geliştirdi. İslam'ı resmi makamlar vasıtasıyla temsil etme, onu da hükümet politikaları doğrultusunda güdümleme...

Strateji ‘resmi İslam' üzerine kurulunca bir başka problemle karşı karşıya kaldı ‘komünist'ler: Halkın arasında İslam'a duyulan ihtiyacı sivil bir kısım inisiyatifler karşılıyordu. Halktan hiçbir beklentisi olmayan bu kişilerin çeşitli tarikatlar ile anılması ve onlara bazı suçlamalar yapılması bir itibarsızlaştırmaya yol açsa da sonuçta toplum manevî ihtiyacını hayatın tabii akışı içinde karşılamaya gayret ediyordu. İşte bu noktada ‘paralel İslam' tabirinin kullanıldığını görmekteyiz. Yani, devletin atadığı kişilerce temsil edilmeyen, devlet politikası doğrultusunda dinî telkinde bulunmayan Müslümanlara paralel deniyordu. ‘Paralel İslam'ın (gayr-ı resmî İslam'ın) tehlikeli olduğuna inanan ve herkesi de buna inandırmaya çalışan o köhne komünist zihniyet, uzun seneler hem İslam'ı hem de diğer dinleri baskı altında tuttu. Sonuç?..

Bir gün o baskıcı sistem temelden çöküverdi. Komünist rejim hak ile yeksan olunca insanların gizliden gizliye yaşadığı dinî hayat tekrar canlanıverdi. Kiliseler açıldı, camiler inşa edildi ve ‘dinsiz bir rejim'in nasıl bir hata olduğuna herkes şahitlik etti. Şimdi Rusya'da insanlar dilediği inancı seçiyor, onun gereklerini yerine getirebiliyor. Yıllar sonra net bir şekilde görülüyor ki, o resmî dayatmanın başarı sandığı görüntülerde bile aldatıcı unsurlar bulunmakta. Mesela devlet eliyle dinî makamlara getirilen kişilerin önemli bir kısmı zevahiri kurtarmak için komünist sisteme övgüler dizse bile, kalpleri hatta bazı icraatları hiç de rejimin istediği eksende olmamış...

Su, eninde sonunda aslî mecrasını buluyor ve oraya akıyor; onu çeşitli baskılarla ana yatağından koparmak insan fıtratına ters bir yolda yürümeye benziyor. Devlet eliyle din dayatması olmaz. Sivil gayretlerin samimi hizmetleri için sarf edilen ‘paralel' lafı, komünist zihniyetin bir yansımasıdır. Nasıl o gayr-ı tabii ve baskıcı rejim tükenip gitmişse bugün ya da yarın aynı mantıkla yapılmak istenen toplum mühendisliği de çökecektir. İnanmayan komünistlere sorsun...