Elif Çakır: Abdullah Gül'e kulak verilseydi bugün bambaşka bir Türkiye olabilirdi

Elif Çakır: Abdullah Gül'e kulak verilseydi bugün bambaşka bir Türkiye olabilirdi

Karar yazarı Elif Çakır, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Gazeteciler tutuksuz yargılanmalı" ifadesine yöneltilen eleştirilere tepki gösterdi. Çakır, "Geçmiş gösteriyor ki, tarih onu haklı çıkardı. Belki o dönemlerde tepki vermek yerine kulak verilseydi bugün bambaşka bir Türkiye olabilirdi. O yüzden Abdullah Gül’e belki de bu kez kulak versek daha iyi  olmaz mı?" dedi.

Elif Çakır'ın "Abdullah Gül" başlığıyla yayımlanan (1 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Ülkemizin 11. Cumhurbaşkanı. AK Parti’nin kurucu isimlerinden... Hakkını teslim etmek gerekiyor ki, 14 yıllık AK Parti hükümetleri döneminde, askeri vesayetin adım adım geriletilmesinde de ülkemizin demokrasi rayına oturtulma sürecinde atılan cesur adımlarda da, ülkemizin dışarıdaki imajının düzeltilerek itibarının artırılmasında da ciddi emeği olan bir isim. 

Geçtiğimiz Cuma günü, Cumhuriyet Davası’na (kaldı ki, hukuk tarihinde böylesi bir iddianame örneği yoktur sanırım)  dair şöyle dedi: 

“Gazetecilerin her zaman tutuksuz yargılanmasının doğru olduğunu söylemişimdir. Şimdi de gazetecilerin tutuksuz yargılanmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.” (28 Temmuz 2017)

El hak doğru. Abdullah Gül  “basın özgürlüğü” konusunda dün ne düşünüyorsa bugün de aynı noktada. Allah var, dünden bugüne bir milim de sapmadı. AK Parti hükümetleri içinde görev yaparken de, Çankaya Köşkü’ne çıktıktan sonra da, bazen partisiyle ters düşmek hatta zaman zaman dışlanmak pahasına, hatta Fethullahçı terör örgütünün güçlü, dokunulmaz olduğu ve kutsal sayıldığı dönemlerde dahi  “kurumsallaşmış demokrasi, özgürlükler, hukuk devleti, adalet, yargı bağımsızlığı, hesap verilebilir bir yönetim, ötekileştirmeyen bir devlet anlayışı, siyasi şeffaflık” kavramlarının altını çizdi, üstüne basa konuştu. Doğru olanı dile getirdi, ilkesel olandan vazgeçmedi.

***

İsterseniz ne demek istediğimi, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçmiş dönem açıklamalarından birkaç örnek vererek daha net anlatmış olayım:

Yıl 2009. Fethullahçı terör örgütünün “Ergenekon” soruşturmalarını bahane ederek devletin kılcal damarlarına güle oynaya yerleşmeye çalıştıkları, yargıya laf edenin ise ertesi gün Ergenekoncu olduğunu öğrendiğimiz sene!

O yıl TBMM’in açılışında şu uyarıyı yapmış:

“Olağanüstü hal, sıkıyönetim  durumunda dahi ihlal edilmeyecek hakların yaşadığımız süreçte sıkça ihlal ediliyor olması üzücüdür. Özellikle medyaya bu konuda önemli görevler düşmektedir. Kişilerin mahkemelerden önce yazılı ve görsel medyada yargılanıp mahkum edilmeleri hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Devlet hayatının her alanında, usul yasalarına özellikle dikkat edilmesini tavsiye ediyorum. (1 Ekim 2009) 

Yıl 2011. Kamuoyunda Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarında tali yollara sapıldığı, ÖYM’ler eliyle şahsi hesaplar görüldüğü tartışma konusu. Cumhurbaşkanı Gül önce TBMM’de yaptığı konuşmada sonra da katıldığı bir televizyon programında şunları söylüyor:

“Demokrasinin en temel ve vazgeçilmez ilkelerinden biri de hukukun üstünlüğüdür. Haksızlık ve adaletsizlik hukuk kılıfına sarılmamalıdır. Hukuk ‘adalet’ ilkesini gözetmelidir. Hukuk devleti ilkesinin ve hukukun üstünlüğü idealinin nihai hedefi ‘adalet’ talebinin karşılanmasıdır.” (1 Ekim 2011, TBMM Konuşması)

“Yakın siyasi tarihimizi hep birlikte yaşadık. Ne tür olağanüstü dönemlerin olduğunu hepimiz biliyoruz. Türkiye’de her şey dört dörtlüktü diyebilecek halimiz yok. Bir daha yanlışların yapılmaması için Türkiye’nin hukuk standartlarıyla bunları şeffaflaştırması gerekiyor. Yanlış yapanlar hesabını vermek zorundadır. Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarının süratli bir şekilde ve hukuki çerçevede, herkesin hak ve hukukuna saygıyla neticelendirilmesi gerekiyor.”  (27 Aralık 2011 televizyon konuşması)

Hatırlayalım. 2011’in en önemli olaylarından birisi de Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan bazı isimlerin genel seçimlerde milletvekili seçilmesine rağmen tutukluklarının devam etmesi, mazbatalarını alamamalarıydı.

Abdullah Gül, 2012 Meclis açılış konuşmasında bu hususa değindi ve şöyle dedi: “Seçimlere yasal yollarla katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararı çıkana kadar yasama faaliyetlerine katılması gerektiğini düşünüyorum.”

Gül’ün bu sözleri  dönemin Başbakanı Erdoğan’a sorulduğunda cevabı ‘Cumhurbaşkanıyla polemiğe girmek istemem” olmuştu.

Gül sadece bu açıklamayı yapmakla kalmadı. Tutuklu milletvekillerine bir de tutuklukluklarını bitirecek yolu gösterdi: Anayasaya Mahkemesine gidin ve bireysel başvuru hakkınızı kullanın.

Yazıya Abdullah Gül’ün basın özgürlüğü açıklaması ile başladık, 2011 yılından basın özgürlüğü açıklaması ile bitirelim.

Nedim Şener ve Ahmet Şık 6 Mart 2011 tarihinde görüntüde Ergenekon davası kapsamında tutuklandıklarında devletin başı olarak verdiği tepki kıymetliydi:

“Yargının işine karışmam söz konusu olamaz. Ancak olup bitenleri takip ettiğimde intibaım şu ki, kamu vicdanında kabul görmeyen bazı gelişmeler oluyor. Bu hal, Türkiye’nin geldiği ve herkes tarafından takdir edilen görüntüsünü gölgelemektedir. Bundan kaygı duyuyorum.” (Milliyet, Fikret Bila, 7 Mart 2011)

Neden geçmiş hatırlatması yaptığıma gelince...

Dün de “gazeteciler tutuksuz yargılanmalı” dediği için linç edilmişti.  Bugün de aynısı oldu. Cumhuriyet Davasına dair söyledikleri nedeniyle bir kez daha kimliksiz troller ve kimliği belli itibar suikastçılarına ‘işaretlenerek’ hedef  gösterildi.

Olsun. Abdullah Gül yine de her şeye rağmen konuşmaya hak olanı hatırlatmaya devam etmeli.

Zira geçmiş gösteriyor ki, tarih onu haklı çıkardı. Belki o dönemlerde tepki vermek yerine kulak verilseydi bugün bambaşka bir Türkiye olabilirdi. O yüzden Abdullah Gül’e belki de bu kez kulak versek daha iyi  olmaz mı?