Karar yazarı Elif Çakır, Yargıtay 16. dairesinin aldığı 'FETÖ' kararına, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman'ın karşı çıkmasına tepki gösterdi. Çakır, "Yargıtay 16. Daire dört dörtlük bir “suçlu suçsuz ayrımını yapan, at izinin it izine karışmasını imkansız hale getirecek, sapla samanı keskin bir şekilde ayırmayı mümkün kılan, kesin suçlu tanımını ortaya koyan” bir karar yazdı. Yargıtay 16. Daire’yi ve bu kararı hassaten yazan yargıçlarımızı kutlamak isterim" dedi.
"Yargıtay'ın kararı bizi bağlamaz" diyen Kocaman'a tepki gösteren Çakır, "Soralım: Yargıtay’ın vermiş olduğu karar Ankara Cumhuriyet Başsavcısını bağlamıyorsa kimi bağlar? Kimi bağlasın!" ifadesini kullandı.
Çakır'ın "Pardon 3 yanlış 1 doğruyu götürecek!" başlığıyla (17 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Hatırlıyorsunuz değil mi?
Bundan tam 4 yıl önce..
Milli Eğitim yetkilileri on binlerce öğrencinin merakla beklediği TEOG sisteminin ‘muhteşem özelliklerini’ anlata anlata bitirememiş, akademisyenlerle, okul müdürleriyle, öğretmenlerle, velilerle, öğrencilerle, eğitim uzmanlarıyla yaptıkları çalıştaylar neticesinde ortaya çıkan model sayesinde sonunda ülkecek “köklü bir eğitim sistemine” sahip olacağımızı, hatta bu modelin eğitimle alakalı bütün yeni gelişmelere uyum sağlayacak “köklü bir temel” olduğunu falan anlatmıştı.
Türkiye’nin yıllardır muhtaç olduğu “eğitim modelini” bulan Milli Eğitim’in “süper” kadrolarının yaptıkları açıklamalara, verdikleri mülakatlara bakınca, AK Parti hükümeti nihayetinde aradığı MEB kadrolarına kavuştu falan deniliyordu.
TEOG sistemi öğrencilerin ve velilerinin üzerindeki sınav baskısını ve kaygısını azaltacak bir modeldi vesaire.
Hatta dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Hocamız TEOG sisteminin en şahane özelliğini ise şöyle müjdelemişti:
“Artık bu sistemde 3 yanlış 1 doğruyu götürmeyecek. Çocuklarımız ve velilerimiz artık yanlışlar doğruyu götürüyor kaygısı yaşamayacaklar.”
***
4 yıl sonra bugün...
Şimdi 4 yıl önce “öğrenci ve velilerin üzerindeki sınav baskısı ve kaygısını azaltacak olan TEOG modelini” bulan Milli Eğitim kadroları 4 yıl sonra bir kez daha “öğrenci ve velilerin üzerindeki sınav baskısı ve kaygısını azaltacak muhteşem modelleriyle” kamuoyunun karşısına çıktılar!
Ve Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz yeni sistemlerinin önemli özelliklerinden birisini ise şöyle açıklıyor:
“Sınavlarda 3 yanlış 1 doğruyu götürecek.”
***
E tabi, ülkemiz malum gündem yoğunluğunda bir gün öncesinde olan biteni, ne söylendiğini hatırlamıyor ki, kaldı ki dört yıl öncesini hatırlayacak. Ayrıca hatırlayıp da Milli Eğitim Bakanlığına dün “3 yanlış 1 doğruyu götürmeyecek” müjdesini yapan sizdiniz bugün “3 yanlış 1 doğruyu götürecek” diyenler de sizsiniz!
Bir açıklayın ne oluyor? Nasıl oluyor?
Diyecek olunsa bir maliyetinin olmadığı dahası kimse de tınmayacağı için...
Oluyor işte böyle şeyler...
Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı bizlere güvenmeye devam ediniz, açıklamaları yapsınlar.
E tabi ki... Hay...Hay...
Elbette ki, “Türk eğitim sistemi dünyaya uyum sağlayamıyor. Öğrettikleriniz artık gereksiz. Tamam, sisteminiz nasılsa öyle devam ediyor ama dünya dönüyor. Değişen dünyada yeni yetenek çeşitlerine ihtiyacınız var. Öğretmenlere her gün yeni bir şey anlatırsanız, bir gün hiçbir şeye inanmaz hale gelirler, değişim stratejik ve tutarlı olmalı” gibi (belli ki ülkemizi kıskanan birisi) abuk sabuk konuşan açıklamalar yapan PISA Direktörü Andreas Schleicher’e güvenecek halimiz yok!
Sonuçta... Milli Eğitim Bakanımıza göre endişeye mahal yok! Zira Sayın Yılmaz’a göre “Türkiye, geçmişe kıyasla eğitime daha çok önem veriyor, eğitime daha fazla kaynak ayırıyor ve eğitimde de alınan sonuçlar çok daha iyi durumda.”
FETÖ, Türkiye’nin başına gelmiş geçmiş en büyük, en aşağılık terör örgütüdür. Dolayısıyla FETÖ davası devletin bekasını ilgilendiren bir davadır. FETÖ öyle bir terör örgütüdür ki mensuplarının en belirgin özellikleri gerektiğinde “takiyye” gerektiğinde ise “ölü taklidi” dahi yapabilme yeteneklerine sahip olabilmeleridir. Bu örgütün devletin bütün hücrelerine bir habis ur gibi nasıl sızdıklarını ve devletin imkanlarıyla devlete karşı nasıl operasyon yaptıkları ortada.
17-25 Aralık’ın üzerinden 4 yıl geçti devlet de toplum da hala kendisini toparlayamadı ve devlet içindeki tasfiyelerinin de tam olarak gerçekleştirildiği söylenemez.
Ve böylesi ortamlar en sisli en dumanlı olan ortamlardır. Birilerinin rahatça kişisel hesap görmelerini mümkün kıldığı gibi toplumda büyük mağduriyetlere de sebep olabilir. Ve bu bağlamda en büyük sorumluluk FETÖ davasını soruşturan, bu davada hüküm veren yargıçlarımıza düşmektedir. Ki onlar toplumda adalet dağıtan kanun adamlarıdır.
Ve kanunlara uyulması konusunda, adaletin tecelli etmesi konusunda en hassas olması gereken kişilerdir. Toplum yargıçların adaletle hükmedeceği konusunda güven duymalıdır. Yargıtay kurumunun ne olduğunu da yetkilerinin ne olduğunu da, Yargıtay bir karar verdiği zaman bunun ne anlama geldiğini de en iyi yargıçlar bilirler. Şimdi. FETÖ gibi hassas bir davanın devam ettiği şu günlerde, (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaç kez “at izi it izine karışıyor” uyarısı yaptığını hatırlayın lütfen) Yargıtay 16. Daire dört dörtlük bir “suçlu suçsuz ayrımını yapan, at izinin it izine karışmasını imkansız hale getirecek, sapla samanı keskin bir şekilde ayırmayı mümkün kılan, kesin suçlu tanımını ortaya koyan” bir karar yazdı. Yargıtay 16. Daire’yi ve bu kararı hassaten yazan yargıçlarımızı kutlamak isterim.
Ve Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman kalktı dedi ki: “Yargıtay’ın kararı bizi bağlamaz!!!”
Soralım: Yargıtay’ın vermiş olduğu karar Ankara Cumhuriyet Başsavcısını bağlamıyorsa kimi bağlar? Kimi bağlasın!