Fehmi Koru/ 12 Eylül 2008/ Yeni ŞafakElmalarla armutları karıştırma gazeteciliği Galiba Başbakan Tayyip Erdoğan'ın neden böyle bir kavga başlattığını dün daha iyi anladım. Dün Milliyet'te Serpil Yılmaz imzasını taşıyan “Deniz Feneri medyaya kadar uzanıyor” başlıklı bir yazı çıktı. Yazıda benim adım da “Beyaz Holding'in eski ortaklarından, gazeteci” bilgisiyle geçiyor. Milliyet yazarı şunları yazmış: “Beyaz'ın Almancası- / Ortada sayısız ilişki var. / Hiç uzatmaya gerek yok. / İster ' Kanal 7 - Deniz Feneri - Yimpaş - Beyaz Holding – AKP' yazın; (..) ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: / Bu kurumlar ve kişiler arasında ideolojik, siyasi ve maddi bir ilişki kurulmuş.” Yazıda, aralarında ilişki kurulan kişiler arasında, Deniz Feneri vesilesiyle adları geçenlere ek olarak, bir politikacı, birkaç işadamı ve birkaç gazeteciyle birlikte ben de varım. İyi de 'Beyaz Holding' adlı bir şirketin ortağı olduğumu ilk kez duyuyorum; bu nasıl oluyor? Belli ki, günlerdir tartışılan konunun içine benim adımı da bulaştırmaya karar vermişler... Nasıl olsa “Son olayla gerçekten bir ilgisi var mı?” diye kimse sorgulayacak değil. Diyelim ben yazılana cevap verdim ve ilgim olmadığını açıkladım, -şimdi yaptığım bu- okurlarımız aynı kişiler olmadığından, Milliyet'te çıkan yazıyı okuyanların benim cevabımdan haberdar olmaları imkânsız. Başbakan Erdoğan'ın “Yazın, ama doğruları yazın” derken kast ettiği herhalde buydu. Milliyet'teki dostlara gerçekleri öğrenme konusunda ben yardım edeyim. Önce eski bir yazımdan (3 Kasım 2006) bir paragraf sunayım. Yazıya, Türkiye'nin o sırada yaşadığı Yimpaş eksenli tartışmaya katılmada hevessiz görünmemin sebebini sorarak başlıyorum ve ardından şunları yazıyorum: 'Neden?' sorusunun basit bir cevabı var: Ben bu konunun iki biçimde tarafıyım da ondan. Önceki çalıştığım gazeteden ayrılmış boşta gezerken, bana yöneltilen 'Birlikte gazete çıkaralım' teklifi üzerine bir medya şirketi kurmaya kadar varan, ancak o süreçteki gözlemlerim sebebiyle neredeyse şirketin kurulduğu gün kesilen bir ilişkim olmuştu Yimpaş'la... Durun daha beteri de var: Elime geçen yüklüce bir parayı da gittim Yimpaş'a emanet ettim; piyasada 'Yimpaş mağduru' diye sözü edilen kişilerden biriyim ben...” Hayatımda herhangi bir biçimde ilişkilendirilebileceğim bir şirket veya holding olmadı. Tek istisna, o sıralar (1999) ülkemizin en hızla büyüyen 'çok ortaklı grubu' olarak görünen Yimpaş ile günlük gazete yayınlama amacıyla oluşturulan Nehir Medya... Onunla da irtibatım, Notere şirket ortağı olarak belgeleri verdiğim gün kesildi; herhangi bir etkinliğine katılmadığım gibi, herhangi bir menfaat ilişkim de olmadı. Şirketin devam edip etmediğini bile bilmiyorum. O şirkette yer alan bazı kişileri biraraya getiren de benim. Kuracağımız şirket bir günlük gazete çıkaracaktı, sürekli işbirliği yapabileceği bir TV kanalına ihtiyaç olacağını düşündüm. Kanal-7 yöneticileri böylece benim davetimle şirkete geldi. “Nasıl bir gazete olmalı?” sorusuna cevap aramaktan başlayarak yayına başladıktan sonra da sürekli halkın nabzını tutmayı planladığım için, araştırma kuruluşu ANAR'ın o zamanki yöneticisi Prof. Beşir Atalay benim tercihim olarak şirkette kurucu olmayı kabul etti. Geçmişte (5 Ocak1999) kalmış ve şirket öncesi takriben bir ay, sonrası bir gün sürmüş bu ilişkiyi, 2006 yılında patlayan Yimpaş tartışmaları sırasında kendim açıklamıştım. Gazete projesinden vazgeçince derhal Yeni Şafak'ta yazmaya başladım (11 Ocak 1999) ve bir süre sonra elime geçen toplu bir parayı da, değerlendirmesi için, Yimpaş'a yatırdım. Şaka yapmıyorum, o zaman da yazdığım gibi, “Ben de bir Yimpaş mağduruyum.” “O dönemde Deniz Feneri diye bir örgüt var mıydı, Almanya'da faaliyet gösteriyor muydu? 'Beyaz Holding' diye bir şirket kurulmuş muydu?” bilmiyorum. Bildiğim tek şey, doğrularla yanlışları birbirine karıştırarak sunmanın adına 'gazetecilik' denmeyeceği tepkisini vermekte Başbakan Erdoğan'ın ne kadar haklı olduğunu dün daha iyi anladığım...