Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan, 16 Nisan'daki anayasa değişikliği referandumuyla ilgili "Üste konan iki darbe anayasasından demokrasi çıkmaz" yorumunda bulundu. Hükümetin, referandum sürecinde 'rejimin değil hükümet sistemi değişikliği öneriyoruz" söylemini öne çıkardığını belirten Gürkan, "Türkiye’nin politik sisteminde önemli değişiklikler yapılmak isteniyor. Referandumda evet ya da hayır demeyi, demokratik haklar ve siyasal özgürlükler açısından tartışmamız gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.
Evrensel'den Çağrı Sarı'nın sorularını yanıtlayan Gürkan'ın yanıtları şöyle:
Referandumu Türkiye için neden tarihi bir eşik olarak tanımlıyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetin yapmak istediğini, basitçe anayasanın 18 maddesinin değiştirilmesi olarak göremeyiz. Her ne kadar hükümet cenahından “rejim değil hükümet sistemi değişikliği öneriyoruz” söylemi öne çıkarılarak geçiştirilmeye çalışılsa da, Türkiye’nin politik sisteminde önemli değişiklikler yapılmak isteniyor. Referandumda evet ya da hayır demeyi, demokratik haklar ve siyasal özgürlükler açısından tartışmamız gerekiyor.
Bütün bir halkın devlet yönetimine katılıp katılmamasının, siyasal demokrasi ihtiyacının bir parçası olarak tartışmamız gerekiyor. Biz, ülke yönetimine dair bütün yetkilerin tek adamda toplanmasına, yargının, yasama yetkisinin, yürütmenin tek elde toplanmasına karşıyız. Referandumda da işçiler ve emekçiler esas olarak buna evet ya da hayır diyecek. İşin özeti budur.
Referandum parlamenter sistem ve tek adam arasında bir tercih olarak tartışılıyor. Sizin bu konudaki yaklaşımınız nedir? Mevcut sisteme yönelik eleştiriler bütünüyle haksız mı?
Şunu söylemiyoruz; Mevcut parlamenter sistem işliyor, siyasal demokrasinin kuralları egemen durumda. Aksine mevcut siyasal sistem yeterince anti demokratik. Çünkü 12 Eylül askeri darbesinin felsefesi ile oluşturulmuş bir anayasa var. Demokratik haklar, siyasal özgürlükler açısından zaten problemli bir siyasal sistem var. Bunu daha baskıcı bir tek adam-tek parti düzeniyle değiştirmeye ihtiyaç yok. Bir darbe rejimi üzerine inşa edilen bir anayasanın, başka bir darbeci anlayışla değiştirilmesinin demokrasi getirmeyeceği gün gibi ortada. Üst üste konan iki darbe anayasasından demokrasi çıkmaz.
Ama iktidar 12 Eylül anayasasından kurtulmayı vadediyor, sıkıyönetim kalkacak söylemini kullanıyor...
Geçmişte sıkıyönetim mahkemelerini, devlet güvenlik mahkemelerini, istiklal mahkemelerini gördük. Ama bunlar her seferinde demokrasi mücadelesiyle işlevsiz kılındı. Fakat bir şekilde yerine daha ağır koşullarda bir düzenleme getirdiler. Şimdi de biçimsel olarak sıkıyönetim kaldırılıyor gibi görünebilir ama Cumhurbaşkanına verilen olağanüstü hal ilan etme ve kararname çıkarma yetkisi sanırım önümüzdeki dönem sıkıyönetimi aratacak uygulamaları getirecek. “Evet” kanadı, daha demokratik bir Türkiye olacağı iddiası ile gerekçelendiriyor tezlerini. Ama bu değişiklik kabul edilirse, biçimsel de olsa halkın hiçbir denetim ve sorgulama mekanizması olmayacak. Yani halka “5 yıldan 5 yıla sandık kuyruğuna girin, oyunuzu verin, bizi seçin ve gerisine karışmayın” diyorlar.
Cumhurbaşkanının yargılanabilecek olması, milletvekilli yaşının 18 yaşa düşürülmesi ‘demokratikleşme’ olarak sunuluyor...
Evet, sözde Cumhurbaşkanı’nın yargılanabileceği hükmü yer alıyor pakette ama bunun önüne o kadar çok engel konulmuş ki mümkün değil! Soruşturma teklifi verebilmek için 301 vekilin imzası gerekiyor. Soruşturmanın kabul edilmesi için 360 vekile ihtiyaç var. Kararın kabul edilmesi için 400 vekil gerekiyor. Hadi bunların hepsi oldu diyelim... Yüce Divan sıfatıyla yargılamayı yapacak olan merci Anayasa Mahkemesi; onun da 15 üyesinin 12’sini doğrudan kalan 3’ünü dolaylı olarak –çoğunluğu partili cumhurbaşkanının atadığı vekillerden oluşan meclis yani-dolaylı olarak Cumhurbaşkanı atıyor. Dolayısıyla bu yargılama mevzusu tam bir dalavereden ibaret! Vekil olabilme yaşının 18’e düşürülmesi de öyle. Elbette ki 18 yaşındaki bir gencin seçilme hakkı da olmalı. Ama mesele bunun hayatta bir karşılığının olup olmayacağıdır. Kaç genç milletvekili olabilecek? Milyonlarca genç işsizliğin, eğitimsizliğin, geleceksizliğin kıskacında yaşıyor. Üniversitelerde, sanayi havzalarında gençlerle konuşuyoruz. Hiç biri yarına dair umutlu değil. Üniversiteye giden gençlerin hepsi Erasmus gibi programlarla bir an evvel ülkeden gitmek istiyor. Gelecek kaygısı olmayan bir genç ülkesinden gitmek ister mi? Bu da içi boş, pratikte karşılığı bulunmayan ve gençleri oy deposu olarak görmekten ibaret bir madde.
Peki istikrar geleceği, ekonominin şaha kalkacağı iddialarına ne diyorsunuz? Hükümet, anayasa kabul edilirse Türkiye güçlü olacak şeklinde karşılıksız savuruyor. Boş vaat... Seçimi kazanmak için halkı ikna etmek üzere yapılmış olan hamaset. Biliyoruz ki sonuç ne olursa olsun, uygulanan ekonomi politikaları ile halkın yoksulluk ve işsizlik başta olmak üzere hiçbir sorunu çözülemez. Hatırlayın 2002 yılında 3Y ile mücadele edeceğiz diyerek gelmişti AKP Hükümeti; yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar... Şimdi 15 yıllık pratiğe bakıyoruz. Gerçekten de 3Y’nin hükümeti olmuş durumda; Yolsuzluk ve yoksulluk arttı. Sadece gazetecilerin cezaevindeki sayısı ve işçilerin grevlerinin yasaklanması bile hükümetin yasakçı zihniyetinin boyutunu gösteriyor.
Erdoğan, değişiklik paketinde yer alan Cumhurbaşkanının Meclisi feshetme yetkisini inkar ediyor. Fakat yasa maddesi açık... Bu inkardaki ısrar neden?
AKP ve MHP’ye oy verenler bile bütün yetkilerin tek adamda toplanmasından kaygı duyuyorlar ve Meclis’i fesih yetkisi nedeniyle tereddüt yaşıyorlar. Demokratik açıdan ne kadar sorunlu olursa olsun 100 yıldan fazla bir parlamento deneyimi var. Bundan vazgeçmek istemiyorlar. Erdoğan ısrarla “Fesih yetkisi yok” diyor. Eğer kastettiği 600 kişilik parlamentoyu tümden kapatmaksa söylenen bu değil. Cumhurbaşkanına seçimleri tanımama ve dilediği zaman tek başına meclis seçimlerini yenileme hakkı verilmek isteniyor. 7 Haziran’da gördük bunu... Demokrasi, barış, emek güçleri bir araya geldi ve HDP bünyesinde Meclis’te güçlü bir temsiliyet elde ettiler. Erdoğan sık sık 7 Haziran vurgusu yapıyor. Neden? Bir daha yaşanmasını istemiyor. Halk güçleri, emek güçleri, demokrasi güçleri siyasette olmasın istiyor.
Canı istediğinde yeniden seçim istiyorum diyebilir mi? 7 Haziran’dan sonra koalisyon kurulamadı. Fesih bu nedenle gerçekleşmedi mi? Kurulamadı değil, kurulabilirdi, ama AKP istemedi. 7 Haziran akşamı hükümet dedi ki ‘milletimiz kaosu seçti.’ Bunu kabul etmeyecekleri, seçimleri yenileyecekleri o günden belliydi. Oyalama taktiğiydi yaptıkları. Çatışma ve savaş kışkırtıcılığıyla siyasal atmosferi terörize ettiler ve böyle bir ortamda 1 Kasım seçimlerine gittiler. Anayasa değişikliğine göre “kamu güvenliği tehdit ediliyor” diye OHAL ilan edip seçimleri yenilemesinin önünde ne engel var? Demokrasilerde bu tür kararlar kişilerin keyfine bırakılmaz, gerekli mekanizmalar işletilir.
7 Haziran’da ‘kaos’ diyenler şimdi de ‘hayır çıkarsa kaos olur’ diyor. Buradan hayır çıkarsa referandum kararını tanımama gibi bir durumla karşılaşılabileceğimizi mi anlamalıyız... Normalde seçim dönemlerinde vaatler verilir. Referandum sürecine bakıyoruz, vaatlerin değil tehditlerin, şantajların olduğu bir propaganda yürütüyor hükümet cephesi. Ülke sanki işgal altındaymış gibi Cumhurbaşkanı “Bir canımız var, vatan için veririz” diyor. Halkı panik halinde korkutarak sindirmek ve buradan evet çıkarmak gibi bir niyetleri var. Bir taraftan da hayır çıkarsa diye 16 Nisan’dan sonrası için atacakları muhtemel adımlara gerekçe yaratıyorlar.
Hayır sonucundan sonra nasıl bir Türkiye’ye uyanacağız? ‘Hayırın bize ne faydası olacak, bir anda demokrasiye, refaha mı geçeceğiz’ diyenlere yanıtınız ne? Sahadaki çalışmalarda geniş kesimlerde hayır eğilimi gözlüyoruz. AKP ve MHP’ye oy veren toplumsal kesimlerde de... Sandıktan hayır çıktığında da her şeyin birdenbire güllük gülistanlık olmayacağını biliyoruz. Demokrasi mücadelesini ilerletme, kutuplaşmayı dağıtma ve toplumda yeniden dayanışma içerisinde mücadeleyi örgütlemek için bir olanak sağlamış olacağız. Zayıf bir ihtimal, fakat evet çıkması durumunda kuşkusuz hükümetin yasal düzenlemelere ilişkin planları var. Kıdem tazminatlarının tasfiye edileceğini, kamu emekçilerinin iş ekonomik, sosyal ve siyasal alanda yeni bir saldırı dalgasının geleceğini bilmeliyiz.
2019 yılına kadar mı olacak bunlar? Yani seçime kadar... 2019 yılını bekleyecekler mi? Hemen yeni sisteme geçmek için seçimleri yenileyebilirler... Bunun bir güvencesi yok. Seçimlerden hemen sonra da bu hakları gasp edecek ve baskıları artıracak uygulamalar, düzenlemeler gündeme gelecektir.
Erken seçim ihtimalinden mi bahsediyorsunuz? Tabii mümkün. Çünkü hayır çıkarsa halk iki şeye hayır demiş olacak: Bir, hükümetin uyguladığı politikalara. İki, getirilen anayasa değişikliğine. Erken seçim olmasa da kartların yeniden karılması gündeme gelebilir. OHAL koşullarında, baskıyla ülkeyi yönetmenin kolaylığını görmüş durumda hükümet. Kararnamelerle yönetmeyi deneyeceklerdir. Hükümetin sarıldığı argümanlar şunlar: Güçlü Türkiye... Yol yaptık, köprü yaptık... Bunlar kendi şahsi paralarıyla yapılmadı, 80 milyonun kaynağı kullanıldı. Ayrıca köprüden geçen her araç için para ödüyoruz. ‘Güçlü Türkiye’ propogandası yaparken “IMF borçlarını ödedik” diyorlar. Peki, ya dış borçlanmalar? Yabancı sermayeye yapılmış borçlar bunlar ağırlıklı olarak. Türkiye’nin geleceği yaklaşık 450 milyar $ borçla ipotek altında. Torunlarımız bile borçlu. 2015 yılında 9 milyar dolar borç ödemişiz. 2017 yılında ise 49 milyar dolar borç ödememiz gerekiyor. Peki nasıl? Getirilen düzenlemelere bakıyoruz: Varlık Fonu oluşturuldu, bireysel emeklilik sigortası zorunlu kılındı, esnaflar için de ‘ahilik fonu’ getirmeye çalışıyorlar, metrekare hesabı üzerinden emlak sertifikaları oluşturuyorlar... Yani halkın sırtından ödenecek bu borçlar. İşte tüm bunları hesaba katarak kararını vermeli herkes.
Tüm bunları işçilere anlattığınızda ikna oluyorlar mı?
İşçiler mevcut durumdan rahatsız. AKP’ye oy veren, ‘Cumhurbaşkanını çok seviyorum’ diyen işçi bile kendi yaşadığı sorunları konuştuğumuzda, rahatsızlıklarını dile getiriyor. Geleceklerini güvence altında hissetmiyorlar. Ne zaman "işten atılırım" kaygısı var. Örneğin İzmir’de bir araya geldiğimiz işçiler diyor ki, bırakın bir yıllık kredi çekmeyi, birkaç ay bile borçlanmaya korkuyoruz. Yarınımızdan emin değiliz. İşçiler, gençler umutsuz ve mutsuz. Haliyle bu politikalarla iktidarın ilişkisi kurulduğunda sorumlu olarak tabi ki hükümeti görüyor.
Peki, sizce sandığa yansır mı bu tepki? Bir çok yerde işçi toplantısına katıldınız, gözlemleriniz nedir?
Yani bir kısmı gözü kapalı Erdoğan’a oy vereceğim diyerek evet diyecektir. Ama düne göre bu kesim azınlıkta görünüyor. Biz parti olarak işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler içerisinde hükümet ne yapmak istiyor, bu düzenlemeyle getirilen siyasal yapı nedir, bunları konuştuk. Hem bilgilendirme, hem de tartışma platformu oluşturmaya çalıştık. Sonuç ne olursa olsun esas olarak hem yasal hem anayasal düzenlemeler açısından, işçi sınıfı içerisinde demokratik haklar ve siyasal özgürlükler için mücadele bilincini geliştirebilirsek kıymetlidir diye düşünüyorum.
Buluştuğunuz kesimlere ‘nasıl bir anayasa’ tarif ediyorsunuz? Türkiye’de işçi sınıfını, emekçi sınıfları, kadınları, gençleri, esnafı, üretici köylüleri, akademisyenleri içeren, bütün toplumsal kesimlerin bileşeni olduğu bir kurucu meclis marifeti ile oluşturulacak, ülkenin ihtiyacını tespit eden bir anayasa tarif ediyoruz. Demokratik bir işleyişi ve yargı bağımsızlığını garanti eden, işçi sınıfının örgütlenme ve toplu pazarlık hakları ile siyasal hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, kadınların, gençlerin taleplerini, inanç özgürlüğünü güvence altına alan, gerçek laikliğin yer aldığı bir anayasa... Kürt sorununun eşit haklarla çözümünü de güvence altına alacak. Doğanın korunmasını da...
Kürt illerinde tablo nasıl? Önemli bir kesimin sandığa gitmeyeceği iddia ediliyor...
Bence, bu noktada HDP’nin açıklaması önemli. Hayır kararlarını açıkladılar ve bunu örgütlüyorlar. Açıktır ki eş başkanlarının, 13 vekilin ve çok sayıda parti yöneticisinin tutuklu olması, belediyelere kayyım atanması bölgedeki çalışmaları engelleyici faktörler. Yaşadıkları şiddete ve acıya karşı Kürt halkının önemli oranda sandığa gidip hayır oyu kullanacağını düşünüyoruz. ‘Sandığa gitmeyecekler’ söylentisi bilinçli olarak kışkırtılıyor. Umudu kırmak için... Bu nedenle baskılara karşı bölge halkı ile dayanışma içerisinde olmak, dayanışma gördüğünü hissettirmek önemli. Kışkırttıkları bir diğer düşünce de “Biz ne yaparsak yapalım, sandıktan evet çıkartırlar.” Hayır! Bu da umutsuzluğa kapılıp sandığa gitmekten caydırma yöntemi. İki yaklaşımdan da uzak durmak gerekiyor.