Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan, anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçme sürecinde yaşanan sertliğin bir benzerinin referandumda olabileceğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere devlet yönetiminin en tepesindeki bulunanların toplumu ayrıştırıcı, terörize eden söylemleri olduğunu söyleyen Gürkan, bu ifadelerin seçmen tabanında karşılık bulması endişesi taşıdığını ifade etti.
AKP Manisa İl Başkan Yardımcısı Ozan Erdem'in "Evet çıkmazsa iş savaşa hazırlanın" söylemi ile ‘hayır' diyeceğini açıklayan Kamu Sen ve yöneticilerine yönelik saldırıları örnek veren Gürkan, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin de aynı yolu izlediğini, EMEP'in adını da sayarak ‘hayır’ diyenleri terörle yan yana koyduğunu söyledi.
Medyanın ‘hayır’ diyeceklerini açıklayanlara yönelik verdiği sınavı de hatırlatan Gürkan, “Medya 'hayır' propagandasına kapalı olduğu gibi, çalışanının 'hayır' demesini dahi hazmedemiyor. İrfan Değirmenci’nin işten atılması, başkanlık göndermesi var diye belgesel gösteriminin durdurulmasında olduğu gibi. Baskı, yasak, sansür kıskacında bir referandum yaşayacağımız açık” dedi.
Anayasa değişikliğine karşı ‘hayır’ çalışmalarını başlatan EMEP, özellikle işçiler ve halk arasında yaratılmaya çalışılan kutuplaşmayı dağıtacak, bu kesimleri tercihi ne olursa olsun siyasal tartışmaya dahil edecek bir çalışma yürütecek. Selma Gürkan, “Herkes farklı gerekçelerle ‘Hayır’ dese de sandıktan çıkacak ‘Hayır’ ağırlıklı olarak demokratik bir Türkiye beklentisini ifade edecektir” diyor.
EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan'ın T24’ün sorularını verdiği yanıtlar şöyle;
- AKP’nin 25 Şubat’ta vereceği startın arkasından meydanların iyice ısınacağı anlaşılıyor. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da kampanya yapacağı görülüyor. Nasıl olacak bu kampanyalar?
Anayasa değişikliğinin meclisten geçme sürecine baktığımızda, referandum sürecinin de benzer siyasal sertlikle geçeceğini söyleyebiliriz. Hükümetin baskı uygulamaları bakımından da siyasal söylemler açısından da sertlik devam edecek görünüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı, kampanya süreci başlamadan “Hayır” diyecekleri, ‘terör’le ilişkilendirerek bu söylemini “Evet” çalışmasının merkezine koyacağını gösterdi. Başbakan da aynı yolu izlerken, Bahçeli açıkça partimizin de ismini zikrederek benzer söylemleri kullandı. Tabi en tepedeki siyasetçiler bu söyleme sarılınca, tabanda da “Hayır” açıklaması yapan Kamu-Sen’e kendisini ülkücü olarak adlandıranların saldırısı, AKP Manisa il başkan yardımcısının iç savaş çağrısı örneklerinde olduğu gibi karşılık buluyor. Bu tarzın devam edeceğini görüyoruz. Çünkü “Evet”in ikna edici bir gerekçesi yok. Sağından soluna kadar geniş bir siyasal yelpazeden ve halk kesimlerinden başkanlık konusunda itiraz olduğu biliniyor. Halkın önemli bir kesiminin anayasa değişikliğinin içeriğini, ne anlama geldiğini bildiğini söyleyemiyoruz. Çünkü içerik, hazırlık aşamasında ve meclis aşamasında adeta halktan kaçırıldı.
-Siyasi partiler referanduma eşit koşullarda gidiyor mu? Bu açıdan nasıl bir tablo var?
Bir de bu kampanyaların eşit ve adil olmayan koşullarını hatırlatmakta yarar var. Çalışma yapacak partiler, örgütler, sendikalar yaptıkları çağrıya göre muamele görüyorlar. Hükümetin bütün baskı ve kutuplaştırıcı söylemlerinin yanısıra, bu söylemlerin bir yansıması olarak “Hayır” çalışması yapanlar polis engeliyle, zabıta müdahalesiyle karşılaşmakta, gözaltı uygulamalarına maruz kalmakta. Bu baskıların yanına bir de iktisadi eşitsizliği koymak gerekir. Hükümet ve yeni koalisyonu MHP yöneticilerinin kampanya boyunca kamu kaynaklarını ne kadar kullanacaklarını vergi veren her vatandaşın bilmeye hakkı var sanırım. Hem iktisadi olarak kullanılan kaynakları, hem belediyelerin olanakları, taşeron işçiler dahil mitinglere taşımak için kullanılan siyasi gücün istismarı gibi. “Evet” kampanyasına dahil olan kamu kurum yöneticilerini, valilik, kaymakamlık gibi bürokrasinin dahil olmasını, camilerin bu kampanyada din istismarını bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor elbette.
Medya “Hayır” propagandasına kapalı olduğu gibi, çalışanının “Hayır” demesini dahi hazmedemiyor. Son olarak İrfan Değirmenci’nin işten atılması, başkanlık göndermesi var diye belgesel gösteriminin durdurulmasında olduğu gibi. Baskı, yasak, sansür kıskacında bir referandum yaşayacağımız açık.
- Türkiye’de artık eskisi gibi örgütlü bir işçi sınıfından söz edemiyoruz. Örgütlü sivil toplum kuruluşları çıkarılan yasalar ve uygulamalar nedeniyle darmadağın edildi. Bu Emek Partisi’nin temsil ettiği sınıf açısından nasıl zorluk yaşatıyor?
Sendikal örgütlülüğün bu kadar zayıflaması 12 Eylül’den bugüne tüm iktidarların sistematik politikalarının sonucudur. Sınıf mücadelesinin, sınıf hareketinin yükseldiği konjektürel dönemlerde durum biraz değişse de, örgütlenme oranının her geçen yıl düşmesinin önüne geçememiştir. Bu salt işçi sınıfının ekonomik ve sosyal haklarında zayıflamayla sınırlı bir sonuç doğurmuyor, sınıfın siyaseti bakımından da zayıflığa neden oluyor.
AKP'nin 15 yıllık iktidarında sendikal örgütlenme zayıfladı, mevcut sendikaların önemli bir kısmı hükümete yedeklendi, kutuplaşma siyaseti ile işçilerin birliği zedelendi. Düşünün ki, 15 yılda doğru düzgün bir grev gerçekleşmemiştir. Grevler ya kırıldı ya yasaklandı. Partimizin sanayi havzalarında faaliyeti bir taraftan baskıyla, özel güvenlikle, polisle engellenirken, diğer taraftan işçi sınıfının kendi sınıfsal çıkarları temelinde siyaset yapmasının önüne türlü engeller çıkarılıyor.
-Hayır kampanyası başlattığınızı biliyoruz. Meydanlarda görüyoruz, nasıl devam edecek? Hedef kitleniz nedir?
Baskılar partimizi sınıfa ulaşma tutumundan geri düşürmüyor. Anayasa düzenlemesinin siyasal özgürlükler açısından olumsuz sonuçlarını dile getirirken, işçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından da olası olumsuz sonuçlarını gündeme getiriyoruz. Özellikle işçiler ve halk arasında yaratılmaya çalışılan kutuplaşmayı dağıtacak, bu kesimleri tercihi ne olursa olsun siyasal tartışmaya dahil edecek bir çalışma yürütmeyi planladık. Bir taraftan sanayi havzaları, işletmeler, atölyeler ve çeşitli iş alanlarında bu çalışmaları yürütürken, mahalleler ve üniversitelerde de gücümüz ve olanaklarımız çerçevesinde çalışmalar planladık. Herkes farklı gerekçelerle “Hayır” dese de sandıktan çıkacak “Hayır” ağırlıklı olarak demokratik bir Türkiye beklentisini ifade edecektir. Temel demokrasi talepleri etrafında mücadele birlikteliğinin önemli bir ihtiyaç olduğunu da ifade etmeliyim.
-Anayasa değişikliğine neden karşısınız?
Anayasa düzenlemesinin hazırlanış biçimine, sürecine ve içeriğine karşı çıkıyoruz. OHAL koşullarında, KHK ile yönetilen bir siyasal süreçte, Suriye başta olmak üzere dışarıda ve içeride çatışma ve savaş koşullarında anayasa değişikliğinin yapılamayacağını düşünüyoruz. Ayrıca bu düzenlemenin hazırlık aşamasında Mecliste grubu bulunan CHP ve HDP yer almadığı gibi HDP tutuklu eş başkanları ve milletvekilleri nedeniyle tümden sürecin dışında bırakıldı. Partimiz dahil, Meclis dışı siyasi partiler, üniversiteler, sendikalar, meslek örgütleri, inanç örgütleri, kadın, gençlik ve çevre örgütleri ve farklı toplumsal kesimler sürecin dışında.
Getirilmek istenen siyasal rejim tek adam, tek parti yönetimi esasına dayanan faşizmdir. Biz, esas olarak tüm toplumsal kesimleri ifade edecek bir kurucu meclis marifetiyle, hak ve özgürlükleri esas alan içerikte hazırlanacak bir anayasanın demokratik, gerçek bir toplumsal sözleşme olacağı iddiasındayız. Tüm bu gerekçelerle işçi sınıfına, emekçilere, kadınlara, gençlere yani tüm halkımıza referandum çağrımız “Hayır” dır.