Emrah Kabba: Edebiyat ticarettir

Emrah Kabba: Edebiyat ticarettir

"Neyse" Emrah Kabba'nın ilk kitabı. Kabba’yı Twitter’dan takip edenler olayları mizahıyla  yazdığını biliyor. Kitabın adını Kabba, "İyi laf neyse… Ben seviyorum, hayat kurtarıyor bazen. Bu nasıl oldu, nereden döndü dolaştı da bu kadar merkezine oturdu hayatımın gerçekten bilemiyorum ama benimle özdeşleşmiş olması keyif veriyor açıkçası" diye tanımlıyor.

T24'e konuşan Kabba'nın sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Bir röportajda “Ben Twitter fenomeni değilim’’ demiştin, sence kötü bir şey mi “fenomen” olmak?

Bilakis, bence özel bir şey fenomen olmak ve o yalnızca maharetle de olacak iş değil. Öyle de bir kumaşın olması gerekiyor bana kalırsa. Şimdi ucuzlaştırılan bir kavram ama bence herkesin harcı olmayan zor iş bu, Twitter ya da başka bir mecrada “fenomen” olabilmek. Ben çok takipçiliyim sadece ve çok takipçisi olan herkes fenomen değil bana göre.

Aslında kendini yazar olarak tanımlıyorsun. Peki, nereden çıktı bu Twitter’ı hikâyelerini insanlara ulaştıran bir mecra olarak kullanma fikri?

Bir şekilde görünürlük kazanmam ve kitlelere ulaşmam gerekiyordu, bunun birçok yolu arasında zamanın ruhuna en uygun olanını tercih ettim. Dinamiklerine hâkim olduğum bir mecraydı, doğru kullanırsam bu dönüşün olacağını biliyordum, nitekim beklediğimden de iyi oldu dönüşler, neticede “flood reis” diye anılan…

Twitter’ın “Herodot Cevdet’i” gibi yani…

Evet, evet! Tam olarak öyle oldu.

Kitap yazma fikri nasıl gelişti peki?

Hep vardı o fikir, hep bir arzuydu, dahası amaçtı da ama tabii 20’li yaşların başındaki “kitap yazma” hayaliyle bu noktadaki kitap yazma fikrinin ete kemiğe bürünmesi arasında fark var epey. Fikir hep vardı, faaliyet de bu iş artık bir noktada kaçınılmaz hâle gelince ortaya çıktı.

Bir “Twitter ünlüsünün” kitap yazması genelde olumsuz tepkiler alan bir durum, tamamen ticari maksatla yapıldığını söyleyenler oluyor, bu durumun edebiyatı ucuzlaştırdığı yönünde eleştiriler oluyor, senin bu duruma tepkin nedir?

Twitter ünlüsü olmayanların kitapları dünya barışına katkı sağlamak için mi basılıyormuş? Bu biraz aslında edebiyatla tanışıklığın “merhaba, merhaba” seviyesinde olmasından kaynaklanıyor bana kalırsa. Kumar borcunu ödeyebilmek için kitap yazan isimler var ki kendileri şu anda dünya klasiklerini teşkil eden eserlerin sahipleri, şimdi kitabı ucuzlaştırıyor mu bu vaziyet? Kaldı ki edebiyat da tüm diğer sanat dalları gibi ticarettir, şunda bir anlaşalım. Hayal satarsın, kendini ifade etmenin farklı yollarını gösterirsin, totalde bir alışveriş vardır zaten ortada. Ben “Twitter ünlüsü yazmasın” tepkisine de çok karşıyım, para için yazmanın eleştirilmesine de çok karşıyım, burada sağlıklı olmayan bir algı var ve bunun kırılması lâzım bence.

Biraz tepkiliyiz sanırım bu konuda?

Yani benlik bir durum yok aslında, sorduğunuz için cevaplıyorum. Yoksa meraklısı varsa sabahlara kadar ağlayabilir edebiyat elden gidiyor diye, ben o esnada uyuyor olacağım.  Bir de sanki şey diyorlar matbaada, “Gabriel Garcia Marquez’in kâğıdından kısalım, Twittercı çocuğun kitabını basalım onun yerine.” Garip yani. Sen istiyorsan git yine gönül ver büyülü gerçekçiliğe, kim mani oluyor ki buna?

Biz eğlenceli bir “Twitter fenomeni” diye tanıyorduk seni ancak kitabını okuduğumuzda yetenekli bir yazarla tanıştık, bu “ters köşeye yatırma” durumu hoşuna gidiyordur herhalde?

Vallahi o ters köşeye yatanların tez canlılığı bence ya, öyle hoşa gidecek bir durum yok olması gereken oluyor bana kalırsa. Bir de yani bilmiyorum bu bir yetenek mi nedir açıkçası, çok hoşlanmıyorum bu laftan ben. Herkesin bildiği kelimeleri doğru sırayla bir araya getiriyorum, derdimi anlatıyorum, sıralama da okuyanların hoşuna gidiyor demek ki. Yani yetenek falan ne bileyim, bana “yetenekli” dendiği zaman yapılan işin içi boşaltılıyor gibi geliyor, sevmediğim bir sıfat o yüzden.

Nasıl yani?

Bu her iş için geçerli, sanat için de gündelik hayattaki herhangi bir iş kolu için de… Yani bir yatkınlık vardır illa ki ama gün sonunda iş döner dolaşır çalışmakta düğümlenir. Çalışan beden olur, zihin olur, fark etmez. Neticede çalıştığın nispette iyi iş çıkarırsın ortaya. Şimdi onca emeğe yetenek deyince sanki biri bir lütufta bulunmuş, ortada emek yokmuş gibi oluyor, o hoş değil.

Mizah zor bir alan, “komik” ise sakarlık bazlı skeçlere indirgenmiş durumda. Mizah iddiası olan bir metin ortaya çıkarmak ciddi bir iddia değil mi?

E tabii… Yani riskli bir hareket aslında benim açımdan. Mizahın çünkü yazarken güldürme kısmındaki zorluk bir tarafa, bir de hep son işin kadar iyi olduğun, bir önceki kadar “güldüremezsen” olmamış deyip kenara atılan nankör bir vaziyeti var, o yüzden tevazu bir yana ama zor bir işe kalkıştığımı düşünüyorum, şükür ki aldığım tepkilerden anladığım kadarıyla altından kalkabilmişim.

Biraz da kitabın içeriğine değinmek istiyorum çok fazla “spoiler” vermeden. Hikâyenin ana karakteri Nuri, hayatta sürekli yeni şeyler deneyen ve bütün olaylardan her zaman bir şekilde sıyrılmasından gelen arsız bir cesarete sahip. Seninle Nuri arasında ortak bir özellik midir bu?

Bilmem… Buna cevap vermemin riskli olacağını düşünüyorum. Kurguyla gerçek arasında çok sıkışıyor insanlar çünkü okurken, ben o ambale olmaların hastasıyım. Şimdi Nuri’nin şusu bana benzer, busu bana benzemez diyerek o karmaşayı çözmenin alemi yok, karışsın kafalar daha iyi.

Kitabında yer verdiğin birçok kadın karakter var ancak bu karakterler arasında herhalde en dikkat çekicisi Gökçe karakteri. Gökçe hem çocukluktan gelen hem de farklı betimlenmiş bir kadın karakter. Bize biraz Gökçe’yi anlatır mısın?

Anlattım epey zaten kitapta? :) Şaka bir yana, Gökçe’yi anlatmayayım ama şunu söyleyeyim, hikâyenin kahramanı da bu hikâyelerin kilit noktası da hatta bunların hikâye olmasının nedeni de Gökçe karakteri. Gelecek kitapta –şayet böyle bir şey olursa tabii- bu söylediğimin ne manaya geldiğini daha iyi anlayacağız. Şimdilik bu kadarla kalsın.

Kendini ‘’Neyse’’ olarak tanımlama ve ‘’Neyse’’ sözcüğünü hayat mottosu haline getirme süreci nasıl gelişti?

İyi laf neyse… Ben seviyorum, hayat kurtarıyor bazen. Bu nasıl oldu, nereden döndü dolaştı da bu kadar merkezine oturdu hayatımın gerçekten bilemiyorum ama benimle özdeşleşmiş olması keyif veriyor açıkçası.

Kullandığın akıcı ve samimi dilin yanı sıra aralarda insan davranışları ve duyguları ile ilgili de kendi deyiminle “ahkâm kesiyorsun”. Bu da seninle ortak duygularda buluşan okuyucunun ‘’adam haklı arkadaşlar’’ şeklinde samimi bir ilişki kurmasına neden oluyor seninle. Bu durum nasıl hissettiriyor sana?

Yani söylemek istediklerim var, onları söylemek için de harika bir fırsat bu, fırsatını bulmuşken ara ara ukalalıklar yapıyorum o yüzden. Tamamen denemelerden oluşan bir kitaptansa hikâye aralarına serpiştirilmiş olması da daha keyifli bir form bence. Sonuç olarak maksadıma ulaştığımı görüyorum, iyi hissettiriyor bu da bana.

Kitabı filme uyarlamak istediğini okumuştum. Kitaptaki ana karakterimiz Nuri ama film düşünüldüğünde hangi karakteri öne çıkarmak isterdin?

Film olursa –ki bunu gerçekten çok istiyorum ve olması yönünde de hem teşvik edici tepkiler alıyor hem de umut veren tekliflerle karşılaşıyorum- bu film Nuri’nin değil, Gökçe’nin filmi olur, o kadar söylemiş olayım. Tabii Çakal Fehim mutlaka o filmde öne çıkar, tabii bir de kitapta yer vermediğim ama ilerleyen hikâyelerde mutlaka karşılaşacağımız “Denyo Buse” var, bilen bilir Twitter’dan, gerçek bir efsanedir kendisi tanıyanlarının gözünde.

Kitabın sonu tam bir son değil gibi?

Yani aslında böyle söyleyince de okuyana haksızlık etmişim gibi oluyor, şöyle izah edeyim: Kitapta hikâye bir yerlere bağlanıyor, öyle tamamen havada bırakmıyorum ama bunun daha sonrası da var mesajıyla kapatıyorum. Ancak bu böyle ticari bir kaygıyla falan yaptığım bir şey değil asla, orada o molanın verilmesi gerekiyor, kitapta olduğu kadarının bir sindirilmesi lâzım ki yeni hikâyeye iştahla devam edilebilsin. Yoksa tıka basa bir durum olurdu devam ettirsem.

Her fırsatta kendini, derdini, mutluluğunu sürekli yazarak anlattığından bahsediyorsun. Yazma eylemi hayatını oluşturuyor diyebiliriz sanırım. Peki, ilk yazdığın yazılardan şimdiki hikâyelerine kadar olan süreçte kendini nasıl bir değişim ve gelişim içinde buldun?

Uf… O kadar çok ki… Dün yazdığımdan bugünküne bile sürekli yenilenen, değişen bir şeyler var, hep de olmaya devam edecek. İşin tabiatı da bunu gerektiriyor zaten bence.

Gelen tepkilerden gördüğüm kadarıyla seninle bir araya gelmeyi isteyen ciddi bir kitle var, son olarak hem böyle bir plan var mıdır hem de yeni kitapla ne zaman buluşacağız, bunları öğrenebilir miyiz?

Tarih ne zaman olur bilemiyorum ancak eğer gerçekten bu talep ediliyorsa okur tarafından, çok da uzatmadan ikinci kitabı da yayınlarız diye düşünüyorum. Okurla bir araya gelme kısmından da emin değilim açıkçası. İşin doğası bunu gerektiriyor sanırım, herhalde bir imza günü falan olur ama nerede olur, ne zaman olur, çok da bilemiyorum. Benlik işler değil bunlar aslına bakarsan, bakalım, kısmet diyelim.