Hatay’ın Karsu köyünden Hollanda’ya giden bir işçi ailesinin kızı olan Karsu Dönmez, 7 yaşında piyano çalmaya başladı. Babasının restoranında şarkı şöylerken keşfedildi. Amerika’nın ünlü konser salonu Carnegie Hall’de konserler verdi, 22 yaşında hayatı belgesel oldu. Pek çok yardım konserinde yer aldı. Burdur Gölü'nün kuruma tehlikesine dikkat çekmek için, klibini burada çekti. Uluslararsı boyutta pek çok konser veren sanatçı Ankara Caz Fesivali kapsamında yeniden ülkemize geliyor.
11 Haziran'da MEB Şura Salonu'nda konser verecek olan Karsu, yaşadıklarını, keşfedilmesini, konserlerini, Petek Onur'a anlatı.
Müziğe nasıl başladın?
6-7 yaşındayken bir gün televizyonda uzun saçlı bir adamın piyano çaldığını gördüm ve "ben de böyle çalmak istiyorum" dedim. Annemden ve babamdan bana piyano almalarını istedim. "Kızım piyanoyu ne yapacaksın, sen saz çal, keman çal" dediler. Ama ben illa piyano isterim diye tutturdum. Hevesim geçer diye önce piyanoyu bir yıllığına kiraladılar. Ama sonra ilgimi ve yeteneğimi görünce araba almak için biriktirdikleri parayla bana ilk piyanomu aldılar.
Adının özel bir anlamı var mı? Ne demek Karsu?
Annem ve babam Hatay'lılar. Karsu da onların köyünün adı. Ben Amsterdam'da doğdum; onlar da köklerimi unutmayayım diye bana bu adı vermişler.
Babanın restoranında çalışırken keşfedilmişsin. Kariyerinin nasıl başlayıp geliştiğini anlatır mısın?
Evet, babamın Amsterdam'da Kilim adında bir restoranı var. Komşu restorandan kullanmadıkları bir piyano hediye ettiler bizim restorana. Ben 14-15 yaşlarındayken hem garsonluk yapıyordum hem de arada bir müşterilere piyano çalıyordum. Hoşlarına gittiğini görünce her cuma ve cumartesi akşamları birkaç parça çalmaya başladım. Derken sırf beni dinlemek için gelenler olmaya başladı. Restoran dolup taşıyordu. Bir gün Amsterdam belediye başkanlığının sözcüsü restoranımıza geldi ve beni bir yılbaşı galasında çalmam için davet etti. Orada büyükelçilere, siyasetçilere ve iş adamlarına çaldım. Bu konserden sonra Amerika büyükelçiliğinden gelen teklif üzerine Amerika'ya gittim, özel bir bursla. Döndükten sonra ilgi arttı ve restoran artık isteklere cevap veremez duruma geldi. Bir konser verelim bari dedik ve 750 kişilik salonun biletleri beş hafta önce tükendi. Yoğun talep üzerine ikinci bir konser verdim ve biletler birkaç saat içinde tükendi... Böylece "profesyonel" konserler vermeye başladım.
Dünyanın pek çok yerinde ve önemli salonlarda sahne aldın. Babanın restoranından Carnegie Hall'e nasıl uzandı bu hikaye?
Yarışmalara katılıyor ve ödüller kazanıyordum Hollanda'da. Kazandığım ödüllerden biri New York – Carnegie Hall'de konser vermekti. O zamanlar oranın neresi olduğunu, dünyanın en önemli salonlarından biri olduğunu bilmiyordum bile... Bugüne kadar orada üç kez sahneye çıktım. North Sea Jazz Festivali'nde iki kez yer aldım. Geçen yıl grubumla birlikte dünya turu yaptık: Brezilya, Monte Carlo, New York, Endonezya, Fas... 12 ülke gezdik. Çok keyifli tecrübelerdi.
Müziği kariyer olarak seçmeye ne zaman karar verdin?
Carnegie Hall'de ikinci kez sahne aldığımda. 2009 yılındaydı. Amsterdam-New York ilişkilerinin 400. yılı kutlamalarında Hollanda'yı temsil etmem için davet etmişlerdi. Arkamda 126 kişilik orkestrayla 3000 kişiye konser verdim. Böyle bir salonda bu kadar kişiye konser vermek o kadar hoşuma gitti ki, neden bu işi meslek olarak yapmayayım diye düşündüm. Sahne korkum yoktu, aksine orada çok rahattım.
Cazdan Karadeniz müziğine uzanan çok geniş bir yelpazen var. Sen kendi müziğini nasıl tanımlarsın?
Pek çok müzik türü hoşuma gidiyor. Ben ilk klasik müzikle başladım, sonra Amerika'da caz müzikle tanıştım ve bu müzikteki serbestlik, özgürlük beni çok etkiledi ve caz yapmaya başladım. Müziğimde aynı zamanda funk, bossa-nova ve Türk ezgileri de var. Tarzımı sorduklarında "Karsu müziği" diyorum kısaca! Laz müziğine çok aşığım ve konserlerimde de çalıyorum. Kendi tarzımda yorumluyorum tabii. Seyircilerin de hoşuna gidiyor bu. İnsanlar beni Karadeniz'li zannediyorlarmış, güneyliyim oysa, Hatay'lı.
Albümün ilk olarak Avrupa'da yayınlandı. İçinde İngilizce ve Türkçe parçalar var. Avrupa'nın albümüne ve müziğine olan ilgisi nasıl?
Albümüm Hollanda'da caz listelerinde bir numaraya yerleşti ve önemli caz otoritelerinden çok iyi puanlar aldı. Avrupalılar Türk şarkılar söylediğimde çok beğeniyorlar ve duygulandıklarını söylüyorlar. Konserde bir Türk parçası çalacağım zaman bunu onlara söylüyorum ve şarkının konusunu da anlatıyorum. Konserden sonra bana sözleri anlamamalarına rağmen çok etkilendiklerini söylüyorlar. Bu beni mutlu ediyor. Örneğin rahmetli Barış Manço'nun "Domates Biber Patlıcan" şarkısını dünyanın her yerinde seyircilerle birlikte söylemek çok keyifli oluyor.
Albümün Türkiye'de de yayınlandı. Bir de klip çektin Burdur Gölü'nde. Neden orayı seçtin?
Evet Confession albümüm 14 Şubat'ta Türkiye'de çıktı ve Gesi Bağları klibim aynı gün yayınlandı. Aslında klibi Amsterdam'da çekmeyi düşünüyorduk. Ama sonra Burdur Gölü'nün kuruma tehlikesiyle karşı karşıya olduğundan ve buna dikkat çekmek için yapılan bir projeden haberdar oldum. O zaman dedim ki; "hadi klibi orada çekelim!". Sonuçta Burdur Gölü'nün kurumasına dikkat çekmek için klibi orada çektik. Epey soğuktu hava ama çekimler keyifli geçti. Umarım beğenirsiniz!
Türkiye'de konser vermek nasıl bir his senin için? Ben her gittiğim ülkede oranın en bilinen, meşhur şarkısını söylüyorum. Dinleyicilerin çok hoşuna gidiyor. Türkiye'de de bunu yaptığımda insanlar çok beğeniyor. Örneğin Neredesin Sen, Gelevera Deresi gibi parçaları kendi tarzımda söylüyorum ve insanların çok hoşuna gidiyor. Türkiye'de başka konserler de verdim ama en gurur duyduğum şey geçen yaz Hollanda'lı Rocciotti orkestrasıyla tamamen hayır amaçlı bir Türkiye turu yapmamızdı. 45 kişiydik ve Ankara, Kapadokya, Kırşehir, Nevşehir'den geçerek Antakya'ya kadar günde 6-7 konser vererek geldik. En son annemle babamın köyü olan Karsu Köyü'nde konser verdik ve bu benim için çok gurur vericiydi. Yolda bir anda durup konser vermeye başlıyorduk. Bazen yetim çocuklara çaldık, bazen tarlada çalışan insanlara... Tur sırasında 2 haftalık ömrü kalmış kanser hastası bir adam olduğunu duyduk. Adam dağın başında yaşıyordu ve oraya araba yolu bile yoktu. Ama biz bu adama ulaşmalıyız diye düşündük ve sırtlandık müzik aletlerini, çıktık oraya ve o adam için konser verdik. Üsküdar'a Gider İken'i çalarken adam çok duygulandı ve karısıyla birlikte ağlamaya başladılar... Bizim içinde de çok duygusaldı. Hayatımın en unutulmaz ve en anlamlı konseriydi.
Hayatın bir belgesele konu olmuş, doğru mu?
Evet doğru. 17 yaşındaydım ve babamın restoranında müşterilere piyano çalıyordum. Bir gün Mercedes Stalenhoef, kendisi ödüllü bir belgeselci, bizim restoranda yemek yiyormuş. Çalan müziği çok beğenmiş. Ben aynı zamanda garson olarak onun masasına servis de yapıyordum o gün. Bana "az önce çalan CD nedir?" diye sordu. "Ben canlı çalıyordum" dedim. Şaşırdı. Birkaç gün sonra tekrar geldi ve "ben senin hikayeni belgesel yapmak istiyorum" dedi. On gün filan sürecekti çekimler ama tam beş yıl sürdü! Beş yıl boyunca benimle her yere geldiler. New York'a da, Karsu Köyü'ne gittiğimde de... Sonunda "Karsu: I Hide A Secret" belgeseli ortaya çıktı. Geçtiğimiz yıl Hollanda'da galası yapıldı ve İstanbul dahil dünyanın pek çok yerinde gösterildi.
Son olarak, Ankara seyircisine söylemek istediğin bir şey var mı?
İlk kez geçen yıl Ankara Caz Festival'ine gelmiştim, trio olarak sahne almıştık. Salonun dolu olduğunu görünce çok sevinmiştim. Daha sonra ODTÜ'de bir konser verdim. Orada da salon doluydu ve çok keyifli bir konserdi, bu da beni çok mutlu etti. Ankara seyircisine çalmayı seviyorum. Şimdi tekrar Ankara Caz'da sahne alacak olmak heyecan verici.