Yazar, hekim, oyuncu, senarist Ercan Kesal, 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan Türkiye tablosuna ilişkin olarak, "Derdimiz bizden sonrakilere yaşanılası bir Türkiye bırakmak değil mi? Ama burası, yaşadıklarından yola çıkarak kendine yeni yurt arayan beyaz yakalıların ülkesine döndü; herkes başka bir pasaport, çifte vatandaşlık derdinde" yorumunda bulundu.
"Türkiye AVM sayısıyla, kişi başına düşen milli geliriyle, otoban kilometresiyle övünen bir ülkeye dönüştü" diyen Kesal, "Ayasofya kalacak; Hamlet kalacak. Yaşar Kemal kalacak. Sinan’ın camileri kalacak ama bilmem neredeki o ucube konutlar kalmayacak" diye konuştu. "İnsanlar neden gidip Üçüncü Köprü’de selfie çektirir ya da buraya dair övgüler düzer; buradan bir mana çıkartır?" diye soran Kesal, "Bu bana hüzün veriyor. Hepimizin içinde bulunduğu entelektüel vasat göçüyor işte. Derdimiz değişiyor çünkü" ifadesini kullandı.
Kesal, "darbe girişiminin atlatılmasının ardından herkeste ‘Bundan sonra ne olacak’ kaygısının olduğunu" belirterek, "Şimdi artık demokratik özgür yaşamı korkusuzca tahkim etmeliyiz" dedi. Kesal, bunun nasıl sağlanacağına dair de şu örneği verdi:
"Fransız düşünür Saint Simon’un öğrencileri, insanların birbirlerine muhtaç olduklarını göstermek için düğmeleri sırtında olan ceketler giyerlermiş. Biz de sırttan düğmeli ceketler giyelim ve içinden sadece akıl, ahlak, vicdan ve adalet geçen cümleler kuralım."
Hürriyet'ten Yenal Bilgici'nin sorularını yanıtlayan (4 Eylül 2016) Ercan Kesal'in açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Yeni kitabınızdaki denemeler, anılarınız eşliğinde eski ‘kıymetlerimiz’ ile yenilerini karşılaştırıyor.
- Bu çağ, bu kapitalist ilişkiler, kıymet verdiğimiz şeyleri altüst etti. Eskiden çok kitap okuyan, çok müze gezen, paraya kıymet vermeyen, kariyer için başkalarını ezmeyi aklına dahi getirmeyen insan tipi baş tacı edilirdi... Şimdi bunları öne çıkaran insanlara pekâlâ ‘budala’ yakıştırması yapılabiliyor.
Gidenlerin yerine ne koyduk peki?
- Türkiye AVM sayısıyla, kişi başına düşen milli geliriyle, otoban kilometresiyle övünen bir ülkeye dönüştü; TOKİ’siyle övünen bir ülkeye dönüştü. Bunlar bizim hayatımızı en fazla kolaylaştırır. Ama hayatımızı estetize etmez, güzelleştirmez. İlelebet kalmayacaklar çünkü. Ama Ayasofya kalacak; Hamlet kalacak. Yaşar Kemal kalacak. Sinan’ın camileri kalacak ama bilmem neredeki o ucube konutlar kalmayacak. Kıymet verdiğimiz ve vermediğimiz şeyler hakkında bir akıl karışıklığı var. İnsanlar neden gidip Üçüncü Köprü’de selfie çektirir ya da buraya dair övgüler düzer; buradan bir mana çıkartır? Bu bana hüzün veriyor. Hepimizin içinde bulunduğu entelektüel vasat göçüyor işte. Derdimiz değişiyor çünkü.
Neyle dertleniyoruz artık?
- Derdimiz bizden sonrakilere yaşanılası bir Türkiye bırakmak değil mi? Ama burası, yaşadıklarından yola çıkarak kendine yeni yurt arayan beyaz yakalıların ülkesine döndü; herkes başka bir pasaport, çifte vatandaşlık derdinde. “Bir ayağımızı nasıl dışarı atarız”ın derdinde; bunu hak eden bir ülke değil ki burası...
Siz peki hiç bu ülkeden kaçıp gitmeyi düşündünüz mü?
- Hayır ama oğlumun eğitim ile ilgili yaşadıklarını gördüğümde ona keşke başka bir okul modeli sunabilseydik diye düşündüm. Buradan iyi bir şey çıkmaz çünkü, bu TEOG vs. gibi sistemlerden iyi bir şey çıkmaz. Düşünün, oğlum, bir ton para döktüğümüz eski okulunun önünden geçerken gözünü kapatıyor, “Geçtik değil mi baba” diyor.
En çok üzerinde durduğunuz temalardan biri unutmamak... “Anılar hem kalbimizi temizler hem de belleğimizi bekler” diyorsunuz. Ama ‘unutmayacak’ o kadar şey birikti ki. Ağır gelmeyecek mi?
Unutmanın şöyle bir tehlikesi var; başına gelenleri unuttuğun zaman bir sonrakini daha yüksek dozda olsa da kabulleniyorsun. Sıradanlaştırıp yok saydığın zaman bu, artık normal gelmeye başlıyor. Biri bana “Sen öyle bir ülkede yaşayacaksın ki, bir canlı bomba gelecek, Ankara’da tren garında bir bomba patlatacak, 100’ü aşkın insan ölecek, ertesi gün de hayat devam edecek” deseydi inanmazdım. Olamaz. Bunu kabullenmek de olamaz. Kötülükle ilişkimizde unutmaya yönelik bir eğilimimiz var ve başımıza gelenler bundan kaynaklanıyor.
Gazeteciler, yazarlar, sanatçılar hakkında soruşturmalar açılıyor; Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay gibi isimler tutuklandı. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Yazar, sanatçı ya da gazeteci, yaratıcılığını, yeteneğini ve bilgisini toplumsal yaşamın hizmetine sunmak zorunda. İşte bu nedenle onlar, toplumun vicdanı ve sesidir. Hiçbir sanatçı, gazeteci ya da yazara bunları yapıyor diye zor kullanamazsınız. Engelleyemezsiniz, eziyet edemezsiniz. Demokrasinin temel görevi; yazarlarının, sanatçılarının yaratma ve ifade özgürlüklerini garanti etmesi, teminat altına almasıdır.
Darbe girişimi ve sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
12 Eylül faşist askeri darbesinin tüm sonuçlarını en içerden yaşayanlardan biriyim. Halen yaşadığımız birçok sıkıntı ve açmazın yegâne sebebinin 80 darbesi olduğunu çok iyi biliyorum. Tüm darbeler, toplum iradesini hiçe sayan, her türlü şiddeti kendinde hak gören, insanların sadece canını değil aklını da alan lanetlenmiş eylemlerdir. Bir askeri darbenin kıyısından dönülmüş, ülkemiz bu badireyi atlatmış gözüküyor ama herkeste ‘Bundan sonra ne olacak’ kaygısı var. Şimdi artık gecikmeden eksik-yarım işlerimizi tamamlamalı, demokratik özgür yaşamı korkusuzca tahkim etmeliyiz.
Nasıl tahkim edeceğiz?
Bir örnek vereyim. Fransız düşünür Saint Simon’un öğrencileri, insanların birbirlerine muhtaç olduklarını göstermek için düğmeleri sırtında olan ceketler giyerlermiş. Biz de sırttan düğmeli ceketler giyelim ve içinden sadece akıl, ahlak, vicdan ve adalet geçen cümleler kuralım.