Tiyatro oyuncusu Erdal Beşikçioğlu, Muhteşem Yüz yıl dizisi için yapılan eleştirileri haksız bulduğunu belirterek, ortada bir de çelişki olduğunu da dile getirdi. Beşikçioğlu, “ Diziyi seyreden de halk, diziyi eleştiren Başbakan’ı seçen de..” dedi.
Beşikçioğlu, Behzat Ç dizisinden, tiyatroya, siyasete ve Ankara izleyicisine dair birçok önemli açıklama yaptı. Can Dündar’ın ve Erdal Beşikçioğlu ile yaptığı söyleşinin bir bölümü şöyle:
Konservatuvar okuyup tiyatrocu olayım dedim. İlk önce İzmir 9 Eylül’ün sınavına girdim, beni almadılar. Sonra Hacettepe Konservatuvarı’nınkine girdim, aldılar. 4 yılda bitirdim.
Siyasetçi olsun. Ülkenin gündemiyle ilgilensin isterim. Evet, benim anam babam da istemezdi siyasetle ilgilenmemi… 80 döneminde büyük acılar çekildiği için, çocuklarını biraz pasifize etmeye çalıştılar. Sonuç ortada… Ben isterim oğlumun siyasetle uğraşmasını…
Aslında sadece bürokratlar yok oyunda, her şey var. Deliliğe vurup siyasi düzene, hatta inanç sistemlerine bile çakıyor. Bir başkaldırı oyunu bu… Çok güçlü bir metin…
Oyunu sahnelerken “Bu yüzyılda bir adam neden delirir?” diye düşündük ve sanayileşmenin insanı nasıl yalnızlaştırdığını göstermek için sahneye bir makine çıkarttık. İnsan makineyi yarattı, işsiz kaldı ve onun esiri oldu. Bunun metaforunu yakalamaya çalıştık.
Yorulmuyorum. Burada bir kum havuzunda oynuyorum. Kendimi keşfediyorum aslında. Burası olmasa çıldırabilirdim.
Beşikçioğlu, ‘Bu gece konuşacağız’ repliğiyle merak uyandıran ve ve sadece odada çekilen bölüm için şunları söyledi:
“Zor işti. Metin çok güzeldi. Ama 48 sayfaydı. Beş kişisiniz. Her birimiz açısından beşer açı demek bu… 48 sayfayı 20-25 sefer oynamışızdır. Bir gün sabah başladık gece saat ikiye kadar çektik. Fatih (Artman-“Harun” karakteri) de çok güzel müdahalelerde bulundu. İnanç (Konukçu-“Hayalet” karakteri) ve Berkan (Şal-“Akbaba” karakteri) da öyle… Biri TV’ye çıkmış, “Adam 45 dakika oturduğu yerde rakı içerek para kazanıyor” diye eleştiriyor. Kardeşim, adam o rakıyı içiyor da, sor bakalım neden içiyor? Hem 45 dakika orada oturuyor da, nasıl oynuyor? Ama bizim seyirci pabuç bırakmaz böyle şeylere… Hemen cevabı yapıştırmışlar: “Sen de 45 dakika oturarak program yapıyorsun.”
“Behzat için çıkarılan tüm güçlükleri bizim seyircimiz oyuna dönüştürdü. Bu da bizim işimize yaradı. Halbuki onlar küfür değil, nida… “Bira” diyemiyoruz bipleniyor. Şişeler blurlanıyor. Oysa yaş sınırı koymuşsunuz. Geç vakte atmışsınız. O kadar bip ve blur olduktan sonra geç vakte, yaş sınırına ne gerek var? Neyse ki kemik bir kitlemiz var bizim. Yazarımız Ercan (Mehmet Erdem) da çok iyi iş çıkarıyor.
Enteresan bir durum var orada. Diziyi seyreden de halk, diziyi eleştiren Başbakan’ı seçen de… Biz eleştirilere rağmen yapıyoruz yapacağımızı… Ama Muhteşem Yüzyıl’da ben “ceddimize hakaret” gibi bir durum görmüyorum. Durun bakalım, belki daha başındayız; belki hikaye sonradan savaşa açılacak. Belki padişah, harem çatışmalarından sıkılıp savaşa çıkacak. Bu anlamda müdahaleyi doğru bulmuyorum. Beğenmeyen, alternatifini çeker.
“Ama ikinci sinema filmi gelecek. Belki sonra üçüncü, dördüncü, beşinci filmi de çekeriz. Belki her ay bir sinema filmi çekeriz. Belki internette devam ederiz. Biz üç yıl evlere konuk olduk, belki bundan sonra seyirci bize misafirliğe gelir.
Bir defa düşünce sistematiği olarak Ankara’nın rengi bambaşka… Zevkleri de biraz kalburüstüdür Ankaralıların… Mesela Ankara’da sekiz-dokuz devlet tiyatrosu sahnesi var. İstanbul’da iki-üç tanedir. Burada başka bir kültür vardır. İnsanlar evden tiyatroya gitmek üzere çıkar; geçerken uğramaz. Tiyatroya gittiğinde de nasıl bir metinle karşılaşacağını bilir.