"Erdoğan 2002'de oluşturulamayan 'darbe öncesi ortam'ın oluşmasına katkıda bulunuyor"

"Erdoğan 2002'de oluşturulamayan 'darbe  öncesi ortam'ın oluşmasına katkıda bulunuyor"

Taraf gazetesi yazarı Prof. Murat Belge, “AKP 2002’de iktidar olur olmaz, birtakım kesimler darbe çığırtkanlığına başlamışlardı. Mitingleri, pankartları hatırlıyoruz. Ama darbe olmadı. Öncelikle de dış konjonktür nedeniyle olmadı. O günlerdeki davranışlarıyla AKP de buna meydan vermedi. Ama şimdi herkesten çok Erdoğan sözleri ve davranışlarıyla o zaman oluşturulamayan ‘darbe- öncesi ortam’ın oluşmasına katkıda bulunuyor. Bunun çok sakıncalı bir gidiş olduğunu anlatmaya çalışıyorum” dedi.

Belge, “Şu aşamada ‘darbe’, başladığımız noktaya dönmek, eski ‘vesayet rejimi’ni yeniden başlatmak anlamına gelir. Ama bagajda bu on küsur yılın birikimiyle ‘yeniden’ başlatmak! Yani, bu, kan gövdeyi götürür demektir. Darbenin ‘önleme’ iddiasıyla geleceği ‘iç savaş’ asıl o zaman patlak verebilir. Ya da darbeyi yapanlar bir köşe bucak temizliğine girişirler ki (güçleri yetiyorsa) bundan AKP’ye muhalefet eden demokratlar da sağ çıkmaz” görüşünü dile getirdi.

Ertan Altan’a verdiği söyleşiyle ilgili olarak kendisine “Maskesini çıkardı” diyen Sabah yazarı Engin Ardıç’a da yanıt veren Prof. BELGE, “İşte bu düşüncelerle, ‘darbeci’ olduğum hemen anlaşılıyor, değil mi?” diye sordu.

Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (21 Şubat 2015) nüshasında yayımlanan, “Darbeci’ safsatası” başlıklı yazısı şöyle:

 

‘Darbeci’ safsatası

 

Geçen hafta Ertan Altan’la yaptığımız konuşmanın üstüne Sabah’ta Engin Ardıç “Murat Belge maskesini çıkardı” başlığıyla bir yazı yayımladı. Ayrıca da birkaç yazısında isim vermeden hakaretamiz lakırdılar etti. Engin Ardıç cevap vermeye değer bir kişi değildir, ama burada özel bir durum var. “Maske çıkarma”m, “darbeci” olduğumu bir biçimde açık etmiş olmama bağlanıyor. Tayyip Erdoğan ve amigoları bir süreden beri bunun üzerinden bir taktik oluşturdular! sevmediklerine “darbeci” ve “CHP’li” diyorlar (Engin Ardıç da, her ikisini de yapıyor). Erdoğan’ın durmadan gerdiği bir ortamda kavramlar “kavram” olmaktan çıktı, insanların birbirine vurmak için kullandığı silâhlara dönüştü. Gene Erdoğan’ın çabalarıyla diyalog kapıları da bir bir kapanıyor. Oysa ben, kimin ne dediğinin, özellikle öbür cephede iyi anlaşılması gereğine hâlâ inanıyorum. “Ne diyor,” onu doğru anlayayım, ben gene ne düşüneceksem onu düşünürüm. Dolayısıyla şu “darbe” hikâyesini ayrıntılı bir şekilde anlatayım.

Sözgelişi,1938’de bir adam gazetesindeki köşesinde “Bu gidişle dünya savaşlarının ikincisi de gelebilir. Bunun kokusunu alır gibi oluyorum” diye yazsaydı, bir yıl sonra da savaş başlasaydı, o adam bunu yazdı diye mi savaş cıkmış olacaktı? Ya da, “çıkacak gibi görünüyor” diyen o adam savaşı “istemiş” mi olacaktı?

Bunlar abes şeyler, ama adamın derdi çamur atmak olduktan sonra, onu demiş, bunu demiş, fark etmiyor. Gün geçtikçe, “onların” ne dediğini “bizimkilerin” aktarmasıyla öğreneceğimiz bir ortama doğru sürükleniyoruz. Onun için istediğin gibi çarpıtabiliyorsun. Örneğin, “Şunu da ekleyeyim: Darbe en korkunç sonuçtur. Kazananı yoktur” demişim. Bu mu “darbeci” olmak? Ama bu şimdiki olay tek değil. Daha önce de o cephede benim “darbeci” olduğumu yazanlar oldu. Demek bir talimat verilmiş –önemli olan bu.

Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık’tan bu yana izlediği politika, en hafif anlatımıyla, ürkütücü. “Başkanlık” konusunda girişimleri, hukuk kurumları alanında yapılanlar, adım adım, bir “plebisiter diktatörlük” kurulduğunu gösteriyor. Bir yandan, polis, bir toplumun, bir (“nötr”) devletin değil, bir iktidarın (“haşin”) polisi olmak üzere eğitiliyor, alanda da staj görüyor. Ama bir yandan da, Erdoğan, “şeriat muhafızları” tipinde bir seferberlikle meşgul. Zihninde nasıl bir “Türkiye geleceği” tasarımı olduğunu da, parça parça, topluma açıklıyor. İş sonunda “hayat tarzı dayatması”na geliyor.

Bunları kabul etmeyecek bir kesim de var toplumda. Bu kesim de toplumun en az yarısı (ve giderek artacağını tahmin ediyorum). Erdoğan’ın seferber etmeye çalıştığı Türkiye ile şu son değindiğim Türkiye arasındaki duygusal durumu da geçenlerde Bülent Arınç açıkladı. Onun birkaç cümlede özetlediği mesaj bence çok anlamlıydı ama mesajın asıl muhatabının hiç oralarda olmadığı görülüyor.

Yani, Tayyip Erdoğan’ın siyasî vizyona kendini teslim etmiş bir AKP iktidarının, kendine çeki düzen vermedikçe, geleceğinin karanlık olduğunu düşünüyorum. Bu gözü kara ve hoyrat gidiş, bir iç savaşa bile uzanabilir. “Darbe” de zaten, “memleketi bu tehlikeli gidişten kurtarmak” gibi bir gerekçeyle yapılır.

O konuşmada söylediğim gibi, AKP 2002’de iktidar olur olmaz, birtakım kesimler darbe çığırtkanlığına başlamışlardı. Mitingleri, pankartları hatırlıyoruz. Ama darbe olmadı. Öncelikle de dış konjonktür nedeniyle olmadı. O günlerdeki davranışlarıyla AKP de buna meydan vermedi.

Ama şimdi herkesten çok Erdoğan sözleri ve davranışlarıyla o zaman oluşturulamayan “darbe- öncesi ortam”ın oluşmasına katkıda bulunuyor. Bunun çok sakıncalı bir gidiş olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Şu aşamada “darbe”, başladığımız noktaya dönmek, eski “vesayet rejimi”ni “yeniden başlatmak anlamına gelir. Ama bagajda bu on küsur yılın birikimiyle “yeniden” başlatmak! Yani, bu, kan gövdeyi götürür demektir. Darbenin “önleme” iddiasıyla geleceği “iç savaş” asıl o zaman patlak verebilir. Ya da darbeyi yapanlar bir köşe bucak temizliğine girişirler ki (güçleri yetiyorsa) bundan AKP’ye muhalefet eden demokratlar da sağ çıkmaz.

İşte bu düşüncelerle, “darbeci” olduğum hemen anlaşılıyor, değil mi?

Devam edeceğim.