Mehmet Baransu
(Taraf - 10 Eylül 2012)
AK Partili bir dostla saatler süren bir görüşme... Ankara’dan ayağının tozuyla geleli henüz saatler olmuş. Anlatacaklarını merakla ve heyecanla bekliyorum. Heyecanlıyım çünkü Ankara ziyaretini, amacını, kimlerle görüşeceğini önceden biliyorum.
30 eylüldeki kongreden, cumhurbaşkanlığı seçimine, Köşk senaryolarından, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partiyi bırakacağı isme onlarca konu hakkında konuştuk.
Saatler süren görüşmemizde sözü bir ara dönüp dolaştırıp 19 Aralık 2011’de yazdığım“Başbakanın lider adayı kim” başlıklı yazıma getirdi. Bu depremin geleceğini haber veren artçı şok anlamındaydı. Kendisini iyi tanıdığımı düşünüyordum.
O yazıyı Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın Köşk seçimleriyle ilgili kararını açıklamasından aylar önce kaleme almıştım. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın olası Köşk hesaplarında partiyi kime emanet edeceği sorusunun ardına düşmüş, AK Parti kulislerinde o gün konuşulanları okurlarımla paylaşmıştım.
Aynı yazıda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun liderlik şansını, Bülent Arınç’ın nabız yoklamak için teşkilatlara yaptığı gezileri yazmış, tüm bu isimlere rağmen “Başbakan’ın gönlünden geçen ismin çok farklı bir kişi olduğunu” belirtmiştim. Bu kişi Binali Yıldırım’dan başkası değildi ve Başbakan Erdoğan’ın gönlünden geçen isimdi.
Yıldırım’ın çalışkanlığı, yaptığı hizmetler kamuoyunda hep takdir edildi. Ancak kamuoyunda bilinmeyen ve tartışılmayan bazı noktaların kendisini zor durumda bırakabileceğini de aynı yazıda belirtmiştim. Özellikle akraba ilişkileri ve bu isimlerin yaptıkları...
Doğan ve Karamehmet grubuna verilen cezalarda indirim yapılmasıyla ilgili yaptığı kulis çalışmalarının liderlik yolunda kendisini sıkıntıya sokabileceğinin de altını çizmiştim.
Yazımı da şu cümlelerle noktalamıştım:
“Parantezi kapatırken, AK Partili bir ismin 2004 yılında İsviçre’ye neden gittiğini, gelirken yanında bulunan valizde kaç milyon dolar olduğunu, bu paranın Türkiye’ye neden getirildiğini de doğrusu merak ediyorum. ‘Liderlik’ tartışması AK Parti’de büyük kırılmalara neden olabilir. Bekleyip hep birlikte göreceğiz.”
İşte dostumum, saatler süren görüşmemizde sözü dönüp dolaştırıp getirdiği yazı buydu. İkide bir bu yazıyı hatırlatıyor, bu yazı sonrasında gelişen bazı olayların AK Parti’de “kısmen” de olsa bazı kırılmalara neden olduğunu vurguluyordu.
“Gönüldeki isim Binali Yıldırım başka bir göreve kaydırılacak. İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığına artık kesin gözüyle bakılıyor” dedi.
Dostuma bunu bildiğimi ve kamuoyuna bu bilginin ilk kez bu köşe aracılığıyla duyurulduğunu da söyledim. “Demek ki bu köşeyi yakından takip etmiyorsun” dedim.
Söylediklerime o her zamanki “muzip” gülüşüyle cevap verdi.
Bu gülümseme gelecek şokun habercisiydi. Öyle de oldu.
“Sen de siyaseti yakından takip etmiyorsun.”
İntikamını almanın hazzıyla devam etti...
“Beyefendinin gönlünden geçen isim değişti. Son günlerde AK Parti’de öne çıkan kişi kim” diye sordu.
Zihnimden doğrusu üç beş isim geçmedi değil. Hangisi olabilirdi? İsimleri tek tek sıralayacakken, karşıdan “bir isim hakkın ve bir dakikan var” cümlesiyle karşılaştım.
Anlaşılan dostum beni test etmeye niyetliydi. Tek isim şartı ve bir dakikalık zaman...
Zihnimde isimler, yüzler, olaylar bir film şeridi gibi akmaya başladı.
Bu kadar sıkıştırıldığıma göre bu isim kamuoyunu şok edecek bir kişi olmalıydı...
Zaman da dolmak üzereydi...
Nedense aklıma Ankara’da çok da güvenilir olmayan dar bir çevrenin, konuştuğu isim geldi. Bu ismi iki kez duymuştum. Ancak ismi konuşan çevreler Ankara’da pek güvenilir değildi; bu bilgiye itiyatla yaklaşmak gerekiyordu. AK Parti çevreleri de bu bilgiye gülüp geçiyorlardı.
Şansımı yine de bu isimden yana kullandım; “MİT Müsteşarı Hakan Fidan” dedim.
Yine o “muzip” gülüşü suratında beliriverdi...
Iskalamış, yanılmıştım...
Dostumun pes etmeye niyeti yoktu. “Başbakan adına son günlerde en fazla kim konuşuyor” diye sordu.
Cevabım hazırdı; “AK Parti’de kraldan daha çok kralcı mı arıyorsun. O kadar çok ki. Hangi birisini söyleyeyim?”
Dostum, “Onları kastetmiyorum. Başbakan’ın politikalarını son günlerde en çok seslendiren kişi kim” diye sordu.
Cevabımı beklemeden o “muzip” gülüşüyle “YALÇIN AKDOĞAN” ismi ağzından çıkıverdi.
Bir süre konuşmadan o bana, ben ona baktım.
Zihnimde Yalçın Akdoğan’ın son aylarda yazdığı yazılar beliriverdi. Erdoğan adına Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e cevap vermesi, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nu hedef alan yazıları, partinin son dönem politikalarının yazdıklarıyla paralelliği, Kürt sorunu, devletçi bakış açısı, parti politikaları Akdoğan çizgisine kaydı yaklaşımları, Başbakan’ın söyleyeceklerini kendisi üzerinden kamuoyuna yansıtması, satır araları, o aralardaki ayrıntılar...
Zihnim dağılmış, kendimi toparlamaya çalışmıştım. Doğrusu Akdoğan ismi benim için sürpriz olmuştu. Bakışlarımı dostuma yönlendirdim.
Son söz diyerek konuştu: “Sana net bilgi veriyorum. Net, altını çizerek ‘net’ diyorum. Ankara, parti ve Beyefendi Akdoğan ismine odaklanmış durumda. Akdoğan’ı ve söylediklerini daha yakından takip et. 30 Eylül’ü ve sonrasında yaşanacakların kodlarını da çözmeye çalış.”
Dostumun anlattıklarında dikkatimi çeken en önemli konu buydu. Sizlerle paylaşmak istedim. Bizlere bekleyip görmekten başka seçenek de kalmıyor zaten.