Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın dün AKP Grup Toplantısı'nda kullandığı “Önce şu hareketin kendi içinde birbirini sevmesi gerekir” ifadesiyle ilgili olarak "Cumhurbaşkanı, AK Parti bünyesinde iç kanama belirtilerinin görüldüğü bir sırada ve tam zamanında neşter attı. Keşke Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun itibar suikastına maruz kaldığı zamanlarda da benzer müdahaleyi yapabilseydi" dedi.
Abdulkadir Selvi'nin "Erdoğan, kime mesaj verdi" başlığıyla yayımlanan (26 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’e gelişi sırasında baktım, Meclis’in girişinden AK Parti grubuna kadar olan bölümde iğne atsan yere düşmüyordu. Müthiş bir ilgi vardı.
Erdoğan’ın, AK Parti Genel Başkanı olmasıyla birlikte partideki hava değişti. Partiye ayrı bir heyecan geldi. Ama bu bazı sorunları görmeye engel değil.
O nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, doğrudan AK Parti’ye yönelik mesajları çok önemliydi. AK Parti Genel Merkezi’nin Cumhurbaşkanı’nın bu mesajlarını çerçeveletip teşkilatların duvarlarına asması gerekiyor.
Erdoğan, AK Parti’nin içine dönük mesajlarına, “Bize ne oluyor ki kendi içimizde birbirimize karşı çalım atıyoruz” sorusuyla başladı. Ancak bu sorudan önce gelen önemli bir cümle vardı. “Önce şu hareketin, kendi içinde birbirini sevmesi gerekir” dedi. AK Parti grubunda Erdoğan’ı dinlerken bir an yıllar öncesinde karşı salonda DYP grubunda dinlediğim Demirel’i hatırladım.
“Siz birbirinizi sevin ki millet de sizi sevsin” derdi Süleyman Bey. Ardından da eklerdi, “Siz birbirinize güvenmezseniz, millet size güvenmez”.
Demirel, 12 Eylül darbesinden sonra yasakların kaldırılmasıyla birlikte DYP Genel Başkanı olmuş, müthiş bir mücadele sonucunda 1991 seçimlerinde partiyi iktidara taşımıştı. Muhalefet döneminde karşılaştığında kucaklayan milletvekilleri, ne zaman ki iktidar oldular, yumruklaşmaya başladılar, DYP ondan sonra toparlanamadı. Siyasetteki bu çürümüşlükten ders çıkardığı için, AK Parti başta “Erdemliler” hareketi olarak yola çıkmıştı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partililere yönelik mesajları, hafta sonu Ordu’da meydana gelen yumruklaşma olayı ile bağlantılı olarak değerlendirildi. Ama sadece o olay değil, başka sorunlar da söz konusu. Bazı yerlerdeki gerilim, siyasi rekabet boyutunu aşmaya başladı. Bakanlar ile belediye başkanlarının aynı etkinliklere katılmadığı yerler var. Erdoğan, bu tür örnekler çoğalmadan uyarma gereği duydu. Çünkü kavgalı eve kız, sorunlu partiye oy verilmez. Siyaset başta güven işidir. Millet, Erdoğan’a güvendiği için destek veriyor.
Erdoğan, ‘Cihat’ kavramı üzerinden ise İslami referanslı ve anahtar teslimi bir mesaj verdi. “Cihat elinde silahla dolaşmak değildir. Cihat nefisle mücadeledir. Nefisle mücadele edebiliyorsak, işte cihat odur” dedi. Cumhurbaşkanı, Peygamberimizin savaştan dönen İslam ordusuna, ‘Küçük cihat bitti şimdi büyük cihat başlıyor, büyük cihat ise nefisle cihattır’ uyarısını boşuna hatırlatmadı. Çünkü, ‘kibir’ AK Parti’nin en büyük handikabına dönüşmek üzere.
Cumhurbaşkanı, 16 Nisan referandumundan sonra, ‘metal yorgunluğu’ tespitini boşu boşuna yapmadı. İşte önce yorulanlardan başladı. AK Parti vitrinini yeniledi. Kabine değişikliğini yaptı. Şimdi sıra AK Parti teşkilatları ve yerel yönetimlerinde. Teşkilatlarda ve yerel yönetimlerde değişim sürecini başlatan Erdoğan, “Teşkilatlar, belediyeler eğer bizim dava idraki ile hareket etmiyorsa bize zarar veriyorlar ve zarar veren kardeşlerimizi de uyarıyorum; kusura bakmasınlar, biz uyarmadan kendileri bu uyarıyı yapsınlar ve adımı atsınlar” dedi. Peki adım atılmazsa ne olacak? O zaman siyasetin altın kuralı devreye girecek. Erdoğandeğişmeyeni değiştirecek.
Artık seçim kazanmak için yüzde 10 barajını aşmak yetmiyor. En az yüzde 50 artı 1 almak gerekiyor.
Erdoğan AK Parti kongresinde, “Gönül kazanmayı oy kazanmak kadar önemli gördüğümüz için o kadar zor zamanları aştık” demişti. Dün de “Önce şu hareketin kendi içinde birbirini sevmesi gerekir” deme gereği duydu. Cumhurbaşkanı, AK Parti bünyesinde iç kanama belirtilerinin görüldüğü bir sırada ve tam zamanında neşter attı. Keşke Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun itibar suikastına maruz kaldığı zamanlarda da benzer müdahaleyi yapabilseydi.