Mehmet Altan*
Geçen haftanın en önemli gelişmelerinden biri de kendisini doğrudan Obama yönetiminin sözcüsü olarak adlandıran ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Douglas Frantz’ın Türkiye ziyareti ve beş gazeteciye söyledikleriydi.
35 yıllık meslek hayatının 2000-2005 arasındaki dönemini New York Times’ın İstanbul Büro Şefi olarak geçirmiş ve 11 Eylül saldırıları sonrasındaki haberciliği ile Pulitzer ödülü almış eski bir gazeteci de olan Frantz’ın söyledikleri iktidar medyasının iki gazetesi tarafından sansür edildi.
Kadri Gürsel’in Milliyet’te yayınladığı geniş özet ise bir gün sonra Taraf’a manşet oldu. Bu olay bile Türkiye’nin, özellikle de basının ne hale geldiğini çok açık bir biçimde gösteriyor. Zaten ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı tam da bu durum nedeniyle Ankara’yı uyarıyor.
Twitter, YouTube yasakları ve basın özgürlüğü ihlallerinin Türkiye’yi Batı demokrasilerinden ve NATO’dan uzaklaştırdığını vurgulayan Amerikalı bakan yardımcısı, mevcut gidişatın Türk halkına ekonomik kayıp olarak geri döneceğini söyleyip, ‘50 yıllık ortak olarak NATO ve ABD’nin de Türk Hükümeti’ni bu gidişat konusunda uyarma sorumluluğu bulunduğu’ uyarısını yapıyor.
xxxxxxxxxxxxxxxx
İçerden ve dışarıdan gerçekçi bir gözle bakıldığında çırılçıplak bir şekilde görülen vahamete rağmen siyasal iktidar, baskı, sansür ve Gestapo yasalarıyla durumu sürdüreceğini sanmaya devam ediyor.
Üstelik gittikçe de Franz Kafka’nın uzun öyküsü Değişim’deki kahramanı Gregor Samsa’yla benzeşiyor. Bilindiği gibi hikâye Gregor Samsa’nın bir sabah kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulmasıyla başlar.
Bir zamanlar demokrat ve reformcu olan bizim siyasal iktidar, özellikle de meşruiyetini 25 Aralık darbesiyle buharlaştıran Başbakan Tayyip Erdoğan da fantastik bir siyaset ikliminde aniden böcekleşerek ‘siyasal İslamcı’ bir Kenan Evren’e dönüştü.
Dev bir siyasal böceğe dönüştüğünü saklayabilmek için de kıvranıp duruyor şimdi. Ona ‘siyasal bir böceğe dönüştüğünün’ saklanamayacağını, bunun açıkça görüldüğünü söylemek için ta Amerikalardan adamlar geliyor.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
AKP iktidarı ve Başbakan bizlere beş yıl iktidarda kaldıktan sonra 2007 yılındaki ‘seçim beyannamesinde’ şunları vaat ediyordu:
‘Hazırlanacak yeni anayasa, kısa, öz ve açık olmalı; yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkiler parlamenter sistem esas alınarak açık, net ve anlaşılabilir bir şekilde belirlenmeli; bu çerçevede Cumhurbaşkanının konumu ve yetkileri yeniden tanımlanmalı; temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş sağlanmalıdır.’
O zamanlar böyle korkunç bir değişimle ‘böcekleşme’ mevcut değildi.
Zaman içinde ‘parlamenter sistemi esas alarak’ Cumhurbaşkanının konumunu ve yetkilerini yeniden tanımlama sözü, ‘şahsi çıkarının’ her şeyin önünde olduğunu her gün biraz daha ürkütücü örneklerle ispatlayan Erdoğan tarafından unutuluverdi.
2010 yılının ortalarında, üzerinde pek durulmayan ve hiç de şık olmayan bir menfaat oburluğunun ilk örneklerinden biri yaşandı.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin yasaya göre başbakan, ‘istifa etmeden’ Cumhurbaşkanı adayı olabilecekti.
Samsa’laşma başlıyordu.
2011 Seçim Bildirgesi’nde ise ‘Cumhurbaşkanlığı yetkileri’ konusu artık uçuvermişti.
Erdoğan, halka, “ister Cumhurbaşkanı ol, ister Başbakan ol, ister bakan, milletvekili, vali, trilyoner ol. Ne olursan ol sonunda gideceğin yer Müslümanlarda iki metrelik bir mezar. Eğer bu dünyada hoş bir seda bırakmışsan amellerin işte onlar seninle gelecek. Başka yok” dese de ‘kupon arazilerin’ cazibesine fazlasıyla kapıldığı anlaşılıyordu.
xxxxxxxxxxxxxx
Hâlbuki ilk başlarda Başbakan’ın ‘cami-kışla’ kavgasını aşma, köklü bir değişim siyasetini benimseme ve rejimi AB standartlarında dönüştürmeyi esas gaye haline getirme hedefleri söz konusuydu. Bize de din, dil, ırk, mezhep sömürüsü yapmayan, rejimin demokratikleşmesini hedefleyen bir değişim siyaseti gerekiyordu.
Böyle bir siyasi anlayış sürse, 12 Eylül rejiminin temel iskeletini oluşturan anayasa ve yasaları değiştirmek yerine protez paketlerle kenarından köşesinden düzeltmeler yapılmaz, ayrıca da yapılan değişikliklerin hayata geçirilmesi siyasal çıkarlara göre rüzgara salınmazdı…
12 Eylül rejimi, Milli Güvenlik Kurulu ve YÖK hala yaşamazdı.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxx
‘Yolsuzluk ve rüşvet’ iddiaları ayyuka çıkınca trajik değişim hızlandı.
25 Aralık’ta polisin ‘mahkeme kararını’ uygulanması zorla engellenince de 12 Eylül rejimine sığınmak, hatta niteliğini çok daha ciddi ölçülerde faşizan bir boyayla karartmak, bireysel olarak da Kenan Evren’leşmek kaçınılmaz oldu.
Samsalaşma ivme kazandı.
Örneğin, Başbakan’ın Çankaya’yla ilgili “sistem değişti. Fetret dönemi olmaz, icra makamı orası” sözlerine Nurettin Canikli açıklık getirdi:
“1982 Anayasası’nın Cumhurbaşkanına verdiği yetkiler halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanının da yetkilerini kullanması için yeterlidir. Çünkü bu Anayasa ile 12 Eylül’de Kenan Evren’in kullanması için zaten geniş yetkiler verilmişti. Bu yetkiler halkın seçtiği Cumhurbaşkanı tarafından kullanıldığında partili Cumhurbaşkanı sonucunu doğurur. Bu yetkilerle Cumhurbaşkanlığı da yapılır Başbakanlık da” dedi.
Nereden nereye…
2007 yılındaki ‘parlamenter sistemi esas alarak’ Cumhurbaşkanının konumu ve yetkilerini yeniden tanımlama sözünden, 2014’ de Kenan Evren faşizminden medet ummaya, siyasal İslamcı bir Kenan
Evren olmaya…
Korkunç bir siyasal böcekleşme.
xxxxxxxxxxxxxxxxxx
Erdoğan’ın trajik öyküsü maalesef devam ediyor…
Bağıra bağıra dışarıdan söylüyorlar, duymuyor…
İçerden avaz avaza bağırıyoruz, onu da duymuyor.
Belki de bu tehlikeli sağırlığının nedenleri arasında, Kafka okumadığı gibi birkaç gün önce yitirdiğimiz 20’nci yüzyıl edebiyatının büyücülerinden biri olan Gabriel García Marquez’e hiç ilgi duymaması da bulunmakta.
Hâlbuki Marquez birçok eserinde hem diktatörlerden, hem de iktidar yalnızlığından çokça söz eder:
“Gücünüz ne kadar artarsa, çevrenizdekilerin size yalan söyleyip söylemediklerini anlamanız o kadar güçleşir.
Mutlak güce ulaştığınızdaysa gerçeklikle hiçbir bağınız kalmamış demektir.
Bu yalnızlıkların en kötüsüdür.
İktidar sahibi biri, bir diktatör, çıkarlarla ve nihai amacı onu gerçeklikten koparmak olan insanlarla çevrilidir.
Her şey onu yalnız bırakmak üzere güç birliği içindedir.”
xxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Gregor Samsa, ailesinin geçimi için gezici bir pazarlamacı olarak çalışırken bir sabah büyük bir böcek olarak uyanır.
Tayyip Erdoğan ise AB reformcusu demokrat bir siyasetçi olarak çaba sarf ederken, başkanlık rüyalarına dalıp bir sabah böcekleşerek siyasal İslamcı bir Kenan Evren’e dönüştü…
Öylesine yalnızdır ki bunu kimse kendisine söyleyemedi.