Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Hollanda'yla yaşanan krize ilişkin sert söylemlerini sürdürerek, "Biz Hollanda'yı ve Hollandalılar Srebrenitsa Katliamı'ndan tanırız. Onların cibiliyetinin, karakterinin ne kadar bozuk olduğunu orada katlettikleri insan sayısından tanırız" dedi. "Savaşın bile bir ahlakı, bir kuralı vardır" diyen Erdoğan, "Savaşta bile sağlık ekiplerine ateş açılmaz. He Hollandalı gibi olursa açar, onu söyleyeyim" ifadesini kullandı. Erdoğan, Türkiye'deki konsolosluğa ve büyükelçiliğe giriş çıkışın yasaklandığını belirtti.
Erdoğan, Hollanda'ya desteğini açıklayan Almanya Şansölyesi Angela Merkel'e de tepki göstererek, "Ya senin zaten ondan farkın yok. Başka şey de beklemiyoruz. O da atlarıyla itleriyle saldırıyor. Sen de atlarınla, itlerinde saldırıyorsun" ifadesini kullandı.
"Biz cibilliyetsiz Hollanda'yı Srebrenitsa Katliamı'ndan tanırız!"
Erdoğan, 'FETÖ' soruşturmalarına ilişkin olarak, "Acırsanız acınacak hale gelirsiniz. Bunlar bize bunu yaptı. Arada fireler olabilir, ancak bizim o gece gazilerimizin yüzüne kapıları kapatanlar bunun hesabını veriyorlar, verecekler" dedi.
"Dünyada böyle kapsamlı sağlık sistemine ABD'de bile rastlayamazsınız" diyen Cumhurbaşkanı, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya nasıl başarılı olduklarını anlattığını belirterek, "Gittik, anlattık ama muvaffak olamadılar" diye konuştu.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda düzenlenen Tıp Bayramı'nda konuşan Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
Böylesine anlamlı günde bizleri bir araya getiren Sağlık Bakanlığımıza, sayın Bakan ve ekibine teşekkür ediyorum. Bugün aramızda sağlık teşkilatımızın hemen her kademesinde görev yapan arkadaşlarımız bulunuyor. Rektörlerimiz, doktorlarımız, hemşirelerimiz, teknisyenlerimizle bugüne teşrif ediyoruz. Sizler, kara gün dostu ifadesinin vücut bulduğu hale geldiği kutsal bir mesleği icra ediyorsunuz. "Çaresiz dertlere düştüm, doktor bana bir çare" diye söylenen türkülerin mesajını, en iyi sizlerin anladığını biliyorum.
İnsanın kendini en çaresiz hissettiği o kritik anda, imdada ilk sizler yetişiyorsunuz. Göreviniz boyunca yaşadıklarınızla, gördüklerinizle bu sözün ne manaya geldiğini en iyi yine sizler biliyorsunuz. Şahsen böylesine önemli, böylesine hayati bir mesleği icra eden siz sağlık emekçilerimizle hasret gidermekten büyük bir bahtiyarlık duyduğumu da ifade etmek isterim. Değerli kardeşlerim, 14 Mart he ne kadar tıp camiamızın gurur duyduğu gün olsa da, temsil ettiği değerler tüm milletimize aittir. 14 Mart, bu ülkenin okumuş gençliğinin bir iftihar günüdür.
Birileri 18 yaş ve üstünün parlamentoya girmemesinden bahsediyor. Biz onlarımızla gurur duyuyoruz. Bunlar girmeyecek de kimler girecek. Bu bakımdan 14 Mart bizim tarihimize iki kritik hadiseyle güç katıyor. Birincisi 14 mart 1820 yılında, Tıphane-i Amire ile Cerrah-i Amire kurulmuştur. İkincisi, payitahtın işgali karşısında tıbbiyelilerin beyaz önlüklerini bayraklaştırarak başlattıkları o tarihi direniş... İstanbul ve mekteplerinin işgaline tahammül edemeyen tıbbiyeliler, 1919'da okulun iki kulesi arasına Türk bayrağı asarak tüm öğrencileri toplantıya çağırırlar. Doktor Memduh Necdet, "İstanbul bizimdir, çünkü İstiklal buradadır" der. Bu coşkulu sözlerin ardından salonda alkış tufanı kopar. Neye uğradığını şaşıran İngiliz askerleri, toplantıyı şiddet kullanarak dağıtır. Öğrencileri de tutuklar. 14 Mart'taki bu toplantı, büyük bir direnişi ateşlemiştir.
"Avrupa 'haydut devlet'lere teslim edilemez!"
Bu toplantıya katılanların büyük bir bölümü daha Kuvayi Milliye'nin kuruluş aşamasında yer almıştır, İstanbul'da kalanlar ise Anadolu'ya cephanelik göndermiştir. Vatan müdafaası için, bağımsızlığımız için 98 yıl önce şaha kalkan direniş ruhunun, hamd olsun sağlık camiamızda aynı şekilde devam ettiğini görüyorum. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız karanlık gece de bunun en büyük kanıtı. 112 acil servis görevlilerimizin nasıl fedakarca çalıştığını hepimiz iyi biliyoruz. O vefakar, cefakar sağlık teşkilatımızın terör bölgesinde de nasıl mücadele verdiğini biliyorum. Yine o gece hastanelerde görev yapan, görevli olmadığı halde evinden hemen kalkıp oraya gelen tüm personelimizi, insanüstü bir gayretle gazilerimizin yaralarını sardığını da biliyorum. Aramızda o gece görev yapmış arkadaşlarımız var, FETÖ çetelerinin neler yaptığını biliyoruz. Kendilerine ait hastaneleri nasıl saf dışı bıraktıklarını biliyoruz.
Değerli kardeşlerim, savaşın bile bir ahlakı, bir kuralı vardır. Savaşta bile sağlık ekiplerine ateş açılmaz. He Hollandalı gibi olursa açar, onu söyleyeyim.
Çünkü, değerli kardeşlerim biz Hollanda'yı ve Hollandalıları Srebrenitsa Katliamı'ndan tanırız. Onların cibiliyetinin, karakterinin ne kadar bozuk olduğunu orada katlettikleri insan sayısından tanırız. Bunları iyi biliriz. Kimse bize medeniyet dersi vermesin. Bu milletin alnı aktır, onların kapkaradır.
Çanakkale Savaşımız, bunun sayısız örneği ile doludur. Terörün vatanı olur mu? Amaca giden her yolu meşru gören bir zihniyetin, ahlakı, ilkesi olabilir mi? Vatanını bir dolara satan birinde namus, onur kalır mı? Allah aşkına, kendi silah arkadaşlarını bile alçakça katleden bir caniden ne bekleyebilirsiniz? Neymiş? O aklını kaybetmiş olanlara şah damarından daha yakınmış. Kardeşlerim, bu bir şirktir. Yani Allah'a ortak koşmaktır.
Böyle bir iddiada bulunmak, Allah'a eş koşmaktır. Bu Kuran'da tespit edilmiş bir durumdur. "Ben size şah damarınızdan daha yakınım" der. Bir terör örgütüne militan olmayı, bu ülkenin askeri olmaya tercih eden birinde şeref de, onur da kalmaz.
15 Temmuz gecesi buna defalarca şahit olduk. Ankara ve İstanbul'da yaralı taşıyan sağlık görevlilerimize saldırdılar. O gece, insanımıza kurşun sıkan, ambulansları tarayacak kadar gözü ve gönlü kararmış bu tiplere bakıyorsunuz, her gün utanmadan, sıkılmadan mağduriyet uyduruyorlar. İfadelerine baksanız, hep darbecilere karşı mücadele etmişler. FETÖ'yü hayatlarında hiç duymamışlar. Yalancının mumu yatsıya kadar ne kadar yanarsa, bunların yalanları da tek tek ifşa olur. Kardeşlerim, kaçarken imha ettiklerini sandıkları kayıtlar, bu teröristlerin ihanetini ortaya koyuyor.
F16'larla bombaladılar burayı. Helikopterlerden yağdırdılar bombaları. Kardeşlerim o savunmasız insanların elinde silah mı vardı? Ellerinde bayraktan başka ne vardı? Dilleride şehadetten başka ne vardı? Onlar Türk bayrağı ile yürüyüş yaparken, onlar tekbir getirirken, onlar demokrasiye yürürken, onlar yukarıdan bombalar yağdırıyordu. 15 Temmuz gecesi kayıtları, milletimizin nasıl bir badire atlattığını göstermesi bakımından çok önemliydi. Böyle bir millete hizmet etme görevini bana lütfettiği için Allahıma hamd ediyorum. O görüntüler hepimize, meselenin sadece bir darbe girişimi değil, aynı zamanda ülkemizi işgal teşebbüsü olduğunu anlatıyor. Vatandaşlarımız, tankın önüne dikilirken sizler de canınız pahasına onlara sağlık hizmeti sundunuz. Kaçmadınız. Onları hemen, belki yaralıyken kalktınız sedyelere aldınız. Ambulanslara yerleştirdiniz, hastanelere yetiştirdiniz. Bu fedakarlıklarınızı unutmak mümkün değil. Sağ olun. Sizler bunu zaten ahdinize, o yemininize sadık kalarak yaptınız. Ama birileri bunu yapmayabilirdi, yapmayanlar da olabilir. Ama siz yaptınız. Tıpkı 1919'da bayrak açan tıbbiyeliler gibi, siz de bunu vatanımız için yaptınız. Özellikle Ankara ve İstanbul'daki bazı hastanelerimizin imkanlarının çok ötesinde gayret verdiğini biliyoruz. FETÖ ihanet çetesinin sahibi olduğu hastanede ise "Kimin için aralandıysanız tedavinizi o yapsın" diyen birilerinin olduğunu biliyoruz. Şimdi ne öyle bir hastane var, ne de o kişiler bu unvanı kullanabilir.
Acırsanız acınacak hale gelirsiniz. Bunlar bize bunu yaptı. Arada fireler olabilir, ancak bizim o gece gazilerimizin yüzüne kapıları kapatanlar bunun hesabını veriyorlar, verecekler. Ben bu vesileyle 15 Temmuz gecesi meydanlarda nöbet tutan, 14 Mart ruhuyla işgalcilere direnen tüm sağlık görevlilerimize teşekkür ediyorum.
Değerli kardeşlerim, 14 Mart Tıp Bayramı hem tarihimizin hem de tıp camiamızın iftihar vesikasıdır. Aynı zamanda bu tarih, sağlık alanında yapılanların, yapılamayanların muhasebe günüdür. Her 14 Mart'ta hem bir yılın değerlendirmesini yapıyor hem de son 14 senenin bilançosunu çıkarıyoruz. 2002 yılında Türkiye'nin yönetimini devraldığımızda, öncelik vereceğimiz alanlardan birinin sağlık olduğunu ilan ettik. Dostun düşmanın kabul edeceği bir şey varsa, o da bu süreçte sağlık alanında büyük bir dönüşüm geçirdiğimizdir. Farklı kurumlara bağlı olarak, farklı statülerde hizmet veren tüm kamu hastanelerini tek çatı altında toplayarak işe başladık. Karşı çıktılar, "Bu işçilerindir", "Bu memurlarındır" dediler. "Ya" dedik, "Bizi boşu boşuna yormayın". "Kusura bakmayın, sizin yaptığınız hizmetleri görüyoruz. Benim bir vatandaşım sağlıklı girip oradan hasta çıkıyorsa, siz bu işi yapamıyorsunuz. Onun için biz bunları tek çatıda topluyoruz". Yok PTT hastanesi, yok deniz işletmeleri hastanesi... Aklına gelen o dönemde hastane kurmuş. Sağlık için tek çatı, tek merkez, büyük bir altyapı hamlesi başlattık. Onun için ne yaptık şimdi? Sağlık üniversiteleri kurmaya başladık, fakülteler yetmiyor.
Sağlık çalışanı sayısını 500 bin artırdık. Yeterli mi? Değil. Daha da olması lazım. 2002 yılında, bu da çok önemli. Değerli kardeşlerim, MR sayımız neydi? 58. Bugün 831. Nereden nereye. Bir röntgen çektireceksin, bir sene sonra, iki sene sonra gün veriyorlardı. Bilgisayarlı tomografi sayısı 1154'e çıktı. 4 bin 991 olan diyaliz makinesi sayısı 16 bine yükseldi.
"Her doğan" dedik, GSS ile doğar. 18 yaşına kadar devletin güvencesindedir. Hamd olsun ya, bunları yaşadık. Dünyada böyle kapsamlı sağlık sistemine ABD'de bile rastlayamazsınız. Amerikalı yetkilerle görüşüyorduk, "Ya" diyorlardı, bunu nasıl yaptınız. Anlatıyorduk. "Bunu Obama'ya da anlatsanız" dediler. Benim de o ara Obama ile görüşmem vardı. Gidince anlatırım dedim. Gittik, anlattık ama muvaffak olamadılar. Yakın coğrafya buraya akıyor, İskandivav ülkeleri buraya akıyor. Yakın zamana kadar en basit ameliyatlar için bile yurt dışına çıkıyordu insanlarımız, şimdi oralardan buralara geliyorlar. Ülkemizi sağlık konusunda bir üst lige taşıyoruz. Şehir hastanelerimizle öncü bir ülke seviyesine çıkarıyoruz. Hele hele şu Mersin'in açılışını yaptık, "Rabbim" dedim, "Hamd olsun sana, aşkım gerçekleşti". Bu benim başbakan olduğum zaman hayalimdi. Derdimdi, aşkımdı.
Hedefimiz 30 büyükşehirin tamamında şehir hastanesi olması. 29 şehir hastanesini 2029 yılına kadar hizmete almış olacağız. Bu yaptırımlarla ülkemizi, 5 sağlık turizm merkezinden biri haline getirmeyi hedefliyoruz. Başta Recep Akdağ olmak üzere tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.
Paradan para kazanmaya alışmış, kinden, kandan beslenen asalaklarla karşılaştık. Vesayet odaklarıyla mücadele ettik. İnsanımıza tepeden bakan, halkımıza "göbek kaşıyan adam" diyen hakir görüşlülerle çarpışarak buralara geldik. Milletimizden aldığımız emaneti, namusumuz bilip sahip çıktık. Bu emaneti darbecilere, uluslararası çevrelere teslim etmedik. Hem 780 bin kilometre karelik vatan toprağı içerisinde, hem de dünyanın farklı ülkelerinde hukukun yanında saf tuttuk. Türkiye'nin birileri nasıl birileri için umut olduysa, bazı çevrelerin de kabusu oldu. Hollanda gibi, Almanya gibi. Dayanamıyorlar, dayanamıyorlar. Türkiye böyle dev şehir hastaneleri kuruyor, olamaz. Nasıl olur. Olacak olacak. Daha neler olacak.
Marmaray'a "Hayır" dediler, üçüncü köprüye "Hayır" dediler. Ya bu Marmaray'a nasıl "Hayır" dediler ya, sisti pustu derdin yok. Kesintisiz ulaşım. Avrasya Tüneli'ne "Hayır" dediler. Onlara rağmen biz "Evet" dedik ve yolu açtık. Ve gidiyoruz. Bunlarla dünyaya "Biz Türk milletiyiz, biz güçlüyüz" diyoruz.
Göreve geldik, 23.5 milyar dolar IMF'ye borcumuz var. Adam bize parasının hesabını sormuyor, ülkeyi nasıl yöneteceğimizi soruyor. İşte o son Davos'a gittiğimde "Sen paranın hesabını sor, Türkiye'yi nasıl yöneteceğimizi sorma. O bizim işimiz". "Sen taksitlerini alacaksın, faiziyle beraber alıyorsun zaten. Ama bize siyaset noktasında akıl vermeye kalkma". 2013, borcu sıfırladık. Bizden borç istemeye kalktılar, verebiliriz. Merkez Bankamızın rezervi de 120 milyar dolar. Bir ara 130 milyar dolara kadar çıktı. Artık Türkiye kaynaklarını çeşitlendiriyor. "Ekonomi şöyle, böyle". Ya şöyle, böyle olsa Çanakkale Köprüsü'ne 11 milyarı bağlamak üzere küresel sermaye buraya gelir mi? Yarısını Kore girişimcisini, yarısını Türk girişimciler yatırıyor. Bizim cebimizden para çıkmıyor. İş bilenin, kılıç kuşananındır.
Eski Türkiye'ye alışanlar, bugünkü Türkiye'nin duruşunu kabullenemedikleri için, züccaciye dükkanına girmiş fil gibi uluslararası hukuku çiğneyip, her şeyi yıkmaya başladılar. Bazı Avrupa ülkeleri, ırkçı ve faşist partilerin oyuncağı haline dönüşmüştür. Mülteciler üzerinden yürütlen tartışmaların, sınır kapılarında bu insanlara yapılan muamelelerin orta ve kısa vadede en çok zararı Avrupa ülkelerine vereceğini defalarca söyledik. Son bir haftada yaşadıklarımız, endişelerimizin haklılığını ortaya çıkardı. İşte cumartesi gecesi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımıza gösterilen saygısızlık, uluslararası diplomasiye gösterilmiştir. Viyana Sözleşmesi, AB kriterleri, Hollanda yönetimi tarafından ayaklar altına alınmıştır. Hollanda'nın bu haydutluğuna sahip çıkan Avrupa ülkeleri tüm saygınlığını yitirmiştir. Merkel "Hollanda'nın yanında olduğunu biliyoruz" diyor. Ya senin zaten ondan farkın yok. Başka şey de beklemiyoruz. O da atlarıyla itleriyle saldırıyor. Sen de atlarınla, itlerinle saldırıyorsun.
Mesele, yarın orada seçim varmıştır. İşte bir tane ırkçı, başa güreşiyormuş. Bir ırkçı da zaten görev başında. Hollanda'ya sesleniyorum, buradaki tüm yabancılara, Müslüman kardeşlerime, Türklere diyorum ki "Gelin oylarınızı verirken bu ikiliye oy vermeyin". Hayır kampanyası için oralara giden varsa, bu tuzağa da düşmeyin. Türkiye'nin vatanına, orada bu şekilde hareket edenler. Bizim konsolosluğumuz bizim toprağımızdır. Oraya kimse müdahale edemezler. Siz bunu yapıyorsanız, o zaman Türkiye'deki konsolosluğa ve büyükelçiliğe giriş çıkışı yasaklamış vaziyetteyiz.
Yapılan yanlışların bedelini özürle ödeyemezsiniz. Bundan sonra, Hollanda başta olmak üzere, insani değerleri yok sayan ülkelerin hiçbir inandırıcılığı olmayacaktır. Hollanda, uyguladığı devlet terörüyle en büyük zararı AB'ye verdi. Artık, AB kendisiyle iş birliği yapmak isteyenler için özgürlüklerin temsili olmaktan çıkmıştır. Biz bunun karşılığını hukuk ve diplomasi ile soracağız. Kuru bir özürle paçayı kurtarmaya çalışanlara nasıl bir yanlış yaptıklarını göreceğiz. Bakanlar Kurulu'nda aldığımız kararları açıkladık. Daha yapacağımız çok şey var. Başta İslam İşbirliği Teşkilatı olmak üzere bu konudaki çalışmalarımızı artıracağız. 16 Nisan'da yapılacak halk oylaması, İslam düşmanlarına en büyük cevap olacaktır.