Başbakan Recep Tayyip Erdogan'ın, Aydın Doğan'ın adını da vererek yönelttiği suçlamalar yankı bulmaya devam ediyor. Radikal gazetesi yazarlarından Cengiz Çandar da, konuyu farklı bir biçimde ele alarak, Erdoğan'ın bu çıkışla, cumhurbaşkanı Gül'ün yaptığı tarihi Erivan ziyaretinin yankılarını gölgelediğini belirtti. Çandar, "Başbakan, Türkiye’nin en anlamlı siyasi adımlarından birine gölge düşürmekle kalmadı, giriştiği ‘medya savaşı’ nedeniyle söz konusu politikanın geleceğini de tehlikeye soktu" dedi. Çandar'ın erdoğan'ı eleştirdiği makalenin tamamı şöyle: ‘Sözde soykırım meselesini ne açtılar, ne de imada bulundular. En ufak şekilde üstü kapalı da olsa söylenmedi.’ Abdullah Gül’ün Erivan dönüşü, uçakta beraberindeki gazetecilere böyle söylediğini Erivan’da okudum. Bizim gazetelerin büyük bölümünde, Ermenistan yönetiminin Abdullah Gül’e ve onun şahsında Türkiye’ye cumartesi gecesi ‘büyük bir jest’ yaptığı ve her vakit ışıklandırılan Soykırım Anıtı’nın o gece ışıklandırılmadığını da okudum. Ben Soykırım Anıtı’nın ışıklandırılıp ışıklandırılmadığının farkında olmadım. Türk basınında okuduğum haber ilginç ve çarpıcı geldi. Önceki akşam bir yemekte birlikte olduğum eski Dışişleri Bakanı Vahan Oskanyan’ın başdanışmanına dönüp, “Burada, Erivan’da Soykırım Anıtı her gece ışıklandırılır mı?” diye sordum. “Evet” karşılığını alınca, “Abdullah Gül’e jest için cumartesi gecesi ışıklandırılmamış” dedim. Hayret etti. “Böyleyse gerçekten büyük jest” dedi.
Ermenilerden özür dilemeliyizTelefonuna sarıldı. Birkaç kişiyi aradı. Sonra, “Haber doğru değil. Her gece olduğu gibi, cumartesi gecesi de anıt ışıklandırılmış” bilgisini iletti. Ortada Türk kamuoyuna bizim medyadan aktarılan bir ‘jest’ yok. Bu konudaki haber doğru değil. Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti ‘tarihi’ nitelikte sayılıyor ve gerçekten yakın tarihimizin en önemli olaylarından biri. Ne var ki, başlıca iki şey, bu ziyaretin üretebileceği olumlu sonuçların önünü tıkayabilir: 1. Hayal dünyasına kendimizi kaptırmamız; 2. Ermeni sorununa yaklaşım ve söylemde eski kalıplarda kalmamız. *** Ermenistan’dan soykırım konusunda ‘jest’ beklersek, bu konunun unutulmaya terk edileceğini zannedersek hataya düşeriz. Böyle bir şey asla olmayacak. Ermenilerin -kim olurlarsa olsunlar- tartışmasız ‘soykırım’ diye niteledikleri, kimimizin ‘tehcir‘, kimimizin ‘kıyım’, kimimizin ‘1915 Olayları’ diye kâh nötr, kâh ‘soykırım’dan daha hafif bir sıfatla andığımız büyük trajedi, misli pek az rastlanır kollektif acı, Ermeni kimliğinin ayrılmaz bir parçası. Sadece Diaspora’da değil, Ermeni ulus-devleti Ermenistan’da da. Burada, kökü Türkiye’de olmayan ve 1915’te oradan kazınmayan pek az insan bulabilirsiniz. Soykırımdan söz etmemek, Ermenilikten vazgeçmekle adeta eşanlamlı. Ermenistan’da bir süre kalıp, ‘empati’ yapmaya gayret ederseniz, buradaki insanların bir ‘yaralı ulus’ olduğunu hissetmemeniz imkânsızdır. O yüzden, Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasının, bu ‘mesele’nin açılmamasını, hatta kapatılmasını sağlayacağını asla düşünmemeliyiz. Tam tersine, bu ‘mesele’, Türkiye ile Ermenistan yakınlaşması sayesinde, Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmesini beraberinde getirmesi kaçınılmaz olduğu için mutlaka açılacak. Ondan kaçıp kurtulmanın yolu yok. Hal böyle olduğu için, soruna yaklaşım ve söylemde eski kalıplardan da çıkmak kurtulmak gerekiyor. Aksi halde, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yol alınmaz. Yüksek beklentiler, hayal kırıklığının dipsiz çukuruna düşünce Abdullah Gül’ün ziyaretinin ‘tarihi’ niteliği de ortada kalmaz. 6 Eylül 2008 Cumartesi günü varılan noktadan geri dönüşün sonuçları, hiç kimse tarafından kolay kolay kaldırılamaz ve taşınamaz. Bu bakımdan, başta Abdullah Gül’ün ‘Sözde soykırım meselesi’ söylemini terk etmesi gerekli. Bu ‘inkârcı’ tavrın en başta ‘tarihi ve cesur adımı’ atmış Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından terk edilmesi, ilişkilerin önünün açılabilmesi için bir ölçü olur. Kimse kendisinden ‘Soykırım olduğunu kabul ediyoruz’ demesini beklemiyor da, talep de etmiyor. Bununla birlikte, soykırım sözcüğünün, sanki ‘sözde’ sıfatı olmadan kullanılamazmış gibi bir ‘Türkçe dilbilgisi kuralı’ ya da ‘günlük konuşma dili’ haline getirilmesi, Ermenilerin nezdinde ‘inkârcılık’, Ermeni kimliğinin reddi ve yaralanması anlamına geliyor. Bu söylem -en başta resmi Türkiye’de- değişmeden, Türkiye ile Ermenistan arasında, ayrıca Türkler ile Ermeniler arasında kalıcı bir yakınlaşma sağlanması ve yolun açılması hayal olur. *** 6 Eylül’de Gül’ün Erivan ziyaretinden sonra açılan yoldaki muhtemel engellerden ve potansiyel zorluklardan söz ediyoruz. Oysa, bu ziyaretin, yapıldığı gün bizzat Başbakan Erdoğan tarafından sabote edildiği görünümü ortaya çıktı. Bir başka, kendi iktidar döneminin ‘en dramatik’ dış politika hamlesinin yapıldığı gün, bugüne dek görülmemiş biçimde Aydın Doğan’ın adını vererek ve gayet ağır suçlamalarla koca bir medya grubuna karşı savaş ilan eder mi? Cumhurbaşkanı’nın Erivan ziyaretinin gündemini böyle çalar mı? Ziyaretin değerine böyle gölge düşürür mü? Tüm kamuoyunun dikkatlerini, bambaşka ve üstelik gerilimli bir yöne doğru çeler mi? Başbakan, Türkiye’nin en anlamlı siyasi adımlarından birine gölge düşürmekle kalmadı, giriştiği ‘medya savaşı’ nedeniyle söz konusu politikanın geleceğini de tehlikeye soktu. ‘Tarihi ziyaret’te bardağın ‘boş’ tarafı böyle görünüyor...