GÖKÇER TAHİNCİOĞLU
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “yeni anayasa” çağrısını değerlendiren anayasa hukukçuları, çağrının anayasal kaygıyla yapıldığına inanmadıklarını söylediler. Doç. Dr. Tolga Şirin, yeni anayasayı konuşmadan önce mevcut anayasanın uygulanması gerektiğini vurguladı. TBMM’de kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu toplantılarına CHP adına katılan eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen de o dönem 70 madde üzerinde uzlaşıldıktan sonra masanın AKP tarafından dağıtıldığını vurgularken, “Yapıyorlarsa önce o 70 maddeyi hayata geçirsinler. İyi Parti ve Saadet Partisi’ni hedef alan siyasi bir adım olarak görüyorum” dedi. Prof. Dr. Serap Yazıcı da “yeni anayasa” ifadesinin içinin boşaldığını söyledi.
Erdoğan’ın çağrısını değerlendiren hukukçulardan eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, 2011’de kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda da CHP’yi temsil eden isimlerden. Türmen, Erdoğan’ın yeni anayasa çağrısını ve masayı daha önce CHP’nin dağıttığı iddiasını şöyle değerlendirdi:
“Tutanaklarda çok açıktır, kim dağıttı, kimin yüzünden dağıldı. Uzlaşma Komisyonu’na geri dönecek olursak, 70 madde kadar üzerinde uzlaşmaya varılmıştı. Dört siyasi partinin uzlaşısı. Bu önemli bir uzlaşmaydı. Bunların çoğu, temel hak ve özgürlükler bölümüne ilişkindi. Ama temel hak ve özgürlükleri genişletici bir uzlaşıydı. Örneğin, tutuklama ile ilgili, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü konusunda uzlaşılar vardı. Devletin yapısı ile ilgili bölümde daha az maddede uzlaşı vardı ama Hakimler ve Savcılar Kurulu ile ilgili önemli bir uzlaşı vardı. İki ayrı kurul olsun, bakan bulunmasın gibi. Ama ne oldu, bunu tıkayan AKP’nin bugünkü cumhurbaşkanlığı rejimi önerisi oldu. Demokrasi ile bağdaşmayan bir öneriydi. Bunu görüşmeyi reddettik. Önünü tıkayan buydu aslında. Kim masadan kalktı diye bakarsanız, çalışma usulleri ile ilgili belge vardır. Orada der ki en az üç toplantıya katılmayan siyasi parti komisyondan çekilmiş sayılır. O zaman CHP, HDP ve MHP geldiler ama üç toplantıya AKP gelmedi. Bu nedenle de komisyon sona erdi. Toplantıya kim katılmadı diye bakarsanız AKP olduğunu görürsünüz. Cumhurbaşkanı’nın CHP söylemini tutanaklar yalanlar en başta."
"70 madde üzerindeki uzlaşı çok değerliydi. Yapılacaksa önce bu maddeler hayata geçilsin. Anayasa yapılacaksa, böyle yapılmaz. Uzlaşıya dayanması gerekir. Böyle ben istedim o zaman yenisi yapılsın demek hiçbir şeyle bağdaşmaz. Anayasa yapım süreci, anayasanın kendisi kadar önemlidir. Toplumsal uzlaşıya dayanır. Halkın katılımına dayanır. Ortaya çıkan ürün de herkes tarafından benimsensin diye bu şarttır."
Siyasi bir hamle olarak görüyorum. İçi boş bir hamle olarak görüyorum. Saadet Partisi ve İyi Parti’yi belki yanına çekmek için böyle bir söz atılıyor ortaya. Bir çaresizliğin, umutsuzluğun dışavurumu. Her şey deneniyor. Hiçbir yol dışarıda bırakılmıyor. İktidarda kalabilmek için her yol mübah görülüyor.
Doç. Dr. Tolga Şirin de anayasa çağrısını şöyle değerlendirdi:
"Anayasa değişikliği yapılması için en az 200 milletvekilinin teklifte bulunması gerekir. Teklif edilen değişikliğin kabul edilmesi için en az 360 milletvekilinin kabul oyu vermesi gerekir. Şu anda Cumhur İttifakı’nın parçası olan partilerinin (AK Parti, MHP ve BBP) meclisteki üye sayısı 338’dir. Dolayısıyla bir teklifte bulunabilirler. Fakat bu teklif, Millet İttifakı milletvekillerinin desteği olmadan kabul edilemez. Yani yanlarına büyük siyasi partilerden birini daha almaları gerekir. Cumhur İttifakı, en azından HDP (56 milletvekilleri vardır) veya İyi Parti’den (37 milletvekilleri vardır) birinin desteğini almak zorundadır. Bu olasılıklardan birinde, anayasa değişikliği kabul edilebilir ama halkoylaması zaruridir. Çünkü anayasa, 360 ila 400 milletvekili arasında kabul oyu almış değişiklikler için halkoylamasını zorunlu kılar. Halkoylamasına gitmeden yapılacak bir anayasa değişikliği için 400'den fazla oy gerekir. Yani ya bu iki partinin, yani HDP ve İyi Partinin aynı anda veya her hâlükârda CHP’nin (138 milletvekilleri vardır) desteği olmalıdır. Sonuç olarak, tekrar edeyim. Anayasa’nın 175’inci maddesinde öngörülen kurallar uyarınca, Millet İttifakı böyle bir teklif sunabilir ama başka partilerin desteği olmadan değişikliği kabul ettiremez.
"Ben bu değişiklik girişiminin anayasal amaçlar taşıdığına inanmıyorum. Anayasanın mevcut hükümleri dahi ayan beyan ihlal ediliyorken böylesi iddialar fazlasıyla kuşku uyandırıyor. Hele ki sayın Cumhurbaşkanının, bir tür 'toplumsal sözleşme' olduğu varsayılan Anayasa’da değişikliği önerirken bile, daha ilk cümlesinde CHP’yi suçlamış olması, nasıl bir çatışmacı ortamda olduğumuzun tipik bir göstergesidir."
"Sorun sadece bir uzlaşı, kutuplaşma sorunu da değildir üstelik. Ülkede AYM ve İHAM kararlarına direniliyor; toplanma özgürlüğü kategorik olarak askıda tutuluyor. İfade özgürlüğü, hiç olmadığı denli merkez siyasetini dahi kriminalize edecek düzeyde daralmış bulunuyor. Tutuklu gazeteciler sorunu devam ediyor. Basın özgür değil. Tutukevleri ağzına kadar dolu. Grev erteleme kararları vaka-i adiyeden. Yargıda partizanlaşma almış başını gitmiş. Parasız eğitim ve sağlık hakları dibe vurmuş… Yani anayasadaki temel hakların hemen hepsi işlevsiz hâle gelmiş bulunuyor. Durum böyleyken yeni anayasa tartışması açmak biraz traji-komik oluyor. Kanımca, Anayasa’nın değiştirilmeye değil, fiilen yürürlüğe sokulmaya ihtiyacı bulunuyor. Çünkü anayasa kâğıt üzerinde var ama gerçeklikte yok. Anayasa’nın -realist açıdan- yürürlükte olduğunu söyleyebilmemiz için en önce Enis Berberoğlu’nun milletvekilliğini kazanması, Can Dündar hakkındaki yargılamada AYM kararının dikkate alınması, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tahliyesinin sağlanması, BAK’çıların mesleklerine iade edilmesi, yani hepimiz için bağlayıcı olan yargı kararlarının uygulanması gerekir."
"Öte yandan, geçmişten beri icra edilmeyi bekleyen diğer bazı anayasal kararların da yerine getirilmesi gerekiyor. Bunlar için sadece mevzuatta dahi bazı değişiklikler yapılabilir. Mesela, biber gazı kullanımına ilişkin mevzuatın netleştirilmesi, cemevlerine ibadethane statüsünün tanınması, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yapısının değiştirilmesi, evli kadınların zorunlu olarak eşlerinin soyadlarını almasına ilişkin mevzuatın değiştirilmesi, Gayrimüslim gruplarca yeni ibadethanelerin açılmasına ilişkin mevzuatın çıkarılması, mahkûmlara umut hakkının tanınması, mahpuslara oy hakkının tanınması, memurlara grev hakkının tanınması, 'Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına propaganda suçu'na ilişkin hükmün değiştirilmesi, vicdani ret hakkının tanınması, yeni radyo-televizyon kanalı açmak için yapılan başvuruların usulünün netleştirilmesi, zorunlu din derslerinin kaldırılması bunların başlıcaları..."
"Ben bu adımın, artık çuvala sığmayan çuvaldızın yani ülkedeki ekonomik krizin, 2023’e kadarki bir sürede yapılacak erken seçime değin derinlikli biçimde gündem oluşturmasının ötelenmesi ve müstakbel seçimin referandum ikliminde bir kutuplaşmayla gerçekleştirilmesi için atıldığını tahmin ediyorum."
"Yine esasen (bazı başkanlık türevlerinde uygulanan veya tartışılan) yüzde 50’den daha düşük bir sayıyla Cumhurbaşkanı seçilmeyi mümkün kılacak ve fakat beraberinde bazı makyaj hükümler getirecek türden bir değişiklik paketi de sürpriz olmaz."
"Bu varsayımlardan, 'kutlu dava' diye kodlanan 'Hilafetin ilanı' kadar uzanacak sayısız olasılık var ama emin olmamız gereken şey, bu koşullarda yapılacak herhangi bir anayasa değişikliğinin mevcut durumdan herhâlükârda daha geri bir anlam taşıyacağıdır. Hemen her muhalifin kolayca “terörist” veya “vatan haini” ilan edildiği şartlarda değil anayasa, sağlıklı bir tartışma dahi yapılamaz. Önce bu atmosferin değişmesi gerekiyor.”
2007’deki yeni anayasa çalışmalarını gerçekleştiren akademisyenler arasında yer alan Prof. Dr. Serap Yazıcı da şunları söyledi:
“Doğrusunu isterseniz yeni bir anayasa yapmanın zamanı geldiği yönündeki sözleri, heyecan veren, geleceğe umutla bakmamızı sağlayan ifadeler olarak görmüyorum. Türkiye, 2007’den bu yana yeni anayasa ifadesini öylesine tüketip içini boşalttı ki doğrusunu isterseniz yeni anayasa sözleri benim yönümden hiçbir ipucu içermiyor. Bu nedenle bu yeni anayasa nasıl olacakmış, hangi parlâmento aritmetiğiyle yapılacakmış, kimlerin ittifakıyla nasıl bir içerik kazanacakmış gibi sorulara da odaklanmayı, zaman ve enerji kaybı olarak görüyorum.
Bildiğiniz gibi İnsan Hakları Genel Başkan Yardımcılığını yürüttüğüm Gelecek Partisi’nde “Tam Demokrasi İçin Güçlendirilmiş Parlâmenter Sistem” başlıklı bir çalışma hazırladık ve bu çalışmayı 9 Kasım 2020’de kamuoyuyla paylaşarak Partimizin internet sitesinde yayınladık. Maalesef çalışmamız, medyada hak ettiği yeri bulamadı. Dahası çeşitli TV kanallarında siyasi partilerin güçlendirilmiş parlâmenter sistemden söz ettikleri fakat hiçbir siyasi partinin bu kavramla neyi kastettiğini ortaya koymadığını söyleyenler oldu. Bu açıklamalar, bilgisizlik ve ilgisizlikten mi kaynaklanıyor yoksa algı yönetimi yapmayı mı amaçlıyor, bilmiyorum."
"Hazırladığımız çalışmada Türkiye’nin ekonomik, siyasi, hukukî tüm sorunlarının derinleşmesindeki temel faktörün Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olduğunu belirttik. Bu sistem, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini tek bir kişinin elinde toplayarak demokratik kurumları zaafa uğratmış; her şeyden önemlisi hukuk devleti güvencelerini yok etmiştir. Oysa hukuk devleti, demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Bu ilke, bireyin onurunu, varlığını, hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla devlet otoritesini hukukla sınırlamayı sağlar. Böylece herkesin geleceğe güvenle bakabildiği bir ortamı yaratır."
"Türkiye’nin 2016’dan itibaren içine sürüklendiği atmosfer, tam bir hukuksuzluktur. Bu ise bireyler yönünden belirsizlik ve güvensizlik demektir. Hukuksuzluğun yarattığı en önemli sonuç, yerli ve yabancı sermayenin ülkeyi terk etmesi, yeni yatırımların yapılmaması, istihdamın sınırlanması, işsizlik, açlık ve yoksulluktur. Bu nedenle Türkiye’nin hiç zaman kaybetmeden atması gereken adım, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini terk ederek kuvvetler ayrılığı esasına dayanan, yargının bağımsızlığının temin edildiği, hukuk devleti güvencelerinin güçlendirildiği parlâmenter sistemi kabul etmektir. Bu yapılabilirse Türkiye, demokratik bir iklime kavuşur. Sözün kısası, tek çare hukuk devletinin güçlendirildiği parlâmenter sistemdir. Bunu sağlamayan herhangi bir proje, sorunlarımızı çözemeyecektir."