Erdoğan 'kanı bozuklar' dedi, iletişim uzmanı Ali Saydam sordu: Bunun neresi faşizan söylem?

Erdoğan 'kanı bozuklar' dedi, iletişim uzmanı Ali Saydam sordu: Bunun neresi faşizan söylem?

Yeni Şafak yazarı ve iletişi uzmanı Ali Saydam, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Alman Parlamentosu'nda kabul edilen 'Ermeni Soykırımı' tasarısına evet oyu veren Alman Yeşiller Partisi Eş Genel Başkanı Cem Özdemir'e yönelik 'kanı bozuk' sözünü değerlendirdi. Ancak Saydam, 'kanı bozuk' nitelemesi yerine 'kansız' kelimesi üzerinden yaptığı yorumda, Türk Dil Kurumu'ndan (TDK) referans vererek, "Alman medyası, tıpkı bizim bazı köşe yazarları gibi, Erdoğan'ın milletin 'kan grubu' ile uğraştığını, Alman faşistlerinin kafataslarına ve ırkla ilgili diğer öğelere takıldıkları gibi onun da kan ayrımı yaptığını iddia edecek kadar alçalmış durumdalar" görüşünü savundu. Saydam, "Oysa oralardaki aklı başında bir Türk'e sorsalar, o da Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğü'ne ya da Kubbealtı Lûgatı'na baksa onlara diyecekti ki: 'Üç anlamı vardır: 1. Kanı olmayan 2. Kan dökmeden yapılan (ihtilal gibi) 3. Mecazi anlamda:  bozAcıma duygusu olmayan, Duygusuz; Korkak…" ifadelerini kullandı ve “Bunun neresinden çıkarılabilir faşizan söylem?” diye sordu. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1915 olaylarını "soykırım" olarak niteleyen tasarının kabul edilmesinin ardından yaptığı açıklamada, Cem Özdemir’i kastederek, “Almanya’da kendi ülkesini soykırımla itham eden adam, soruyorum kanı bozuk değil de nedir? Toplumumuz içinden çıkan veya çıkacak olan kanı bozukların hiçbiri bu milletin asaletini, şanlı tarihini, İslam’a yaptığı hizmetleri asla lekeleyemez” diye konuşmuştu. Erdoğan, buradaki açıklamalarında Saydam'ın bahsettiği gibi 'kansız' değil, 'kanı bozuk' nitelemesi yapmıştı. 

Yeni Şafak yazarı Ali Saydam’ın bugün yayımlanan ‘Türkiyeli ‘Cem Özdemir’…’ başlıklı yazısı şöyle:

Pazar günü Alman meslektaşım Christian Langer ile telefonda konuşuyoruz… “Sizin Cumhurbaşkanı'nın lafını öyle bir kullanıyorlar ki, sorma!” diyor…

“Alıştık tahrifata; bu seferki nasıl bir şey?” diye soruyorum. “Bu seferki de Türk kökenli Alman milletvekillerinin kanlarının kalitesi üzerine” diyor gülerek…

“Kansızlar” nitelemesinin önünde ve arkasındaki metaforu tamamen görmezden gelen Alman medyası, tıpkı bizim bazı köşe yazarları gibi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın milletin 'kan grubu' ile uğraştığını, Alman Faşistlerinin kafataslarına ve ırkla ilgili diğer öğelere takıldıkları gibi onun da kan ayrımı yaptığını iddia edecek kadar alçalmış durumdalar. Oysa oralardaki aklı başında bir Türk'e sorsalar, o da Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğü'ne ya da Kubbealtı Lûgatı'na baksa onlara diyecekti ki: “Üç anlamı vardır: 1. Kanı olmayan 2. Kan dökmeden yapılan (ihtilal gibi) 3. Mecazi anlamda:  bozAcıma duygusu olmayan, Duygusuz; Korkak…”

Bunun neresinden çıkarılabilir faşizan söylem?..

Langer, “Önemli değil” diyor. Durum şöyle herhalde: Cumhurbaşkanı Boğaz'ı yürüyerek geçse, “Koca Cumhurbaşkanı olmuş; yüzme bilmiyor!” diye eleştirecekler… Tıpkı bizim ecnebi aydınlarımız gibi…

Bu ecnebi Türklerin arkadaşlarımızın bir zamanlar (bir kısmı hâlâ) baş tacı ettiği, Alman Parlamentosundaki 'Türk' olarak öve öve bitiremedikleri, onaylanan yasayı Alman Parlamentosuna getiren Cem Özdemir, 'fıtratına' uygun açıklamalarını sürdürmüş.

Sözde 'Ermeni Soykırımı' tasarısına evet oyu vermesinin ardından Türkiye tarafından “linç kampanyasının hedefinde olması” sebebiyle kendisine polis koruması verilmesi hakkında konuşmuş: “İşin ilginci, hayatımda iki kez koruma verildi. İkisi de ekseriyetle Türkiyeliler yüzünden. İlki, ilk kez milletvekili seçildiğim 94 sonrasına rastlar. Şimdi ise Türkiye Cumhurbaşkanı'nın doğrudan hedef göstererek başlattığı bir linç kampanyasından korunuyorum. Sizce de abes değil mi Türkiye dışında siyaset yapan bir Alman siyasetçi için?”

Bizden 'Türkiyeliler' diye söz eden sözde Türk'ün 'sözde ermeni soykırımı' yasasına sahiplenmesi kadar doğal ne olabilir…

Ödül var, ödül var

İngiltere ve İspanya bu konuda en önde giden iki ülke. ABD de fena değil hani… Bastırıyorsunuz parayı. Ödül garanti… Bana gazeteye gönderilen ”O ödülü aldık; bu ödülü aldık!” şeklindeki basın bültenlerini biriktirip reklam ve halkla ilişkiler konularını işleyen pazarlama iletişimi dergisiMarketing Türkiye'de zaman zaman yayınlıyorum…

Olay öyle bir hal aldı ki, bazı ödüller 2-3 bin dolara kadar düştü… Kayıt parası (Entry Fee) karşılığı alıyorlar… Masrafları oluyormuş da.

Neticede, PR dünyasında 'Ödül alamayanı dövüyorlar' muhabbeti yaygın…

Bu enflasyon ortamında pek çok ödül itibarını çoktan yitirmiş durumda.

Tabii bu durum her ödül için geçerli değil. Çok tanınan ve muteber bir ödül alınmışsa mesele yok. Ancak yine çok nitelikli, henüz özellikle ülkemiz kamuoyu ve/veya 'etkileyiciler' tarafından çok tanınmamış bir ödül söz konusu ise, kurunun yanında yaşın da yanmaması için, hakkaniyetle alınan bir ödülün bile iletişiminin gerektiği gibi yapılması şart.

Dün güvenlik sistemleri satan hayli yaygın hizmet veren başarılı bir şirket algısına sahip olduğumuz Pronet, aldığı bir ödülle ilgili tam sayfa ilan vermiş… İlanın ortasında bir plaket var. Oradan anlaşıldığı üzere Birinci olmuşlar. Altın Madalyaya layık görülmüşler. Uluslararası deyimle EMEA bölgesinde (Avrupa, Ortadoğu ve Afrika) ipi göğüslemişler.

“En iyi müşteri deneyimi ödülü” olduğu belirtilen ilanda, ödülü veren kuruluş olarak Contact Center World gözüküyor. Bir dernekmiş bu… Öyle anlaşılıyor. Küresel bir dernekmiş… Contact Center & Customer Engagement Best Practice ödüllerini verdiği belirtiliyor plakette…

Şimdi Pronet'e düşen, hedef kitlesini bu aldığı ödülü veren kurumun algılanması konusunda ikna etmek. Yoksa millet onları da ötekilerinin yanına koyuverir. Yapılacak şey çok basit aslında. Analog ve dijital medyada bu derneğin nasıl bir şey olduğunu, ödül sürecini falan açık seçik anlatmak… Pronet'e de bu yakışır zaten…