Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin Suriye sınırında kurmak istediği 30 kilometre derinliğindeki güvenli bölge için, "Kaybedecek tek bir günümüz dahi yoktur" dedi. Bu konuda uluslararası toplumda Türkiye'nin yaptığı çağrı neticesinde kimsenin elini taşın altına koymamasından yakınan Erdoğan, "Geldiğimiz noktada kendi yolumuzda devam etmekten başka çaremiz kalmamıştır" diyerek, oluşturulacak güvenli bölgede 2 milyon Suriyeli'nin iskan edileceğini söyledi. Erdoğan, "Planlarımız, proje çalışmalarımız hazır" dedi.
Erdoğan, Türkiye'nin Suriye toprakları içindeki varlığının sebebini de, "Öncelikle şu hususu sizlerle bir kez daha paylaşmak istiyorum; Türkiye Suriye'nin toprak bütünlüğünden, siyasi ve idari birliğinden yanadır. Mevcudiyetimizin tek sebebi, sınırlarımıza yönelik terör tehditlerinin, ülkemizdeki Suriyelilerin geri dönüşlerini de engelleyen bir bariyer haline dönüşmüş olmasıdır. Biz asla savaştan, çatışmadan, kan dökülmesinden, acı çekilmesinden yana değiliz" sözleriyle açıkladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM'den ayrılırken gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erdoğan'a Genel Kurul'da Suriye gündemiyle ilgili olarak yaptığı "Kaybedecek tek bir günümüz dahi yok" açıklamasının anlamı soruldu. Erdoğan'ın yanıtı, "Her zaman söylediğimiz gibi, 'Bir gece ansızın gelebiliriz" oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) 27. dönem 3. yasama yılı açılışında konuşan Erdoğan'ın açıklamaları şöyle:
"Suriye’de, Irak’ta, Katar’da ve daha pek çok yerde bayrağımızı gururla dalgalandıran güvenlik güçlerine mevladan yardım diliyorum."
"Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan devletlerimize baktığımızda 2200 yıllık bir mirasa sahip olduğumuzu görüyoruz. Dünyada böyle kesintisiz bir devlet tecrübesine sahip devlet yoktur."
"Bu süreçte verdiği mücadele ile TBMM ikinci defa gazilik unvanı ile şereflenmiştir. 15 Temmuz gecesi bu millete sıkılan her kurşun bizi büyük ve güçlü Türkiye'nin inşasından vazgeçirmek bir yana daha da kararlı olmamıza sebebiyet vermiştir."
"Bugün geleceğimize çok daha güven ve cesaretle bakıyorsak bu mücadelenin sayesindedir. Milletimizin yakın tarihteki en büyük demokrasi kazanımı olan 15 Temmuz'un anlamını koruması anlamında azami hassasiyet göstermesine davet ediyorum. Meclis itibarının gözetilmesini de her şeyin üzerinde tutmamız gerekiyor. Ülkemizi demokrasi ile tanıştıran bu Meclis'e sahip çıkmak hukuka ve milli iradeye de sahip çıkmak demektir. Cuntaların siyaseti ve hukuku örseleyen nice ayak oyunlarının karşısında hep bu Meclis olmuştur. Her seferinde milli irade üstün gelmiştir. TBMM istiklal harbini yönetirken de 15 Temmuz'da da darbecilerin karşısına cesaretle dikilirken de milletimiz adına tarihte eşine az rastlanır bir mücadele veriyordu. İnşallah gelecekte de bu kutlu çatı altında aynı mücadele kararlılıkla verilmeye devam edecektir. Siyaset yaparken de Meclis çalışmalarını yürütürken de hepimiz önce bu millete karşı sorumlu olduğumuzu unutmayacağız. Önce milletim, memleketim demeyen hiç kimsenin bu kutlu çatının altında yer almaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Türkiye'nin en büyük gücü milletiyle ve onu temsil eden kurumlarıyla sergilediği birliktir, beraberliktir, dayanışmadır. Bu öyle bir güçtür ki ne parayla ne teknoloji ile ne de diğer imkânlarla kıyas kabul eder. İşte bunun için her fırsatta bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız diyoruz.
İşte bunun için terörle arasına mesafe koyan tüm kesimleri milli meselelerde aynı ortak paydada buluşmaya davet ediyoruz. Bu hissiyatla hareket eden herkesle ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın tüm meselelerini konuşmaya, görüşmeye birlikte hareket etmeye hazırız. Milletimizin ve onların temsilcileri olan siz milletvekillerine hiçbir zaman kulağımızı ve gönlümüzü kapatmadık, kapatmayacağız. Yeter ki siyasi konulardaki farklılıklarımızı ülkemize ve milletimize karşı olan sorumluluklarımızın önüne geçirmeyelim. İnşallah önümüzdeki yasama dönemi Meclis çatısı altında bu anlamda örnek bir iş birliğini tarihe geçireceğimiz bir yıl olur."
"Türkiye Cumhuriyet döneminde yeniden ayağa kalkma mücadelesi verirken aynı zamanda darbeler, vesayet, geri kalmışlık gibi nice sıkıntılarla da boğulmak zorunda kalmıştır. Geriye dönüp baktığımızda demokraside, ekonomide, eğitimde, sağlıkta, velhasıl her alanda uzunca bir süre milletimizin oldukça düşük hizmet standartlarına mahkûm edildiğini görüyoruz. Bu durumun elbette pek çok sebebi vardır. En önemli sebeplerden birinin siyaset kurumunun kendi içindeki rekabeti ülkeye hizmetin üzerinde tutması olduğunu düşünüyorum. Bunu gördüğümüz için yaklaşık 18 yıl önce Türkiye'nin yönetimine talip olarak ilk önce siyasetin üslubunu ve tarzını değiştirmekle işe başladık. Biz kendimize politikalarımıza milletimize inandık. TBMM’nin sorunlarını çözme iradesinin büyüklüğüne inandık."
"Enerjide kendi su, güneş, rüzgâr termal ve kömür kaynaklarımızı en iyi şekilde değerlendirebileceğimize inandık. Sanayimizi dünya ile rekabet edebilecek düzeye çıkarabileceğimize inandık. Savunma sanayide ülkemizi dışa bağımlılıktan kurtarabileceğimize inandık. İstihdamı herkesin kendisini ve ailesini geçindirebileceği bir iş bulabileceğine inandık. Milletimizi özlemle beklediği hizmete kavuşturabileceğimize inandık. Dış politikada bayrağımızın onurunu, pasaportumuzun değerini, ülkemizin itibarını hak ettiğimiz seviyeye çıkarabileceğimize inandık. Ne yaptıysak neyi başardıysak hepsini sizlerle birlikte gerçekleştirdik."
"Demokrasilerde iktidar kadar muhalefetin de önemli olduğuna inandığımız için bu başarıyı hiçbir ayrım yapmadan yüce Meclis'in bütün milletvekillerinin ait görüyoruz. Demokraside, ekonomide, alt yapıda icraatıyla, teklifiyle, tenkitiyle emeği olan herkese şükranlarımı sunuyorum. Türkiye'nin uzun, meşakkatli, zaman zaman kesintili de olsa demokraside bugün Türkiye'nin geldiği yer hepimizin ortak zaferidir. Meclisimizin gayreti, milletimizin takdiriyle hayata geçen yeni yönetim sistemimiz artık sorunlarımızı herhangi bir müdahaleye meydan vermeden demokrasinin imkânlarıyla çözebileceğimizin en büyük kanıtıdır."
"Kadim bir medeniyet ve tarih birikiminin varisi olmak bize büyük itibar kazandırmanın yanında ağır sorumluluklar da yüklüyor. Bugün bölgemizde ve dünyada kalbi ve gözüyle bizi takip eden yüz milyonlarca insan bulunuyor. Türkiye sadece komşularının değil, bugün bize uzak gibi görünse de aynı tarih ve medeniyet dairesinde birlikte olduğumuz tüm kardeşlerinin meseleleriyle ilgilenmek zorundadır. Suriye'ye sırtımızı dönemeyeceğimiz gibi Arakan'a Türkistan'a da sırtımızı dönemeyiz. Irak'ı İran'ı görmezden gelemeyeceğimiz gibi Azerbaycan'dan Kazakistan'a kadar Asya coğrafyasının hiçbir köşesine ilgisiz kalamayız. Avrupa'dan Kafkaslar'a, Orta Asya'dan Güney Asya'ya kadar her yerde bu anlayışla varlık gösteriyoruz. Türkiye olarak bu geniş coğrafyada sadece yaşatmak ve imkan varsa birlikte kazanmak için mücadele ederiz. Sınırlarımız dışındaki hiçbir faaliyetimiz işgal, istismar amaçlı değildir. Kendi güvenliğimiz, huzurumuz ve refahımız adına neyin peşindeysek yakındaki ve uzaktaki tüm dostlarımız için aynı mücadeleyi veriyoruz. Birileri sınırlarından binlerce kilometre öteye kaynakları sömürmek bu uğurda gerekirse terör örgütlerini, canileri, diktatörleri desteklemek için gidiyor olabilir, biz ise çevremize sadece yaşatmak ve imkân varsa birlikte kazanmak anlayışıyla bakıyoruz. İnsan merkezli bu anlayışın elbette bir bedeli vardır. Ne bedel ödersek ödeyelim Türk milletini diğerlerinden ayıran bu insani duruşumuzdan hiçbir zaman vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz."
"Bugün ülkemizde yaklaşık 5 milyon yabancı bulunuyor."
"Suriye krizi uzadığı için hâlâ sınırlarımız içinde yaşayan 3 milyon 650 bin misafirimizin yol açtığı kültürel, sosyal, ekonomik sınamaların tabii ki farkındayız. Türkiye'den başka böyle bir yükü omuzlayabilecek ve bu kadar uzun süre yönetebilecek bir başka ülke olmadığını da biliyoruz. Milyonlarca sığınmacıyı kendi topraklarımızda misafir etmeye devam etmek gibi bir düşüncemiz yoktur. Yaklaşık 8 yıldır misafir ettiğimiz bu insanların evleri, vatanları zaten vardır. Bize düşen sığınmacıların bir an önce kendi ülkelerinde hayatlarını sürdürebilecekleri güvenli bir iklimi oluşturmaktır. Bu konuda uluslararası topluma şimdiye kadar pek çok çağrıda bulunduk. Bundan dört yıl önce G20 zirvesinde toplantıya katılan tüm liderlere Suriye sınırında bir güvenli bölge oluşturmayı ve sığınmacıları burada iskan etmeyi teklif ettim. Söze gelince herkes memnuniyetle karşılarken hiç kimse atılacak adımlar için elini taşın altına koymadı. Ülkemize yönelik Suriye kaynaklı terör tehdidi artık tahammül edilemez boyutlara ulaştı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları'nı hayata geçirdik. İdlib'de Rusya ve İran'la birlikte yürüttüğümüz ASTANA süreci ile büyük bir insani dramın yaşanmasının önüne geçtik. Kolay değil 4 milyon nüfusu olan bir şehir. Ve burada zulme uğrayan insanlara vermiş olduğumuz destek çok çok insani ve tarihin kayda alacağı bir durumdur. Şimdiye kadar güvenli hale getirdiğimiz yerlere geri dönen Suriyeli sığınmacı sayısı 360 bini buldu."
"Öncelikle şu hususu sizlerle bir kez daha paylaşmak istiyorum; Türkiye Suriye'nin toprak bütünlüğünden, siyasi ve idari birliğinden yanadır. Mevcudiyetimizin tek sebebi, sınırlarımıza yönelik terör tehditlerinin, ülkemizdeki Suriyelilerin geri dönüşlerini de engelleyen bir bariyer haline dönüşmüş olmasıdır. Biz asla savaştan, çatışmadan, kan dökülmesinden, acı çekilmesinden yana değiliz. Tam tersine hem kendimiz hem Arabı, Ezidisi, Hıristiyanıyla tüm Suriye halkı için huzurlu bir gelecek istiyoruz. Birileri terör ve sığınmacı yükünü ülkemizin omuzlarımıza yükleyerek adeta bize diz çöktürmeye çalışıyor. Türkiye böyle alçakça bir oyunu kabul edecek kadar aciz bir ülke midir? Türkiye bir takım nevzuhur devlere yapıldığı gibi masa başında yazılan senaryoların figüranlığı yapacak kadar köksüz bir ülke midir? Türkiye değerlerini bir çırpıda kenara atacak, geleceğini başkalarına teslim edecek kadar sahipsiz bir ülke midir? Böyle olduğunu düşünenler varsa hiç kusura bakmasın, milletimizi de bizi de tanımıyor demektir. Açık ve net söylüyorum, biz bu dayatmaya, bu senaryoya rıza göstermeyiz. Millet olarak gerekirse ser veririz ama istiklalimizden ve onurumuzdan kesinlikle taviz vermeyiz. Suriye konusunda karşı karşıya bulunduğumuz durum tam da budur."
"Sınırlarımızın bitişiğindeki sıkıntıyı müttefiklerimizle birlikte çözmek için her yolu denedik. Ziyadesiyle sabırlı davrandık. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları bu konudaki kararlılığımızın somut birer tezahürüdür. Maalesef özellikle Fırat'ın doğusunda bu yöntemle arzu ettiğimiz neticelerin hemen hiçbirine ulaşamadık. Türkiye'nin artık bu konuda kaybedecek tek bir günü bile yoktur. Geldiğimiz noktada kendi yolumuzda devam etmekten başka çaremiz kalmamıştır. Mümbiç dâhil Fırat'tan Irak sınırına kadar oluşturacağımız 30 kilometre derinliğindeki güvenli bölgede bir milyonu mevcut, bir milyonu da yeni yerleşim yerlerinde toplam 2 milyonu iskân ettirmeyi planlıyoruz. Planlarımız hazır. Proje çalışmalarımız hazır. Bunları devlet başkanları, başbakanlarla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki ikili görüşmelerde paylaştık.
Uluslararası toplumun desteğiyle inşa edeceğimiz 5 bin nüfuslu 40 köye ve 30 bin nüfuslu 50 ilçeye bir milyon kişiyi yerleştireceğiz. Kurulacak köylerle ilgili ön çalışmaları yaptık, yerleri tespit ettik, maliyetleri çıkardık. Diğer yerlerde de iyileştirme çalışmaları yürüteceğiz. Bölgeyi terör örgütünün işgalinden kurtarır kurtarmaz inşallah uluslararası toplumdan alacağımız destekle derhal işe başlayacağız. Bu bakımdan bir uluslararası donörler toplantısı yapmak suretiyle bu adımı atacağız."
"Finansal dalgalanma faizlerden enflasyona kadar pek çok zincirleme etkiye yol açtı. Ağustos ayındaki sıkıntının ardından ekonomi yönetimiz pek çok önlem almıştır. Saldırı dalgasının ilk ayağı olan döviz kuru istikrarlı çizgiye oturtulmuştur. Bankacılık sistemimiz güçlü yapısını koruyor. Önümüzdeki günlerde enflasyonun yeniden tek haneli rakama ineceğine inanıyorum. Merkez Bankamızın döviz rezervleri yeniden 100 milyar doların üzerine çıktı. Şu aralar 103 milyar dolar seviyesine ulaştı."
"Türkiye diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de dimdik ayakta kalmayı başarmıştır. Ekonomik olmaktan ziyade siyasi kriterlerle perde gerisinden ülkeleri yönetmeye kalkan IMF defterini tekrar açılmamak üzere Mayıs 2013'te kapattık. Malum göreve geldiğimizde IMF'e olan borç yıllık 3,5 milyar dolardır. Mayıs 2013'te sıfırladık."
"Turizm gelirlerimiz geçen yıl yüzde 12 artmıştı, bu yıl yüzde 10 daha artacak. Burada da 50 milyon turisti inşallah yakalayacağız. Hem bütçe açığımızın hem de borç stokumuzun milli gelirimize oranı, AB standartlarına göre çok çok iyi bir seviyededir."
"Meclisimiz tarafından kabul edilen 11. Kalkınma Planı'ndaki yol haritamızı takip ederek önümüzdeki seçimsiz 4 yılı en iyi şekilde değerlendireceğiz. Ülkemizi dünyanın en iyi 10 ekonomisi yapmak için durmadan çalışacağız. Bilindiği gibi BM Genel Kurulu'nda adalet teması etrafında dünya meselelerinin kapsamlı bir değerlendirmesini yaptık. Nisan ayında kamuoyumuzla paylaştığımız yargı reformu strateji belgesinin ilk hazırlıklarını tamamladık. İlk reform paketi tüm milletvekillerimizin değerlendirmesine sunuldu. Meclis’te mümkün olan en geniş uzlaşma ile tartışılması ve kabul edilmesi önemli. Bu paketi yenileri de takip edecektir. Gerek komisyonlarda gerek yerel kurullarda bu paketlerin yapıcı bir anlayışla tartışılacağını umut ediyorum. Hukuk başkadır, adalet başkadır. Meclis'in görevi adaletin tesisine imkân sağlamak için en ideal hukuk düzenlemelerini yapmaktır. Kendimiz ve tüm insanlık için adalet peşinde koşarken bunun çerçevesini oluşturan kanunları da sürekli geliştirmek zorundayız. Anayasamıza göre devletin başı, yeni sistemimize göre de aynı zamanda yürütmenin sorumlusu olarak yargı reformu çerçevesinde atılacak adımları tüm milletvekillerimizle gerçekleştirmeye önem veriyoruz. Yasamanın, yürütmenin ve yargının kendi içlerinde bağımsız olmaları, devletin başı olan Cumhurbaşkanının öncülüğünde belirli amaçlar için işbirliği içinde çalışmalarına mani değildir. Elbette cumhurbaşkanı milletvekillerinin yerine geçip kanun çıkarmaya, hâkimlerin yerine geçip hüküm vermeye kalkacak değildir. Esasen kuvvetler ayrılığı demek demokrasinin özünü oluşturan güçlerin çatışması değil, makul bir denge içinde aynı hedefler doğrultusunda faaliyetlerini yürütmeleri demektir. Biz de bu anlayışla Anayasa'nın verdiği göreve uygun şekilde, tüm kurumlarımızın ahenk içinde çalışmasını temin gayesiyle çaba gösteriyoruz. İdeolojik saplantılar ve günlük siyasi çıkarlar uğruna bu dengeyi bozmaya yönelik söz ve eylemler içine girenler bize değil, ülkeye ve devlete zarar verdiklerini bilmelidirler."
"Bugüne kadar millet iradesinin dışındaki yolları reddettim. Vesayetçilerin cezaevine attığı, darbecilerin canına kastettiği bir siyaset ve devlet adamı olarak başka bir yolu aklımdan geçirmedim."