Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dokunulmazlıkların kaldırılması tartışmasına ilişkin olarak, HDP'li milletvekillerini işaret ederek, "Eninde sonunda dokunulacaksınız. Bu uzlaşmayı ben takdirle karşılıyorum. Tabii önümüzdeki hafta bu işin Meclis süreci başlayacak. Mevcut dokunulmazlık dosyalarının tamamı yargıya intikal ettirilecek" dedi. "Sabretme dönemini geride bıraktık. Artık harekete geçme zamanı" diyen Erdoğan, "İnşallah dokunulmazlık meselesi bunun ilk adımı olacak" diye konuştu.
Erdoğan, çözüm süreci ve devam eden terör operasyonlarına ilişkin olarak, "Çözüm sürecini buzdolabına koyduk. Şimdi operasyonlar dönemi. Ne olacak bu operasyonlar döneminde? Bu iş bitecek... Bu iş bitecek... Eğer başaramazsak, yazıklar olsun. Bunu başaracağız" diye konuştu. Erdoğan, "Terör örgütünü tümüyle bu topraklardan attığımızda çözümü gerçekleştirmiş olacağız" ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen haftaki muhtarlar toplantısında ağır ifadelerle eleştirdiği Can Dündar ve Erdem Gül'ün MİT TIR'ları davasına katılan konsolosları eleştirmesinin ardından kendisini bir muhtarla yanak yanağa resmeden mizah dergisi Leman'ın "Özür diliyoruz" başlığıyla yayınladığı son kapağı için "O güya mizah dergisi muhtarları aşağılayan kapağı için özür diledi. Sizlerin tepkisi olmasaydı özür dilemeyecekti" yorumu yaptı.
Erdoğan geçen hafta yaptığı konuşmasında, "Biliyorsunuz bir konsolosun, casusluktan yargılanan bir gazeteciyle fotoğraf ektirdiğini eleştirmiştim. Bir mizah dergisi, benim muhtarlarla çektirdiğim fotoğrafı kapağına taşımış, 'Biz konsoloslarla, sen ancak muhtarlarla fotoğraf çektirirsin' demişler. Benim yanım zaten muhtarların yanı, siz o konsolosların yanında" ifadelerini kullanmıştı.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda düzenlenen 24. Muhtarlar Toplantısı'nda konuşuyor.
Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:
O güya mizah dergisi muhtarları aşağılayan kapağı için özür diledi. Sizlerin tepkisi olmasaydı özür dilemeyecekti. Değerli kardeşlerim, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönem başkanlığını devraldık. 25 ülke, devlet ve hükümet başkanı düzeyinde, diğer ülkelerde parlamento başkanı, cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakan düzeyinde temsil edildiler. Bu vesileyle yaptığımız görüşmelerde ısrarla birlik ve dayanışmanın önemine vurgu yaptık. Adalet ve barış olmayınca birliğin ve dayanışmanın sağlanması da mümkün değildir. Zulüm etrafında birleşenler sadece zalimlerdir.
Biz inşallah daima iyinin, güzelin, doğrunun, hayırlı olanın yanında yer alacağız. İslam İşbirliği Teşkilatı İstanbul zirvesinde de ifade etme imkanı bulduk. Çünkü rabbimiz ne buyuruyor; “Siz hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz.”
Dünyada Müslümanların yaşadığı sıkıntılara bakıldığında bu teşkilata çok önemli görevler düştüğünü görüyoruz. Teşkilatı adına ve misyonuna yakışır bir konuma getirmek istiyoruz. Müslümanların adının sefaletle, terörle, cehaletle, insani dramlarla değil, parlak günlerde olduğu gibi insanlığın hayrına hizmetle anılması temennimizdir.
Biliyorsunuz, bu hafta Kutlu Doğum’u yaşadık. Kutlu Doğum haftası boyunca da başlık neydi, bir taraftan tevhit, vahdet, bir taraftan gelin birlik olalım çağrısıydı.
Bizim bu noktada dinimiz İslamdır. İslam’da ayrımcılığa vesile olan mezhepçilik olmaz. Bu mezhepler bizim için ayrımcılık vesilesi olacaksa vay o toplumun haline. İkincisi etnik... Lazmış, Türkmüş, Kürtmüş, Boşnakmış, Çerkesmiş. Yunus’un diliyle yaklaştık. Yaratılanı yaratandan ötürü severiz dedik.
Hepsini istisnasız severiz. Yaklaşımımız bu olacak. Ve üçüncüsü de terör. Geldiğimiz nokta ortada, terörde çok kayıplar verdik. 35 yıldır 40 bini aşkın insanımız bu topraklarda terörün kurbanı oldu. Önce demokratik açılım dedik, milli birlik, kardeşlik dedik olmadı. Çözüm süreci dedik, yine olmadı. Çözüm sürecini de buzdolabın koyduk. Şimdi operasyonlar dönemi. Ne olacak bu operasyonlar döneminde? Bu iş bitecek... Bu iş bitecek... Bu milletin huzuruna kimsenin kast etme hakkı yoktur. Sonuna kadar tüm güvenlik güçlerimizle üzerine gidiyoruz, gideceğiz. Askerimizle, polisimizle, köy korucumuzla, dayanışma içinde bu işi sürdüreceğiz. Eğer başaramazsak, yazıklar olsun. Bunu başaracağız. Bu millet güçlüdür ve bunu başarmaya da muktedirdir.
Telsiz dinlemeleri bunlar, dayan diyor... Değerli kardeşlerim. Bütün bunların en önemli sebebi, bölge halkının bölünmekten değil, milletimizin parçası olarak kalmak istemesidir. Polisiyle, askeriyle, korucusuyla, tüm güvenlik güçlerimiz terör örgütünü bir kez daha yenmiştir. Kendi kendilerine özerklikçilik oynayanlar kaybetmiştir. Çukur siyasetiyle netice alacağını sananlar hüsrana uğramıştır. Milletimizin mahremini çiğneyerek gönlüne gireceğini düşünenler sadece nefretini kazanmıştır.
Türkiye’nin 79 milyon vatandaşı, 81 vilayeti, 780 bin km2 vatan toprağıyla bölünmez bütün olduğu şehitlerimizin kanlarıyla bir kez daha tarihe yazılmıştır. Şu gerçeği herkes görmüş ve anlamıştır. Türkiye’nin bugünkü sınırları bizim son sınırlarımızdır. Bundan 100 yıl önce Osmanlı Devleti’nin yüzölçümü 5 milyon kilometrekareydi. Ancak 780 bin kilometrekaresini koruyabildik. Asıl amaçlarının bizi buralardan kazımak olduğunu biliyoruz. Kimse kusura bakmasın, artık o devir geride kaldı. Hem sınırlara sıkı sıkı sahip çıkacağız, hem de Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar gönül kapısını açık tutacağız.
Pek görüşlerini paylaşmamakla birlikte, Sayın İnönü ve Ecevit’in de farklı görüşler içinde olduğunu sanmıyorum. Yunanistan, Bulgaristan ve arkasından tüm Balkanların elimizden nasıl kayıp gittiğini gören bir kadroydu. Cumhuriyet kurulurken ne coğrafya, ne köken alınmıştır. Pek çok sorunlu yanları olan Lozan’da da kriter İslam olan ve olmayan olarak belirlenmiştir. Böylece Osmanlı’nın son yüzyıllardaki büyük kayıpları olarak görülen dini azınlıklara karşı yeni bir anlayış kurulmuştur.
Mübadelede sorun yaratacak büyüklükte bir dini azınlık kalmayınca bu sefer Kürt kardeşlerimiz üzerinden yeni bir ırkçılık oyunu ortaya konmuştur. Kürt kardeşlerime soruyorum. Geçtiğimiz yılın temmuz ayından bu yana ne bölge halkının, ne de ülkemizin çıkarlarıyla ülkemizle en küçük bir ilişkisi var mıdır?
Askerimizin, polisimizin, her bir korucumuzun adını tarihe altın harflerle kazıdık, kazıyacağız. Şehitlerimiz, namusları bildikleri vatanlarını müdafaa yolunda hayatını kaybettiler. Bu Kürt gençler ne için öldü? Pek çoğunun mezarı bile olmayacak. Kandil’deki baronların umurunda mı acaba? Evlerin bodrumlarında, sokaklara açılan hendeklerde, kanalizasyon çukurlarında, kamplarda bu gençlerin ölümü sadece aileleri için anlamlıdır. Bu örgüt kanla beslenir. Yaşatmak değil, sadece öldürmek için faaliyet gösteren terör örgütünü bölgemizden söküp atmadan yaşanan acıların önüne geçemeyiz.
Çözüm içinse, alın size çözüm. Bunları zerresi bile kalmayıncaya kadar bu topraklardan attığımızda çözümü gerçekleştirmiş olacağız. O zaman önümüzde duracak hiçbir şey yoktur. Ne AP’nin rapor diye yayımladığı hezeyanlar, ne de Irak’ta, Suriye’de Libya’da akbaba gibi dolaşanlar Türkiye’yi durdurabilirler.
Bu vesileyle AP’nin Türkiye raporu ve kararıyla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Bu raporun ve kararın sadece iki başlığını anlatayım. Gerisini siz zaten tahmin edersiniz. Kararın 17. Maddesinde güya çevreci hassasiyetler bahanesiyle Türkiye’nin mega projelerinden kaygı duyulduğu ifade ediliyor. Vah vah vah. Size bu kaygı bir yerlerden tanıdık geldi mi, bana geldi. Anladınız değil mi? Yine de ben açayım. Bu talep önümüze Gezi olaylarında da getirilmişti. Aynı şekilde 17-25 Aralık’ın hedeflerinden biri Türkiye’nin mega projelerini yapan iş adamlarıydı.
Şimdi de aynı şifreyle AP’nin Türkiye İlerleme Raporu’nda karşılaşıyoruz. Her defasında ne dediysek, bu sefer de aynısını söylüyoruz. Türkiye 2023 hedeflerinden vazgeçmeyecek. Bunu böyle bilesiniz. AP’nin kararındaki bir başka talep. Bu da manidar. Akkuyu Nükleer Santrali’nin durdurulması çağrısı. Yapan kim? AB üyesi ülkelerin temsilcilerinden oluşan parlamento. Başkanları da zaten garip garip açıklamalar yapmıştı. Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren 135 nükleer santrali ne yapacağız. Dünyada hala faal olan 444 nükleer santrali ne yapacağız. İnşa halindeki 62 nükleer santral için aynı çağrının yapıldığını duyan var mı? Türkiye’yle ilgili bu kaygı nereden kaynaklanıyor? Bu çağrının gerisinde Türkiye’nin enerjideki dışa bağımlılığından kurtulmasından, cari açığını kontrol altına almaktan duyulan kaygı yatıyor olmasın? Rapora bakıyorsunuz, Kıbrıs, Ege konusunda aynı sakat yaklaşım. Yargı bağımsızlığı, basın, ifade, toplanma özgürlüğünde aynı sakat bakış açısı. Güneydoğu’da yaşanan olaylarla ilgili yalan yanlış ifadeleri.
Bunlar cibilliyetinin gereğini yapıyor. 1915 faslı var ki, tam evlere şenlik. Adeta ülkemizin ve milletimizin ne kadar hasmı varsa kafalarındaki ve gönüllerindeki rapora zerk etmişler. Bağlayıcılığı falan yok bu raporun. Buna rağmen Türkiye’nin raporu iade etme kararı alması gayet doğrudur. Halbuki bu raporu, alıştık bunlara, AB’yle ilişkilerimizi daha iyiye götürecek tespitler içeriyor diye düşünmüştük.
Şimdi 23 Nisan’da Avrupa’dan bazı liderler geliyor. Gaziantep’te kampları gezecekler. Peki dolaşınca acaba bu raporla ilgili soruya cevap arayacaklar mı? Bu kadar insan, 3 milyon insan bu ülkede, Avrupa’dakileri rahatsız etmesin diye bakılıyor. Bunlarla ilgili raporda ne var? Hiç. Bizim tepkimiz raporun yapıcı değil, yıkıcı bir anlayışla hazırlanmasındadır. AB’yle ilişkimiz göçmenler, vize serbestisi, müzakereler gibi olumlu bir dönemde önümüze getirilmesi provokatif bir yaklaşımdır. Temenni ederim ki Avrupalılar bunu görürler. Bundan sonra ne olur bilemiyorum.
Türkiye’nin AB’ye olan ihtiyacından daha fazla AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Hapisteki gazeteciler diyor. Hiçbiri gazeteci değil. Gazeteci kabul edebileceklerimizin suçlarına bakıyorsunuz, casusluk gibi kendi ülkelerinde çok daha ağır cezaları olan suçlar.
Geçenlerde Amerika’da biri çıkmış Obama’ya tehdit sallıyor, hakaret. Üç yıla mahkum ettiler. Aynı şekilde Merkel’e yapıldı. 2 yıl mahkum oldu. Bunlar rahatlıkla yapıyor, oluyor. Bizde pek olmadı. Böyle bir şey bizde olmuş olsa bunlar gökkubeyi üstümüze yıkacak.
Yüzlerce insanı kelepçeleyerek götürüyorlar. Yargı bağımsızlığı diyorlar. Yargıyı paralel yapı çetesinin tasallutundan kurtarıp millet adına karar veren kurum haline getirmemizi eleştiriyorlar. Sosyal medyaya baskı diyorlar, kendileri ziyadesiyle yapıyorlar.
Türkiye’nin eksikleri yok mu, elbette var. 13 yıldır demokrasiyi geliştirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Ama bunu onlar istediği için değil ha, milletimiz için yapacağız. Terörle bu kadar mücadele edip de hak ve özgürlükleri bu seviyede tutan başka özgürlükler yoktur. Unvanı milletvekili ama kendisi arabasında teröristlere silah taşıyor. Unvanı milletvekili ama evini terörist karargahı haline getirmiş. Unvanı milletvekili, ama savcıya, hakime ağza alınmadık laflar söylüyor, hatta makamında şehit ediyor.
Terörle bu çapta mücadele yürütüp de hak ve özgürlük çıtasını bu kadar yüksekte tutabilen başka ülke yoktur. İşte dokunulmazlık meselesini biliyorsunuz. Ünvanı milletvekili ama kendisi arabasında teröristlere silah taşıyor, evini karargah haline getirmiş, yargı güçlerine, polisimize hakaret ediyor, kürsüden terör örgütünü savunuyor. Niye çünkü dokunulmazlığı var. Böyle dokunulmazlık olur mu? Amacı bellidir. Kürsüden ifadelerin için dokunulmazsın. Ama siz bu imkanı tutup da terör örgütünü desteklemek için kullanırsanız eninde sonunda dokunulursunuz. Meclis'teki çalışmaları takdirle karşılıyorum. Tabi önümüzdeki hafta bu işin meclis süreci başlayacak. Mevcut dokunulmazlık dosyalarının tamamı yargıya intikal ettirilecek.
O dönemde 80 milletvekili bulunan bu parti tüm milletvekilleri dokunulmazlıklarının kaldırılması için dilekçe verdi. Niye itiraz ediyorsunuz? Bunların derdi hiçbir zaman üzüm yemek olmadı. HDP bırakın Türkiye partisi olmayı, Kürt kardeşlerimin temsilini, bu coğrafyanın tüm insanlarına ve değerlerine düşmanlık etmek üzere kurulmuş bir parti durumundadır. İnsanımızın ve değerlerimizin ne kadar kutsalı varsa; bayraktan, ezandan, İstiklal Marşı’ndan, vatandaşın sakalından rahatsız olan bir parti bu toprakların partisi olamaz. Nitekim dünyanın neresine gittiyse, Türkiye’ye, milletimize husumet besleyen herkesin bu partiyi desteklediğini, birlikte eylem yaptıklarını gördük.
Şimdi paralel yapı da el ele verdiler. ABD’de Ermenileri, PKK’lıları, paralel yapıyı bize karşı eylem yaparken görünce içim acıdı. Eyvah dedim, ne hallere düştüler ya? Bu ülkenin ekmeğini yemiş, suyunu içmiş, havasını solumuş bir kişinin bu hale düşüneceğini düşünemezdim.
Konferans vereceğim salona girerek provokatif eyleme girmeyi de düşündüler fakat havanın farklı olduğunu düşününce herhalde cesaret edemediler. Sabretme dönemini geride bıraktık. Artık harekete geçme zamanı. İnşallah dokunulmazlık meselesi bunun ilk adımı olacak. Arkasında bu tür ihanet şebekelerinin kökünü kazımak için ne yapılıyorsa yapılacak. Milletimiz bu mankurtları daha fazla taşımak zorunda değildir. Kurtuluş savaşımızı verirken nasıl net çizgiler çizdiysek, bu şekilde zafere ulaştıysak bugün de aynı noktadayız. Nedir bizim ölçümüz, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet.
Biz yeni Türkiye’yi bu dört başlık üzerine kuracağız. 79 milyon tek milletiz. Ayrımcılık yapanlar bizden değildir. İki, tek bayrak. Bayrağımızın rengi, şehidimizin kanıdır, hilal bağımsızlığın ifadesidir, yıldız şehidimizin ta kendisidir. Vatan rastgele bir toprak parçası değildir, şehidin kanlarıyla kavrulur. Vatan olur. Tek devlet... Paralel devletmiş, bu devletmiş, şu devletmiş. Bunlar çete.