ERDOĞAN: ÖZERKLİK TARTIŞMASI ÇİRKİN TEZGAH TBMM (A.A)

-ERDOĞAN: ÖZERKLİK TARTIŞMASI ÇİRKİN TEZGAH TBMM (A.A) - 26.12.2010 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''özerklik'' tartışmasının demokratikleşmeyi, Türkiye'nin ileri demokratik standartlara kavuşmasını hazmedemeyenlerin çirkin bir tezgahı olduğunu belirterek, ''Hiçbir ciddiyeti ve derinliği olmayan bu projeleri, benim Kürt kökenli kardeşlerimin talebiymiş gibi takdim etmek, çok büyük bir haksızlıktır'' dedi. 2011 yılı bütçesinin son gün görüşmelerinde eleştirileri yanıtlayan Erdoğan, lügatlarında ayrımcılık, imtiyaz dağıtma, bölgeleri ayırma, toplumu sınıflara, etnik gruplara, mezheplere, kimliklere bölmenin olmadığını söyledi. ''İnsanı yaşat ki devlet yaşasın'' anlayışıyla hareket ettiklerini belirten Erdoğan, insanları dinine, mezhebine göre ayırt etmediklerini vurguladı. Erdoğan, ''Partimizi kurduğumuzda 'Üç tane kırmızı çizgimiz var' dedik. 'Etnik milliyetçilik, bölgesel milliyetçilik, dinsel milliyetçilik yapmayacağız' dedik. Şu ana kadar bunu yapmadığımız içindir ki 8 yıldır milletimiz, halkımız bizi iktidarda tutuyor. Oylarımızı sürekli olarak artırarak iktidarda tutuyor. Bir şey daha söyledik. Diyarbakır'da değil Afyonkarahisar'da. Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet, dedik'' diye konuştu. Etnik kökeni, inancı, dili, kültürü ne olursa olsun, 73 milyon insanın Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği altında bir ve tek millet olduğunu kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti: ''Yine aynı şeyi söylüyorum: Alt, kimlik, üst kimlik... Üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Bunun altında birçok etnik unsur vardır. Hepsi bizim kardeşimizdir. Ve hepsini Yaradan'dan ötürü severiz.  Bu ülkede Başbakan olarak Kürt sorununu savunuyorum ve savunmaya da devam edeceğim. Ama Kürtçülüğün karşısındayım. Aynen Türkçülüğün de karşısındayım. Çünkü, bizim medeniyetimizde, bizim değerlerimizde ırkçılık yok, ama kavimlere saygı var. Biz buradan geldik böyle de devam ediyoruz.  Şunu da söylüyorum: Milletimin dili tektir. O resmi dili Türkçedir. Fakat bu ülkede devletin kademeleri ile belediyeleri birbirinden ayırt eden anlayış devlet kurumlarını anlayamamış anlayıştır. Belediyeler de devletin resmi kurumlarıdır, diğerleri de resmi kurumlarıdır. Orada da Türkçe kullanılır. Birisinde farklı, birisinde farklı olmaz.  Bir diğer konu: Ben belediyecilikten geldim. Ademimerkeziyetçiliği savunan birisiyim. Ama ademimerkeziyetçiliğin üç tanımı vardır. Bir siyasi tanımıdır, iki idari tanımıdır, üç hizmet tanımıdır. Biz siyasi tanımına karşıyız, idari tanımına da karşıyız, hizmet içerikli olanın yanındayız.'' -''TÜRKİYE'Yİ BU SEVİYELERE BİZ GETİRDİK''- Köy boşaltmaların, faili meçhullerin, işkencelerin, suikastların, darbe girişimlerinin, karanlık senaryoların sorgulandığı, karanlık noktaların aydınlığa kavuştuğu bir Türkiye var olduğunu vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti: ''Olağanüstü Hal'in kalktığı, Çekiç Güç’ün gönderildiği, anaların hapisteki çocuklarıyla kendi ana dillerinde konuştuğu, farklı dil ve lehçelerin öğretildiği, öğrenildiği, devlet televizyonlarından farklı dil ve lehçelerde yayınların yapıldığı, kontrol noktalarının azaltıldığı bir Türkiye var. Türkiye'yi bu seviyelere biz getirdik. Kardeşliği yüceltmek, toplumsal barışı pekiştirmek adına bu demoktarikleşme adımlarını biz attık. Herkes ana dilini istediği gibi, dilediği gibi konuşuyor. Farklı dil ve lehçelerde yayın da yapılıyor, kurs da açılıyor. Üniversitelerde enstitü kuruluyor. Ancak tekrar ediyorum Türkiye'nin resmi dili Türkçedir. Ortak dil Türkçedir. Bu gerçeği değiştirmeye yönelik hiçbir girişim kabul edilemez. Zira bu mesele sosyal barış ve sosyal bütünlük meselesidir. Bu meseleyi tartışmaya dahi açmak, bu meseleyi getirip Türkiye'nin gündemine taşımak ne demokrasiye, ne özgürlüklere, ne toplumsal barışa, ne de kardeşliğe asla hizmet ekmez. Bu tartışmaları gündeme taşımak da, bu tartışmaları gündemde tutmak, sabah akşam bununla ilgili yayınlar yapmak da milli birliğimize ve kardeşliğimize destek olmaz, tam tersine köstek olur.'' -''TEMCİT PİLAVI...''- Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nin bir birlik ve kardeşlik projesi olduğunu kaydeden Erdoğan, ''Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi, bu ülkeyi dayanışma, paylaşma zemininde büyütme, yüceltme projesidir. Bu proje, istismarcıların elinden oyuncaklarını alıp, istismarcıları hayal kırıklığına uğratma projesidir. Bu proje, milletin her bir ferdinin kendisini birinci sınıf vatandaş hissetmesini sağlayacak, millet-devlet kaynaşmasını sağlayacak bir projedir'' diye konuştu. Demokratik bir ülkenin onurlu bir vatandaşının sahip olması gereken hak ve özgürlükleri geliştirmenin mücadelesini verirken, birilerinin de gerilim üreterek, afaki taleplerle toplumu gererek, milletin sinir uçlarına dokunarak gelişme sürecini baltalamaya çalıştığını belirten Erdoğan, şöyle konuştu: ''Biz, iyi niyetle meselelerin üzerine giderken, sorunların çözümü için çaba gösterirken, toplumsal mutabakatı sağlamak üzere samimiyetle çalışırken, birileri de bayat senaryoları devreye alıyor, çözüm süreçlerini sabote edecek yaklaşımlar sergiliyor. Milletin defalarca izlediği, art arda izlediği, temcit pilavı gibi sürekli sofraya sürülen o tezgah yeniden kuruluyor. Türkiye seçime giderken, Türkiye istikrar ve güven zemininde kararlı şekilde ilerlerken, karanlık odaklar tarafından aynı oyun yeniden kuruluyor, yeniden kurgulanıyor. Biraz önce ifade ettim, o fidan kök salmaya, o fidan dal budak salmaya başlamışken, yeniden budanmak, yeniden kurutulmak, yeniden dalları, kolları kırılmak isteniyor. Bu senaryo çok çirkin bir senaryo. Bu tezgah çok kirli bir tezgah. Bu tuzak çok bildik bir tuzak. Benim milletim bu oyunları defalarca gördü, bu senaryonun aktörlerini çok iyi tanıdı ve kim ne yaparsa yapsın, benim milletim bu tezgaha gelmeyecek, bu tuzağa asla ve asla düşmeyecek, buna inanıyorum.  Şunu da buradan açık açık söylüyorum. Bu tezgahın içinde terör örgütü var. Bu tezgahın içinde, terör örgütünün vesayeti altında hareket edenler var. Bu tezgahın içinde, can çekişen çeteler var, mafya var. Senaryo çok ama çok açık. Seçim öncesinde su bulandırılacak.'' Sorunların konuşulmasından, tartışılmasından, özgürce ifade edilmesinden yana olduklarını kaydeden Başbakan Erdoğan, hayata geçirdikleri reformlarla, yıktıkları tabularla, bozdukları ezberlerle Türkiye'yi ileri demokrasiye taşıdıklarını söyledi. Erdoğan, ''Hiç kimseden demokrasi dersi almaya ihtiyacımız yok. Bize demokrasi dersi vermek isteyenler, 12 Eylül'de benim vatandaşımın oy verme hakkını nasıl tehditle gasbettiler, önce bununla yüzleşsinler. Demokrasiden bahsedenler, Doğu ve Güneydoğu'da sivil toplum örgütlerine, yazarlara yapılan baskılarla, tehditlerle yüzleşsinler'' diye konuştu. Başbakan Erdoğan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kaos, huzursuzluk varmış, sokağa çıkılamıyormuş gibi bir görüntü oluşturulmak istendiğini belirterek, ''Oysa tam tersi. Edirne, Kırklareli, Muğla, Antalya nasıl gelişiyorsa, oralar da aynı şekilde gelişiyor'' dedi. -''NABZA GÖRE ŞERBET VERİYOR''- ''Anamuhalefet partisi genel başkanı, nereye gitse, kiminle görüşse, kime hitap etse, nabza göre şerbet veriyor, Kafdağı'nın arkasındakileri de vaat ediyor'' diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:  ''CHP Genel Başkanı'nın, sadece kurultayda dile getirdiği bazı vaatlerinin en mütevazı hesapla maliyeti, on katrilyonlarca lirayı buluyor. Umut simsarlığı karlıdır. Ama hayal kırıklığının faturası da o derece ağırdır. Umut tefeciliği yapanlar, sadece kendileri kaybetmezler, millete de kaybettirirler. Milletimiz bugüne kadar ne çektiyse, hesabını kitabını bilmeyen, ne konuştuğunu bilmeyen, umut simsarlığı yapanlardan çekti. Böyle bol keseden dağıtanlar, kaşıkla verenler, çok kısa süre zarfında kepçeyle bütün kazanımları geri aldılar. Tıpkı 1990'lı yıllarda, tıpkı 2001 krizinde olduğu gibi, enflasyon anında fırlar, yeniden yüzde 60'lar, 70'ler seviyesine çıkar. Faizler anında yükselir, yüzde 7 bin 500'lere çıkar. Türkiye yeniden borç-faiz sarmalına girer, yatırım, üretim, ihracat geriler, vergiler, faiz giderlerini dahi karşılayamaz hale gelir. Türkiye bunu geçmişte maalesef çok yaşadı. Türkiye bunu CHP'nin koalisyon ortağı olduğu dönemlerde defalarca ve en ağır şekilde ödedi. Şimdi, CHP çok uzun süredir iktidara gelemediği, iktidar ortağı dahi olamadığı için, CHP'li hükümetlerin ne anlama geldiğini vatandaşım unutmuş vaziyette. Özellikle 40 yaş altı vatandaşlarım, CHP'li hükümetler dönemini bilmiyor, bilmiyor olmaları da gayet tabiidir.'' -''HER SEFERİNDE ÜLKEYİ UÇURUMUN KENARINA GETİRDİ''- Erdoğan, Hazine ne zaman belini doğrultsa, hemen ardından CHP'nin koalisyon ortağı olduğu iktidarlarca boşaltıldığını belirterek, Adnan Menderes'in büyüttüğü ekonominin, ardından gelen CHP tarafından küçültüldüğünü, kasaların boşaltıldığını söyledi. Turgut Özal tarafından ekonomide dengenin kurulduğunu, ardından CHP'nin koalisyon ortağı olduğu dönemlerde o dengelerin tamamının bozulduğunu belirten Erdoğan, CHP'nin hükümet ortağı olduğu her dönemin, yüksek enflasyonla, yüksek faizle, ekonomik krizle vatandaşın en büyük bedelleri ödediği dönem olduğunu ifade etti. Erdoğan, CHP'nin hükümet ortağı olduğu her dönemin, kuyrukların, karnelerin, kısıtlamaların, zamların rekora koştuğu dönem olduğunu savunarak, ''Hesapsız, kitapsız, popülizmle, bol keseden vaat ederek iktidar ortağı olan CHP'nin, her seferinde ülkeyi uçurumun kenarına getirdiğini, telafisi zor faturaları bu millete ödettiğini'' söyledi. -HABERLERDEN ALINTILAR- Anadolu Ajansı'nın başlıklarından, CHP dönemlerine ilişkin bazı haberlerden örnek veren Erdoğan, şöyle devam etti:  ''24 Şubat 1974: İstanbul'un da bulunduğu bazı illerde elektrik kısıtlaması başladı. 26 Şubat 1974: Şekere yüzde 25, akaryakıta yüzde 65-79, çimentoya yüzde 52, Sümerbank ürünlerine yüzde 20-70, gazete kağıdına yüzde 36,5 zam yapıldı. Türkiye'de yerli motorlu taşıt almak izne bağlandı. İstekliler bir dilekçe ve istenen belgelerle birlikte kaymakamlıklara başvuracak. CHP'nin koalisyon ortağı olduğu bir başka Hükümet; 42. Hükümet. Size o günlerden birkaç haber veriyorum: 5 Ocak 1978: Hükümet kuruldu. 6 Ocak 1978: Akaryakıt sıkıntısı tüm Türkiye'de doruk noktasına ulaştı. Rafinerilerde 2 günlük stok kaldı. Yakıt olmadığı için hastane, otel ve işyerleri kaloriferlerini kapatmak zorunda kaldı. 1 Mart 1978: Türk parasının değeri yüzde 31 ile yüzde 38 oranında düşürüldü. 3 Mart 1978: PETKİM ürünlerine yüzde 60 zam yapıldı. 11 Haziran 1978: ATAŞ Rafinerisi'nde üretim tamamen durdu. Nedeni, işleyecek ham petrol kalmadığı için... 20 Eylül 1978: Türk parası tekrar devalüe edildi. 7 Aralık 1978: Türkiye'nin çeşitli yerlerinde mazot sıkıntısı başladı. Fuel-oil darlığı da kaloriferlerin yakılmasını önlüyor. Bu yüzden birçok işyerinde palto ile çalışılıyor. 26 Aralık 1978: Bakanlar Kurulu sabaha kadar çalıştı, saat 03.30, bu toplantı sonunda 13 ilde olağanüstü hal kararı alındı. CHP, ülkeyi olağan şekilde yönetemediği için olağanüstü yollara başvuruyor ve sıkıyönetim ilan ediyor. 16 Şubat 1979: Stokta mazot kalmadı, Rusya ile yapılan görüşmelerde petrol ithali konusunda anlaşmaya varılamadı. Irak borcumuzu ödemediğimiz gerekçesiyle mazot vermiyor. Döviz yokluğundan spot alım da yapamıyoruz. PETKİM dünden itibaren ürünlerine yüzde 65 oranında zam yaptı. 12 Nisan 1979: İstanbul'da tüpgaz sıkıntısı giderek büyüyor, kuyruklar uzuyor. Bağlantısı yapılan tüpgazın, döviz yokluğu nedeniyle yurda getirilemediği, sıkıntının bundan kaynaklandığı bildirildi. Petrol yokluğu nedeniyle İzmir rafinerisinin ham petrol üretim ünitesinin faaliyeti durduruldu. 29 Nisan 1979: İstanbul'da 1 Mayıs nedeniyle sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sizin geçmişiniz sokağa çıkma yasağı ilan ediyor; biz de 1 Mayıs'ı bayram ilan ediyoruz, farkımız bu. 6 Kasım 1979: İstanbul'da elektrik kesintisi 3 saatten 4,5 saate çıkarıldı.''