'Erdoğan sanat ve kültüre 'çekidüzen' verebilir mi?'

'Erdoğan sanat ve kültüre 'çekidüzen' verebilir mi?'

Sedat Ergin

(Hürriyet, 16 Mayıs 2012)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye ve devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi ya da özerkleştirilmesiyle ilgili çıkışları, önümüzdeki döneme ilişkin siyasi platformunun en önemli hedefleri arasına girmiş bulunuyor.

Böylelikle, Erdoğan’ın iktidarının üçüncü döneminde Başbakanlığının en radikal ve en çok iz bırakacak hamlelerinden birine yöneldiğini söyleyebiliriz.

 

Seçkinler/ Anadolu karşıtlığı

 

Başbakan Erdoğan’ın bu alanda ne yapmak istediğini anlamak, nasıl bir zihniyet ve duygu dünyası üzerinden bu konuya eğildiğini okuyabilmek için referans almamız gereken metin, 4 Mayıs tarihli Kahramanmaraş konuşmasıdır. Bu metin Başbakan’ın kültür ve sanat alanına, sanatçılara bakışının bir manifestosu olarak görülebilir. Aslında Erdoğan’ın düşünce ikliminin ve kişilik yapısının tipik izleri bu konuşmada hemen karşımıza çıkıyor. Başbakan, başka pek çok başlıkta olduğu gibi, bu konuyu da önce bir çatışma, kavga ekseni içine çekiyor, ardından kutuplarını kendi tanımladığı karşıtlık zemininde pozisyonunu alarak karşı tarafa saldırıya geçiyor. Son dönemdeki her hitabında yaptığı üzere, Erdoğan Kahramanmaraş’taki konuşmasını da “seçkinler/millet” karşıtlığı üzerinden temellendiriyor. Bu karşıtlığın bir kutbunda, “Millete tepeden bakan, kendi doğrularını 75 milyona dayatma gayretine giren seçkinciler, Tanzimat’tan bu yana her şeyi en iyi kendilerinin bildiğini ve kendi ürettiklerinin yüksek sanat olduğunu iddia edenler” yer alıyor. Peki Başbakan “bunlar” diye tanımladığı bu kesimin karşısına kimi koyuyor? Bir sonraki cümlesinde yanıtı alıyoruz: “(Bunlar) Kahramanmaraş’ın söz ustalarını, kalem erbabını (Necip Fazıl kastediliyor), Anadolu’dan Trakya’dan yetişmiş ustaları küçümser, kaale almazlar.”

 

Gerçek sanatçı kim?

 

Burada bitmiyor. Erdoğan, bir kere “bunlar”ı “gerçek sanatçı” olarak kabul etmediğini de kayda geçiriyor: “Bunların siyasi kanadı Türkiye’nin tapusunu kendisinde zannediyorsa, seçkinciler de sanatın, bilimin, bilgi ve tefekkürün tapusunun kendi ellerinde olduğunu zannederler. Bu ülkenin gerçek sanatçılarına da haksızlık yaparlar.” Şu ifadeler de aslında Erdoğan’ın “seçkinci” olarak gördüğü aydınlara duyduğu tepkinin, öfkenin dışavurumudur: “Tiyatrodan sadece bunlar anlar, sinemadan müzikten, heykel, resim edebiyattan sadece bunlar anlar. Bunlar milleti, milletin alın terini, kültürünü tercihini beğenmezler. Yıllarca karikatürlerle aşağıladılar bu milleti...” Ve bütün bu suçlamaları Başbakan’ın “Sanat toplum için yapılır” tezi izliyor.

 

Sanat ve kültür AKP’lileşebilir mi?

 

Bu açıklamalarda karşımıza çıkan düşünce kalıpları yeterince açık. Başbakan, öncelikle yalnızca Cumhuriyet dönemi değil, Türkiye’nin modernleşme, Batılılaşma çabasının en önemli dönemeç noktalarından biri olan Tanzimat’tan (1839) bu yana bu ülkede yaratılmış olan kültürel sanatsal birikimin önemli bir bölümünü -“seçkinciler” tarafından üretildiği gerekçesiyle- reddediyor. Genellemeye dayanan her konuşmada kaçınılmaz olduğu gibi, bu metinde başka problemli durumlar da var. Örneğin, suçladığı sanat ve kültür çevreleri içinde çok sayıda ismin, tek parti, DP ve askeri rejim dönemlerinde çektikleri çileleri, uğradıkları baskıları, ödedikleri yüksek bedelleri görmezden geliyor. Üstelik bu sanatçıların önemli bölümü de sanatı toplumcu bir anlayışla yapan insanlar olarak tanınıyor. Üçüncü tartışmalı nokta, Erdoğan’ın neyin sanat olup olmadığına karar vermeye tek yetkili kendisini gören bir anlayışa sahip olmasıdır. Bir başbakan olarak “Şampiyonluk kupası nerede verilir” sorusu da dahil olmak üzere her alanda çok geniş yetkiler kullandığına tanık olduğumuz Erdoğan, belli ki, neyin sanat olup neyin olmadığı konusunda içtihat yetkisini de kendisine atfediyor. Konuşmanın sorunlu bir başka yönü sanatçıların halk nezdinde karalanması, halk ile bir çatışma içine çekilmeye çalışılmasıdır. Ülkede zaten var olan ve toplumu germekte olan kutuplaşma, öyle anlaşılıyor ki, kültür sanat alanını da içine alarak genişleyecektir. Ve nihayet Erdoğan’ın konuşmasının sonunda vardığı siyasi hedef, bürokrasi ve hukuktan sonra sanat, bilim ve fikir hayatında da “hanedanlık ve kast sisteminin sona ereceğini” açıklamasıdır. AK Parti hükümetinin siyaset ve hukuktan sonra sanat ve kültür alanına da tuğrasını vurma yönünde harekete geçtiğini, dindar nesil yetiştirme projesine şimdi muhafazakâr sanat hedefinin eklendiği söyleyebiliriz. Ancak, bugüne dek girdiği her kavgayı kazanmakla övünen Erdoğan’ı kendine özgü kuralları ve dinamikleri olan çok başka bir dünya bekliyor bu kez.