Sedat Ergin
(Hürriyet, 22 Ağustos 2012)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhuriyet’in ilk 10 yılında demiryolları alanında hiçbir şey yapılmadığı anlamına gelen sözleri üzerine bu konudaki gerçekleri araştırırken çok yakın dönemden iki ilginç belgeyle karşılaştım. Bunlardan birincisi, AK Parti’nin resmi web sitesinin “İcraatlarımız” bölümünün “Ulaşım” başlığının altındaki “Demiryolları” dosyası. Bakın bu dosyada ne deniliyor:
“Yıllardır ihmal edilen demiryollarımıza Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımını yaptık. 1950-2002 yılları arasında, yani 52 yılda 945 km demiryolu inşa edilirken, sadece 9.5 yılda 1086 km demiryolu inşa ettik. Mevcut demiryollarımızın yüzde 54’ünü de yeniledik.”
AK Parti’nin demiryolları alanındaki icraatını 1950’de işbaşına gelen Demokrat Parti sonrasındaki yarım yüzyıllık bir dönemle karşılaştırmalı olarak vermesi ve başarısını bu kıyaslama üzerinden ortaya koyması dikkatimi çekti. Demek ki, AK Parti kurmayları bu başlıkta 1950 öncesi ile bir kıyaslama arzulamıyor.
Bunun üzerine Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü’nün web sitesine girerek burada “TCDD Hakkında” başlığının altındaki “Tarihçe” bölümünü okuyunca başka çarpıcı bilgilerle karşılaştım.
Cumhuriyet’in ilk dönemini “Demiryolunun altın çağı” olarak niteleyen bu tarihçede şöyle deniliyor: “Gerçekten de onca kıtlığa, imkânsızlıklara rağmen, demiryolu yapımı İkinci Dünya Savaşı’na kadar büyük bir hızla sürdürüldü. Savaş nedeniyle 1940’tan sonra yavaşladı. 1923-1950 yılları arasında yapılan 3.578 kilometrelik demiryolunun 3.208 kilometresi 1940 yılına kadar tamamlandı.”
Buradan yola çıkarak demiryolu yapımında yıl başına düşen kilometre hesabıyla Cumhuriyet’in ilk döneminin AK Parti döneminden ileride olduğu sonucu bile çıkarılabilir, maddi ve teknolojik imkânların kıyaslaması ayrı...
Ancak bu yazıda asıl yapmak istediğim, kıyaslamalardan çok, demiryolu tartışmasından yola çıkarak Başbakan Erdoğan’ın tarihe bakışını değerlendirmek.
Demiryolları ile ilgili sözlerinden de görebileceğimiz gibi, Başbakan zaman zaman tarihi gerçeklere karşı haksızlık yapabiliyor. Özellikle de Cumhuriyet’in ilk dönemine adil bir şekilde bakmıyor. Cumhuriyet’in bu dönemine kusursuzluk atfediyor değilim. Aksine, bu dönemin hataları ve günahlarıyla yüzleşmekten kaçınmamak gerektiğine inanıyorum. Ama bu gereklilik, tarihi olguları görmezlikten gelme ya da bunları gölgeleme hakkını da kimseye vermemeli.
Önce temel ilke: Herkesin hakkı teslim edilmeli. Nasıl bugün AK Parti’nin demiryolları alanında yarım yüzyıllık bir duraklamadan sonra altyapıyı yenileyerek, hızlı tren seferleri başlatarak ciddi bir atılım yaptığını teslim etmemiz gerekiyorsa, Cumhuriyet’in ilk döneminde bu alanda yabana atılamayacak bir başarının ortaya konduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.
Bu noktada Cumhuriyet’in ilk dönemi söz konusu olduğunda Başbakan’ın neden sıkça suçlayıcı bir söyleme yöneldiği sorusuna da yanıt aramalıyız. Erdoğan’ın Cumhuriyet’in ilk dönemine -özellikle de İnönü yıllarına- damgasını vuran kimi politikalara, uygulamalara zaten eleştirel bir bakış taşıyor olması burada kuşkusuz önemli bir faktör.
Burada altını çizmemiz gereken bir nokta daha var. Sorun, kısmen de Başbakan’ın “çatışmacı”, kendi deyişiyle “Karadenizli” karakterinden kaynaklanıyor. Erdoğan, pek çok alana olduğu gibi tarihe de çatışmacı bir anlayışla bakıyor. Başbakan, bununla da bağlantılı olarak içinde bulunduğu her durumu sıkça bir çatışma, bir hesaplaşma ya da içinde kalmış bir tepki nedeniyle hasım gördüğü kişi ya da çevreye “lafı oturtma” vesilesi olarak değerlendirebiliyor.
Örneğin, kendi iktidarının en önemli eserlerinden biri olan Kadıköy-Kartal Metrosu’nu açarken bile bu baskın çatışmacı kimliği ve bakışı birden her şeyin üstüne çıkabiliyor.
Bu bağlamda tahlile katmamız gereken bir başka faktörü daha belirtelim. Başbakan, son dönemde başka örneklerini de gördüğümüz üzere, Türkiye’de pek çok şeyin -birinci tekil şahıs üzerinden- kendisiyle başladığını düşünüyor.
On yıllık iktidar döneminin icraatında özellikle fiziki altyapı alanındaki artıların Başbakan’a muazzam bir başarı ve üstünlük duygusu yaşattığı aşikâr. Ancak bu üstünlük duygusu, kendisini tevazudan uzaklaştırarak, AK Parti’nin kuruluşu öncesinde ülkede var olan birikimi neredeyse yok sayma ya da kökten olumsuzlama noktasına kadar taşıyabiliyor.