Prof. Mümtaz'er Türköne, "adaletin elindeki kılıcın yürütme organı tarafından gasp edildiğini" öne sürdü, ancak süreç içinde yapılanları geri tepeceğini dile getirdi. Türköne, "Yolsuzluk soruşturmasını kapatıp, bütün delilleri tam imha edecek iken, bu soruşturmayı adli kolluk sıfatıyla yürüten polislere açılan “darbe” davası yüzünden deliller muhafaza edileceğine göre, ateşlediğiniz silah geri tepmiş demektir. 'Darbe' davası, yolsuzluk davasının delillerinin muhafaza edildiği bir sürece dönüşecek" dedi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 17 ve 25 Aralık soruşturmalarıyla gündeme gelen yolsuzluk iddialarından aklanmadığını söyleyen Türköne, hukuk sisteminin de işlemediğini iddia etti. 25 Aralık soruşturması hakkında verilen takipsizlik kararına dikkat çeken Türköne, "Kamu vicdanında mahkûm olmuş, hırsızlık-yolsuzluk iddialarını katakülliye getirip kapatmak sadece cezadan kaçmak değil, aynı zamanda “sıkıysa gelin hesap sorun” diye meydan okumaktır" ifadelerini kullandı.
Türköne’ye göre devlet erkanının adli yıl açılışına katılmaması da yargıya karşı bir taaruzun göstergesi. Türköne, bu durumun 12 Ekim’de yapılacak olan Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu seçimlerinde yargı mensuplarına baskı yapılacağının da bir işareti olduğunu söyledi.
Türköne’nin Zaman gazetesinin bugünkü (4 Eylül 2014) nüshasında yayımlanan "Hukuk Savaşları" başlıklı yazısı şöyle:
Göstere göstere, bir tuluat şeklinde hukuk katlediliyor. Kamu vicdanında mahkûm olmuş, hırsızlık-yolsuzluk iddialarını katakülliye getirip kapatmak sadece cezadan kaçmak değil, aynı zamanda “sıkıysa gelin hesap sorun” diye meydan okumaktır.
Olan biten ortada. “Dönemin Başbakanı”nın, bugünün Cumhurbaşkanı’nın tam merkezde yer aldığı ağır siyasî yolsuzluk iddiaları üzerine yargı bir soruşturma yürütüyordu. İktidar gücünün elinde tuttuğu yasama çoğunluğu seferber edilerek kanun değişiklikleri ile bu soruşturmaları engelleyecek yargı düzenekleri oluşturuldu. Devlet içinde yeni ittifaklar gelişti: Ergenekon ve Balyoz sanıkları veya tutukluları serbest bırakılarak cephe genişletildi. Doğrudan bu yolsuzluk soruşturmalarının sebebi olan iktidar medyası seferber edilerek algı operasyonları yapıldı. Siyasî-ekonomik istikrar kartı ile toplum tehdit edildi: Mahalli seçimde ve cumhurbaşkanlığında yolsuzluklara rıza gösterme veya ekonomik kriz arasında halk seçim yapmaya zorlandı. Adaletin elindeki kılıç yürütme organı tarafından gasp edildi ve adalet terazisinin bir kefesine yerleştirildi; bütün ölçüler şaştı.
Sonuç: Yargı’nın emrinde soruşturmayı adli kolluk sıfatıyla yürüten polisler gözaltına alınıp tutuklanıyor. Yolsuzluk soruşturmaları ise kanunla oluşturulmuş kısa devre yargı düzeneği ile kapatılıyor. “Dönemin başbakanı” için tam bir zafer gibi görünüyor. Gerçekten öyle mi?
Erdoğan, hukuk düzenine karşı, elindeki bütün kozları kullanarak topyekün bir savaş yürüttü. Yolsuzluk-hırsızlık iddialarından aklanmadı; hukuk düzenini tepetaklak ederek yargıyı bu iddiaları soruşturup-koğuşturamaz hale getirdi. Kendisi aklanmadığına, hukuk sistemi de işlemez hale geldiğine göre bu savaşın galibi yok. Mağlubu ise iğdiş edilmiş bir hukuk sistemi içinde hakkını aramakta zorlanacak olan bizleriz. Güven içinde müracaat edeceğimiz bir hukuk düzeni artık yok. Peki ne var?
Hukuk düzenine yönelik siyasî savaşın bir kapasitesi ve kendi sınırları var. Öncelikle elinizdeki silahın geri tepmesini hesap etmeniz lâzım. Yolsuzluk soruşturmasını kapatıp, bütün delilleri tam imha edecek iken, bu soruşturmayı adli kolluk sıfatıyla yürüten polislere açılan “darbe” davası yüzünden deliller muhafaza edileceğine göre, ateşlediğiniz silah geri tepmiş demektir. “Darbe” davası, yolsuzluk davasının delillerinin muhafaza edildiği bir sürece dönüşecek.
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Hükümet erkânının Adlî Yıl Açılışı’na katılmamaları, doğrudan yargı mensuplarına yönelik taarruzun işaret fişeği olarak kayda alınmalı. 12 Ekim’de yapılacak HSYK seçimleri için yargı mensupları baskı altına alınacak. Yargıtay Başkanı nezaket çerçevesi içinde üstü kapalı olarak planı açıkladı. HSYK seçimlerine Hükümet’in müdahalesi sonuç vermez, arzu edildiği gibi bir heyet oluşmazsa kanun değişikliğine gidilecek. Yani hukuk düzeni bir dizi seri cinayete daha uğrayacak. İki tane engel var. Yargı bağımsızlığının en önemli dayanağı olan yargıçlık teminatını koruyan bir kurum olarak HSYK işlevsiz hale getirilirse, Anayasa Mahkemesi bu teminata sahip çıkacaktır. İkinci engel muhalefet partileri. Hükümet sandıktan aldığı güçle yargıya savaş açıyorsa, sandıktan aldığı güçle muhalefet mevzide yerini almak zorunda. Evrensel hukuka ve yargıçlık teminatına sahip çıkmak adına Meclis’teki üç muhalefet partisinin yapabileceği çok şey var.
Hukuk sadece adalet arayışının değil, aynı zamanda istikrarın da kaynağı. Göstere göstere yapılan bu kadar hukuksuzluk, “istikrarsızlık mı-yolsuzluk mu?” diye, “kırk satırla kırk katır” arasında seçime zorlanan toplumu bambaşka bir tercihe zorlayacak. Ali Babacan, hukuk devleti olmadan ekonomik ilerlemenin olamayacağını söylüyor. Bu sözü, Hükümet içinde ekonomik istikrarın neredeyse yegane teminatı olan kişi söylediği için çok önemli. “Yargının bağımsızlığı esastır, güçler ayrılığı esastır” sözü, üstelik tam da Erdoğan’ın yargıya yönelik genel taarruz hazırlıkları yaptığı sırada söylenmişse, Hükümet’in içinden de evrensel hukuka sahip çıkan bir iradeyi umabiliriz.
Hukuk savaşı, kısa vadede siyasetin, uzun vadede hukukun zaferiyle sonuçlanır. Kısa vade bitti, uzun vadenin içindeyiz.