T24 - Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Faruk Birtek, hükümetin çıkışlarını şöyle değerlendirdi, 'İktidar “Başını Örtenler Kulübü” haline geldi. Demokrat Parti döneminde bile hürriyetler vardı, insanların sesi çıkıyordu...' dedi. Vatan gazetesi yazarı Mine Şenocaklı'nın bugün (24 Ocak 2011) yayımlanan röportajı şöyle: 'Erdoğan’dan katiyen bu kadarını beklemiyordum konuşmaya korkar oldum!' Ben bu ülkeye hizmet etmek istiyorum ama benim karım başını örtmeyi reddetti. Bu sebeple benim Türkiye’de idari bir mevkide yerim olmasına imkan yok. İktidar “Başını Örtenler Kulübü” haline geldi. Demokrat Parti döneminde bile hürriyetler vardı, insanların sesi çıkıyordu... Erdoğan’ın ilk senelerini çok beğendim, birçok konuda onu destekledim. Ama son dönemdeki icraatleri beni korkutuyor Bilhassa beni rahatsız eden polislerin yetkilerinin fevkalade artırılması. Açıkçası ben bu beyanatı verirken korkuyorum. Çünkü ne olacağını bilemiyorum. Polis gelip evimi basabilir, evde kendi kafasına uygun bir şey bulabilir. Hakikaten korkuyorum, endişeliyim, güvenmiyorum. Ben bugün korkan bir modern oldum. Başta asla böyle düşünmüyordum. Erdoğan’dan katiyen bu kadarını beklemiyordum... Referandumdan bu yana arıyorum, randevu alabilmek için... “Referandum sonuçlarını nasıl okumak lazım?”, “Türkiye nereye gidiyor?”, “Önümüzdeki seçimlerde sandıktan ne çıkar?” ve tabii “AK Parti’nin nihai hedefi nedir?” Bu soruların cevabını almak istiyorum, hemen herkes gibi... Peki niye ondan? Çünkü Prof. Dr. Faruk Birtek, sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın saygınlığını kazanmış sosyologlardan biri... Üstelik sözünü sakınmayacak kadar da korkusuz ve içten. Ama nafile... Dört aydır yana yakıla aramama rağmen bir randevu alamamıştım. Bir kez daha şansınımı denedim, bu kez oldu. ABD’den yeni dönmüştü, iki gün sonra da Avusturya’ya gidecekti. Elbette ders vermek için... Artık yurtdışında ders vermesi daha kolay, zira iki ay öncesine kadar Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı’ydı, artık kendi deyimiyle ‘emekli profesör’... Ama bakmayın böyle dediğine, o bir ‘emeritus’, yani ölene kadar görev başında! Prof. Birtek ile Boğaziçi Üniversitesi’ndeki odasında buluştuk. Merhabalaştıktan sonra ilk sözü, “Seninle yaptığımız söyleşi ne kadar çok ses getirmişti, Zaman’a bile manşet olmuştu, hatırlıyor musun?” oldu. O söyleşide Fethullah Gülen’i Gandi’ye benzetmişti Birtek, şiddet karşıtı ve uzlaşmacı olduğu için... Kemal Kılıçdaroğlu’na da Gandi benzetmesi yapıldığında ise, başka bir gazeteci arkadaşımın bu konuya ilişkin sorusuna, “Neden olmasın? Kılıçdaroğlu Gülen’e alternatif olabilir” demesi yine manşetlere çıkmıştı. Ama ben onun yine manşetlere çıkan bir başka sözünü çok sevmiştim; daha çok türbanlıları dışlayanlara hitaben söylediği; “Türbanlılar ne yapsın, babaanneleri gibi evde oturup kestane mi pişirsin?” Uzun uzun konuştuk hocayla referandumdan bugüne, hatta AK Parti iktidarından bugüne yaşanan değişimleri... Söz öyle bir yere geldi ki, beni çok şaşırttı; “Ben bu ülkeye hizmet etmek istiyorum, ama benim karım başını örtmeyi reddetti. Bu sebeple benim Türkiye’de idari bir mevkide yerim olmasına imkan yok. AK Parti ‘Başını Örtenler Kulübü’ kurdu bu ülkede!” “Bu kadarını bekliyor muydunuz?” diye sordum, bir dönem AK Parti’nin değişim politikalarına destek verdiğini anımsatarak... “Doğru, birçok konuda destekledim AK Parti’yi, özellikle iktidarının ilk senelerinde yaptıklarını çok beğendim. Erdoğan’ın 2007 seçimlerinden sonraki konuşmasını çok takdir ettim. Kıbrıs politikasını alkışladım. Ama son dönemdeki icraatları beni korkutuyor” oldu cevabı... Birtek, özellikle polisin yetkilerinin artırılmasından çok tedirgin; “Korkuyorum, endişeliyim, güvenmiyorum” diyor ve ekliyor; “Bu beyanatı verirken de korkuyorum... Çünkü ne olacağını bilmiyorum. Polis gelip evimi basabilir, kafasına uygun bir şey bulabilir. Ben böyle değildim. Bugün ‘korkan bir modern’ oldum!” Anladım ki üç-dört aydır bir randevu alamamamın nedeni de bu korkuymuş... Hocam, sizinle konuşmak istediklerimi Güngör Mengi köşe yazısında çok güzel özetlemiş. Diyor ki; “Demokratik bir ülkede siyasetçi halka kötü sürpriz yapmaz. Sağ gösterip sol vurmaz. Pusuculuk olur, siyasi dolandırıcılık olur bu. Türkiye’de yüzde 42’yi işte bu şüphe tedirgin ediyor. Diken üstünde oturanları kimse kuruntu hastası olmakla suçlamasın. Çünkü kötü tecrübeler çoğalıyor. Türban ‘yalnız üniversite için’ denmişti, şimdi ilkokullar zorlanıyor... Başbakan hem ‘Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz. Farklı yaşam tarzlarının güvencesi biziz’ diyor, hem de adam gibi içenleri ayırmadan ‘aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorsunuz’ diye genelleme yapıyor. AKP üçüncü kez seçim kazanırsa rejimin laik karakterini nasıl bir gelecek bekliyor olacak, kimse tahmin edemez...” Sizce AKP sağ gösterip sol mu vuruyor? Tabii bir de gündemdeki ıslıklama meselesi var... Evvela bu ıslıklama olayından başlayalım. Başbakan’ın yine kızgınlığı üzerinde. Niye böyle anlamıyorum. Hep söylerim, tanıdığım en zeki insanlardan biri, böyle zeki Başbakan az gelmiştir bu ülkeye. Ama bu hissiyatı, kızgınlığı fazla öne geçiyor, düşüncesini kısıtlıyor. Çok kavga ediyor. Zaten sürekli bağırarak sokaklara döktü politikayı, muhalefete en aşağı seviyede bir üslupla hücum ederek amiyane hale getirdi. Bunun bumerangı bu olur! Senin politik üslubun buysa sana stadyumdan da böyle cevap gelir. Sizce ıslıklar artar mı? Bunun bence Galatasaraylılıkla da alakası yok. Genel bir muhalefet var ortada. Halk memnun değil, bundan bu anlaşılıyor. Başbakan’ın yerinde olsam ıslıklardan endişe ederim. Nitekim Fenerliler ve Beşiktaşlılar da destek verdiler... Çünkü insanlar rahatsız. Neden rahatsız? Çünkü halledilmeyen yüzlerce problem var. İşsizlik var, fukaralık var... Çünkü Erdoğan’ın üslubundan, diyalogsuzluktan rahatsız oluyorlar. Halk diyor ki “Başbakan’ın bütün işi muhalefeti tenkit etmek, ettiği laflar da ipe sapa gelmiyor. Bırak muhalefetle uğraşmayı, iş yap yahu!” Ama TÜSİAD’a gitmiş çok güzel konuşmuş. İstediği vakit fevkalade diyalog da kurabiliyor Başbakan... TÜSİAD’ın tavrına ne diyorsunuz peki? Sanki “Bitaraf olan bertaraf olur” lafı hiç onlara edilmemiş gibi bir hava vardı... Efendim Türkiye ekonomisinin en büyük sahibi devlettir. Devlet de ne yazık ki kişilerle idare edilir. Sayın Başbakan kalkıp “Stadı ben yaptım, ben verdim parasını, para benim param” diyorsa, ötesi yoktur! Her şeyin bir usulü vardır. Başbakan stadın nasıl yapılacağına karar veremez, bu Başbakan’ı ilgilendirmez ve hiçbir yerde de Başbakan stat falan yapmaz. Böyle bir şey olabilir mi, stadı ben yaptım ne demek? Ha alışagelmiş usuller bir stat yapılmasına mani ise, ki öyle Türkiye’de ne yazık ki, Başbakan müdahale etmezse o stat yapılamaz o da doğru, o zaman o düzeni değiştirmen lazım. Mevzuatını değiştirmen lazım... Mevzuat boyunduruğu Türkiye’nin en büyük boyunduruğu. Düşmandan fena, İngiliz işgali gibi bir mevzuatın var. Dediğim şu; sen bu kadar kişileselleştirirsen olayı, halk da buna böyle tepki verir. 'BAŞBAKAN, TÜSİAD’IN O KADAR DA KOLAY UFALAYAMAYACAĞI BİR GRUP OLDUĞUNU GÖRDÜ' Ekonominin de sahibi devlet dediniz... Evet. Bugün devletin yanında olmazsanız, devlet sizi yok ediyor. İktidara yakın değilseniz Türkiye’de iş yapmanıza imkan yok. İktidara sempati duymuyorsanız sizi yok ederler. TÜSİAD geçen haftaki toplantıda daha da özgür davranamazdı o zaman? İmkanı yok böyle bir şeyin. Hele bu kadar kulüpçü bir iktidar varken... Nasıl? AKP dar, sadece başı örtülü insanları içine alan bir parti. Bu beni çok rahatsız ediyor. Mesela ben bu millete hizmet etmek istiyorum. Bütün hayatım boyunca bunu amaçlamışım ama benim karım başını örtmeyi reddetti. Benim bugün Türkiye’de idari bir mevkide yerim olmasına imkan yok. Bu ne demek? Kulüpçülük var. “Başını Örtenler Kulübü” kurmuş AKP. Peki siz bu kadar kulüpçü bir iktidar bekliyor muydunuz? Katiyen beklemiyordum. Nasıl bekleyeyim! Türkiye’de bu kadar kulüpçü bir iktidar olmadı. Bakıyorum Türkiye’nin geçmişine, partizanlığın en yoğun olduğu dönem Demokrat Parti dönemi. 1950-60 arası... Ama o zaman bile böyle değildi. Yine de hürriyetler vardı, insanların sesi çıkıyordu. Mesela Menderes’e rağmen, o iktidara muhalif olabilen bir sanayi kesimi vardı. İstanbul Sanayi Odası Menderes’e muhalefetle kurulmuştu. 1952-1953’de... Sanayi Odası o zaman muhalif bir sesti ve kurulabildi ve muhalefet yaptı. Yani denetledi, tenkit gerektiğinde tenkidini yaptı. Böyle bir ortam vardı. İktidarın yanında olmayanlar da iş yapabildiler. Bu çok önemli. Bugün iktidarın yanında olmayan hiçbir iş yapamaz. Ama ne yazık ki bu ANAP döneminde de aynıydı. O zaman da fevkalade bir hükümet bağlantısı vardı. Çok ilginç bir şey, bu düzenin adına kapitalizm diyoruz ama tamamen kişisel ilişkiler üstüne kurulmuş bir ekonomik düzen var ortada. AKP’ye yakın olmazsanız hiçbir şey yapamazsınız bugün Türkiye’de. BAŞBAKAN SÜREKLİ BAĞIRARAK POLİTİKAYI SOKAKLARA DÖKTÜ. BU İŞİN BUMERANGI ISLIKLAMA OLUR Dolayısıyla TÜSİAD bundan daha bağımsız olamazdı diyorsunuz. Tabii... Referandumda büyük cesaretti bitaraf kalacaklarını açıklamaları. Peki Başbakan’ın gidip de bu kadar yumuşak konuşmasını o cesaretli çıkışa bağlayabilir miyiz? Ben ona bağlamıyorum ama ortada o kadar da kolay ufalayamayacağı bir grup olduğunu görmesi belki bir ders verdi Başbakan’a... Mesela TÜSİAD’çılar Ecevit’e karşı çıkmışlardı. Oysa Ecevit’in asla böyle bir baskısı yoktu. Bugün iktidarın elinde inanılmaz bir güç var ve kapitalizm bu değil. Kapitalizm rekabet mekanizmasının çalışması demek... Ama bugün böyle bir şey yok. Bugün ortada partiye yakınlık, uzaklık var. Anladığım kadarıyla Başbakan’ın icazeti olmadan hiçbir büyük iş yapılamıyor. Ben bunu görmedim, bilmedim, duydum. Yanlış olabilir. Duyduğum bu ama! Bu yanlış bile olsa Başbakan’ın davranışı bunu düşündürtüyor, mesele orada. Kılıçdaroğlu geçen hafta “Türkiye’de tek özgür kişi var, o da Başbakan” dedi. Çok doğru. Ben şahsen bu beyanatı verirken korkuyorum. Farkındaysanız 3-4 ay ağzımı açmadım. Çünkü konuşmaya korktum. Referandum sürecinden sonra korktum. Hâlâ korkuyorum, endişeliyim. Bugün de konuşmaya korkuyorum. Çünkü bilemiyorum ne olacağını. Polis gelip evimi basabilir ve kendi kafasına uygun bir şey bulabilir. Güvenmiyorum... Hakikaten güvenmiyorum. Korkuyorum ben ya!.. Ben bugün korkan bir modern oldum. Başta böyle düşünmüyordunuz ama... Hayır düşünmüyordum. Hiç bu kadarını beklemiyordum. Sayın Erdoğan’nın 2002’deki açılış konuşmasını, ilk senelerini o kadar çok beğendim ki, birçok konuda onu destekledim. Ama son zamanlardaki icraatları beni korkutuyor. Bilhassa beni rahatsız eden olay polisin yetkilerinin fevkalade arttırılması. Yargıçlara kabahat bulmak fevkalade yanlış. Ortada Meclis var, AKP Meclis’e hakim, isterse bütün kanunları değiştirebilir. Bugün bu berbat anayasa ile bile Türkiye’ye fevkalade bir hürriyet getirebilir. Tutuklama sürelerini düşürebilir, Danıştay’ın sahasını daraltabilir, kişilerin masumiyetini koruyabilir. Bunlar hemen yapılabilir. Ama onlar adamlarını sokarak kendi lehlerine bir yargı yaratmaya çalışıyorlar, bu çok abes. ‘YETMEZ AMA EVET’ DİYEN ARKADAŞLARIM ŞİMDİ SÜT DÖKMÜŞ KEDİ GİBİLER! Polisin yetkilerinin artırılması neden sizi korkutuyor? Trafik kanunundan ceza kanuna CMUK’tan uzaklaşıldı bu iktidar zamanında... CMUK diye bir şey vardı, koptuk. Polisin yetkileri fevkalade artırıldı. Ben bugün polisle devamlı sürtüşme halindeyim. Zalim, saygısız bir polis var. Herkesi rahatsız ediyor. Elinde hoparlörle dolaşan polislere bakın, nasıl bağırıyorlar trafikte... Bu bana Nazi Almanyası’nı hatırlatıyor. Hitler’in polisleri gibi bağırıyorlar. Alman filmlerinde zannediyorum kendimi. Pencereden bakıyorum caddeye, “6026 çek arabanı, hop hop!” Ne biçim konuşma tarzı? Polis vatandaşla böyle konuşabilir mi? Bazen böyle bağıran polislere yanaşıp diyorum ki, “Maaşını ben veriyorum, böyle konuşamazsın!” Biri çok zeki çıktı. Onun hakkını vermem lazım. Ben böyle deyince, çıkardı 20 lira verdi. “Al da git başımdan. Senin maaşını almıyorum” dedi. Gittim elini öptüm adamın. Ne akıllı, bayıldım adama... Tebrik ettim, “Gözlerinden öperim senin genç adam, benim ağzımın cevabını verdin” dedim. Merak ettim nerede oldu bu olay? Nişantaşı Karakolu’nun orada. Dünyaca ünlü Ortadoğu uzmanı Prof. Bernard Lewis, “AKP’nin amacı İslami demokrasi. Ama bu demokrasinizin tek yönlü sokak olması anlamına gelir. Bu yolla gelirsiniz ama aynı yolla gidemezsiniz... AKP hükümeti kurumları ele geçirmede çok becerikli. İş topluluğunu ele geçirdi, akademik topluluğu ele geçirdi, polisi ele geçirdi. Bir tek bağımsız kalan Anayasa Mahkemesi ve yargı idi. Şimdi onu da ele geçirmeye çalışıyor” diyor. Katılıyor musunuz? İslami demokrasi aşırı bir laf. Ama diğer dedikleri doğru. Bugün referandum olayı bir komedidir. Nasıl oluyor da benim birçok sevgili dostum referandumu destekledi? 'Yetmez ama evet' mi dediler? Evet. İnanamadım. Çünkü ortada somut hiçbir şey yok. Yargının Meclis tarafından seçilmesi yargıyı bağımsız yapmaz, bunlar abes düşünce. Kuvvetler ayrımı olayı çok mühim. Türkiye’de böyle bir şey yok. Yargı biraz bağımsızdı, şimdi onu da içlerine çekmeye çalışıyorlar. Bu kuvvetler ayrımını ortadan kaldırmanın ilk adımıdır. Ha, yargı çok mu iyi çalışıyor? Hayır. Yargıçlar çok mu doğru? Hayır. Türkiye’de gayrimüslim vatandaşın vakfını ‘ecnebi vakfı’ diye deklare eden bir Yargıtay var. Olamaz böyle bir şey, kepazelik. Bu, iptidailik, cumhuriyeti anlamamak demek. Ama doğrusu da, AKP’nin iki adamını oraya sokmak mı? 'ZAVALLI ERTUĞRUL GÜNAY... AMA DAHA NELER VAR!' Ne yapıyor o arkadaşlarınız şimdi? Ağızlarını açamıyorlar. Süt dökmüş kedi gibiler! Ben AKP’yi destekledim, çünkü Batılı olma çabasında olan, Avrupa Birliği’ni özleyen, Kıbrıs’ta çok akıllı politika izleyen bir hükümet vardı karşımda. Kıbrıs politikalarını hâlâ da yüzde 100 destekliyorum. Dış politikadaki ufukları açık düşünce tarzlarını beğenmiştim, iyi buluyordum. Ama hüsrana uğradım. Yazık! Nasıl böyle oldu? Oysa Erdoğan fevkalade zeki bir adamdır... Bir partinin başkanıyla partililer arasında bu kadar çok mesafe olmaz. Başbakan tamamen bir diktatör gibi partide, tek seçici... Bakanlar bir şey yapmaya korkuyor. Diyorlar ki, “Başbakan’a arz ettik, kabulünü bekliyoruz.” Yahu sen bakan değil misin! Fevkalade eşitsiz bir parti mekanizması var. Parti elemanları tamamen Başbakan’ın yağcısı durumunda. “Ucube” tartışmalarında gördük işte... Zavallı Ertuğrul Günay! Ama daha neler var. Başbakan’ın paltosunu tutmaya çalışan bakanlar var. Bakan olmak için her şeyi yapıyorlar Meclis’te. O zaman Nuray Mert’in dediğine mi geliyoruz? Demokrasi diye diye sivil diktaya doğru mu gidiyoruz? Maalesef ben bunu görüyorum...