"2016'da 1923'ün psikolojisiyle hareket edemeyiz. Bunda ısrar etmek ülkemize ve milletimize yapılacak en büyük haksızlıktır."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Çarşamba günü, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde muhtarlarla yaptığı toplantıda dün bunları söylüyor ve "Bundan sonra sorunların kapımızı çalmasını beklemeyeceğiz, bundan sonra bıçak kemiğe dayanana kadar sabretmeyeceğiz, gırtlağımıza kadar bataklığa gömülmeye rıza göstermeyeceğiz" diyordu.
Erdoğan 1923 yılına birkaç kez atıfta bulunduğu konuşmasında, Türkiye'yi o yıldan beri "kısır döngüye hapsedenlerin amacını" ise coğrafyadaki Selçuklu ve Osmanlı geçmişini unutturmak olarak ilan ediyordu.
Geçen ayın sonunda yaptığı bir açıklamada da, "Birileri de Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı" diyen Erdoğan üç anahtar kelime ve bir tarih üzerinden değişimi tarif ediyor: Lozan, Misak-ı Milli, güvenlik, 1923.
Peki bu beyanlar nasıl bir değişime işaret ediyor? Türkiye'nin etrafındaki dünya değişirken Türkiye'nin sinyalini verdiği bu tutum ne gibi riskler içeriyor? Erdoğan'ın atıfta bulunduğu 1923 dış politika ve güvenlik açısından ne ifade ediyor? Misak-ı Milli'nin vurgulanması ne anlama geliyor?
Ne Erdoğan'ın açıklamaları ne de bugün bu konunun gündeme gelmesi tesadüf olarak değerlendiriliyor. Zira Türkiye Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Musul'un, bugün IŞİD'den temizlenmesine yönelik uluslararası operasyonun bir parçası olmak istediğini ısrarla dile getiriyor.
Irak'ın büyük tepkisiyle karşılanan bu talep, Türkiye tarafından bölgede IŞİD sonrası kurulacak yeni düzenin bir parçası olabilmek için elzem görünüyor.
Peki Erdoğan'ın vurguladığı bu yeni güvenlik anlayışının etkileri, avantajları ve riskleri ne olabilir?
Kadir Has Üniversitesi'nden Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Akın Ünver, Türkiye'nin sınırları ötesinde aktif rol oynamasının yeni bir politika olmadığı anacak siyasal hedefler ve verili somut durumun gözetilmesi gerektiğini vurguluyor.
Ünver, "Türkiye 1990'lardan beri sınır ötesindeki olaylara müdahil olmuştur ve kendine göre bir netice elde etmiştir. Buradaki ana faktör Türkiye'nin göreceli güç projekte etme kapasitesidir. Bu kapasitenin içerisinde sınırlı ve iyi tanımlanmış müdahaleler zaten Türkiye'nin uzun zamandır yaptığı bir politikadır. Ancak siyasal hedefler, askeri ve materyal gerçekliğin dışına çıkarsa bu tabi ki olumsuz sonuçlar doğuracaktır" diyor.
Ünver'e göre burada asıl kilit rol oynayan, "istekler ve yeterlilikler arasındaki mesafe."
Peki bu Türkiye'yi "yumuşak güç" uygulayan bir ülkeden "sert güç" kullanan bir ülkeye mi dönüştürüyor?
Ünver, sert güç kullanımının özellikle küresel mali daralma ile de ilişkili olduğunu belirtiyor. Küresel iktisadi genişlemenin durduğu veya gerilediği dönemlerde bütün ülkelerin daha sert ve keskin yollar tercin ettiğini söyleyerek ekliyor:
"Türkiye de 2011 sonrasında küresel siyasetin giderek sertleştiği bir dönemde bu trende ayak uydurmaya çalışıyor. Burada bir büyük dönüşüm olduğunu düşünmüyorum, zira aynı zamanda Türkiye en çok dış yardım yapan ülkelerden birisi; bu da yumuşak gücün hala Ankara'da büyük öneminin olduğunu gösteriyor."
Güvenlik analisti Metin Gürcan ise Türkiye'deki ve bölgedeki 1923 sonrası koşulların artık mevcut olmadığını vurguluyor ve Türkiye'nin "oyun bozarak" doğru bir hamle yaptığını ancak artık oyun kurmaya odaklanması gerektiğini belirtiyor.
Erdoğan'ın 1923'e yaptığı atfı ve o günün şartlarının geçerli olmadığı konusundaki beyanlarını doğru bulduğunu belirten Gürcan, "Cumhurbaşkanı'nın çıkışları doğru ama bu çıkışlarla oyun bozan Türkiye nasıl bir oyun öneriyor? Bizim oyunumuz yok, senaryomuz yok" diyor.
"Musul'da Halep'te kalplerin ve akılların Tahran yerine Ankara'ya dönmesini ne sağlar" sorusunun yanıtının verilmesi gerektiğini söyleyen Gürcan şöyle bir soruyla yanıt veriyor:
"1923'ü referans alması doğru. 100 yıllık statüko, 100 yıllık donmuş sınırlar şu anda mevcut dönemi, 2016'yı, IŞİD sonrasına taşıyamayacak kadar zayıf. Türkiye oyun bozmaya kafa yormak yerine, kalpleri ve beyinleri Ankara'ya bağlayacak bir düzen ve nizam önermeli. Neyin neden yapılması gerektiğine ilişkin tartışıyoruz ama asıl olarak nasıl diye sormak gerek. Halep'te çatışma sonrası inşa diyoruz. Peki nasıl?"
Erdoğan'ın 1923, Misak-ı Milli ve Lozan Anlaşmasına yaptığı atıfları ise tarihçiler değerlendirdi. Erdoğan'ın kendini ayrıştırdığı bu dönem ne ifade ediyor? Bugünkü sınırları belirleyen Lozan ile ilgili eleştiriler Türkiye'nin komşular için ne anlama geliyor?
İstanbul Teknik Üniversitesi'nden tarihçi Stefo Benlisoy BBC Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, "Lozan'ın pragmatizmi yerine ulusal hareketin bir anlamda azami programını oluşturan Misak-i Milli'nin vurgulanması, elbette önemli bir siyaset değişimi potansiyeline işaret ediyor" diyor.
Bütün bu söylem değişiminin Türkiye'nin çevresindeki ülkeler için ne anlama geleceği sorusuna ise "Mevcut sınırların adeta geçersiz olduğunun devletin en üst katında ima ediliyor oluşu, komşu ülkelerle ilişkiler açısından ciddi bir güvensizlik ve gerilim alanı yaratacaktır" diyerek yanıtlıyor.
Peki 1923'ün karakteri neydi? Erdoğan'ın bugün artık geçerli olmayacağını söylediği dönem Türkiye'nin dış politika ve güvenlik anlayışı neye dayanıyordu?
İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü'nden Prof. Dr. Işıl Çakan Hacıibrahimoğlu, 1923 dönemini "kendi gücüne dayanma zihniyeti" olarak açıklıyor.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Hacıibrahimoğlu, "Bu temel amaç etrafında gerektiğinde bölgesel ittifaklara imza atılan bir dönem özelliği taşımaktadır. Bu açıdan 1923 zihniyetini sorun çözemeyen, pasif bir zihniyet olarak niteleyenlerin 1923-1939 arası süreçte imzalanan uluslararası dostluk, saldırmazlık ve ticaret antlaşmalarına bakmalarında fayda bulunmaktadır" diyerek yorumluyor dönemi.
Türkiye'nin iç dengelerinin her geçen gün değiştiği ve Anayasa tartışmaları, başkanlık sistemi, referandum gibi büyük başlıkların gündeme oturduğu bu dönemde, Türkiye'nin dış politikada etkin yeni bir formülün nasıl olacağı da yeniden şekillenecek gibi görünüyor.