Merkez Bankası’nın faiz artırımından sonra Başbakan Tayyip Erdoğan’ın "faiz artırımının olumlu sonuçlar vermemesi halinde söz konusu B ve C planlarını kısa sürede devreye alacaklarını" ifade etmesi sonrası planların içeriğinin ne olduğu hakkında bir çok analist ve köşe yazarı yorumda bulundu.
Dünya gazetesi yazarları Uğur Civelek ve Güven Sak Erdoğan'ın B ve C planlarını yorumladı:
Ben içinden geçmekte olduğumuz bu netameli küresel süreçte herkesin ağzından çıkanın ne manaya geldiği konusunda ikiden fazla düşünmesi gerektiğini düşünüyorum. En çok bugünlerde, atalarımızın, “Boğaz neden dokuz boğum? Dokuz kere düşün, bir kere söyle” sözünü tekrar tekrar akla getirmekte fayda var. Sayın Başbakanın “Bakarız BIST artıyor mu? Kur ve faiz düşüyor mu? İyi niyetimizi koruruz. Bekleriz. Yoksa B ve C planlarımız var” mealinde bir açıklaması oldu geçenlerde. O zamandan beri piyasada bir “nedir bu B ve C planları?” muhabbeti dolaşmaya başladı. Doğrusu ya Sayın Başbakanımızın neden konuştuğunu ben anlamadım. Zaten merkez bankamızın faiz artırdığı süreçte, daha önceden, “Ben zaten bu faiz artışını hiç sevmem. Hem enflasyona da neden oluyor.” kabilinden ne denmek istediğini anlamadığım başka açıklamaları da olmuştu. Etraftaki tartışmalara bakılırsa, bu son açıklamadan da bir şey anlamadık. Madem anlamayacaktık, o vakit neden öyle bir açıklama geldi? Bakın ben onu da anlamadım. Ama madem herkes, deneysel politikalar dönemindeki gibi yeniden bir “Ne dedi Harry?” havasına girdi. Ben de ne düşündüğümü anlatayım, müsaadenizle.
Ben o açıklamayı doğrusu ya Hindistan merkez bankası başkanı Raghuram Rajan’ın konuyla ilgili açıklamasıyla beraber okudum. Manasını da beraber ele almak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye son derece içine kapanık bir memleket olduğu için başbakanımızın açıklaması ile aynı günlerde Hindistan Merkez Bankası Başkanı Raghuram Rajan’ın Batı’ya kızan açıklamasını bizim buralarda pek tartışan olmadı. Açıklama geçen Cuma günü İngiliz Financial Times gazetesinin de manşetindeydi. Başlık da tam şöyleydi: “Hindistan’ın merkez bankası şefi batıya posta koydu.” Önce Raghuram Rajan ile başlayayım isterseniz. Raghuram Rajan 2003 il3 2007 yılları arasında IMF’nin Baş Ekonomisti idi. Piyasa muhafazakarı Şikago Üniversitesi’nde profesördü. Sistemin merkezinden Hindistan Merkez Bankası’nın başına daha yenilerde 2013 yılının Eylül ayında geldi. O posta koyuyorsa, ne dediğine bakmak gerekir. Ben size söyleyeyim.
Peki, neydi Rajan’ın derdi? Küresel ekonomik kriz sistemin merkezinde patlak verince, G20 bir iktisadi politika koordinasyon birimi olarak öne çıkmıştı. Özellikle 2009 ve 2010 yıllarında G20 içinde yer alan gelişmekte olan ülkeler genişlemeci ve Ortodoks olmayan-deneysel- politikalarla dünya büyümesine ve gelişmiş ülkelerin şirketlerine pek çok imkan sağladılar. Şirketler zaten bu süreci pek rahat atlattı. Kriz, şimdi merkezde atlatılıyorsa, Rajan’a göre, gelişmekte olan ülkeler buna olumlu katkı vermişlerdi. Koordinasyon gereklerine uymuşlardı. Ancak bu sefer, Amerika, paspaslama operasyonun zamanlamasını belirlemek konusunda, benzer G20 mekanizmalarını kullanmamıştı. Raghuram Rajan, bir nevi, “Size gelince koordinasyon ve işbirliği, bize gelince, piyasa ekonomisi ve tek taraflı operasyon” diyordu açıklamasında. G20 platformunun bu çerçevede neden etkin bir koordinasyon mekanizması olarak kullanılmadığını sordu. G20 bu durumda bir nevi “onlar ortak biz pazar” gibi oluyordu. Bu ne demek? Dünya normale dönüyor demek. Öyle bir zamanlar üzerinde durulduğu, hani şimdilerde PİMCO’dan ayrılan Mısırlı Muhammed El Arian’ın bir ara dilimize taktığı gibi bir yeni normale filan avdet etmiyoruz. Ben size söyleyeyim, dünya eskiden beri bildiğimiz “normal” normale geri dönüyor. Paspaslama operasyonunun yapılma biçimi bana sanki bunu hatırlatıyor.
Üç notla şu B ve C planlarına döneyim: Birincisi, işler bildiğimiz normale doğru dönüyorsa, iktisat politikasında deney vakti sona erer. Türkiye gibi kırılgan bir ekonomide işin şaka kaldıracak hali yoktur. İkincisi, iktisat politikasının batıya posta koymak, hayatlarımızı daha fazla alt üst etmek için değil, dumanımızı doğru tüttürmek için tasarlanması gerekir. Macera turizmini kim sever? Ben sevmem. Neme lazım. Üçüncüsü, siyaset eğer bu normale avdet sürecinin tek taraflı tasarlanma biçiminden rahatsızsa, ki öyle olmalıdır. Siyaset, IMF’nin yönetilme biçimi ile ilgili değişikliğin Amerikan Kongresi’nde reddedilmesinden huzursuzsa, bunu gündeme getirmenin yolu B ve C planı ile deney yapmak değildir. Bu itirazın gündeme getirilmesi için büyük imkan Türkiye’nin 2015’teki G20 Zirvesi başkanlığıdır. Bunun için gerekli gündemi oluşturma sürecine daha başlamamış olduğumuzu da bu vesileyle hatırlatayım.
İtiraz haklıdır. Ama yapılacak tek şey Türkiye’de 2014 yılında ve sonrasında yüzde 3’e doğru gerileyecek büyüme sürecinin şirketler kesimi ve istihdam üzerinde yol açacağı tahribatı sınırlandırmak için tedbir almaktır. B ve C planı alanı esasen buradadır ve çok geniştir. Ben Sayın Nazım Ekren’in ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olduğu dönemde alınan tedbirlerin işe yaradığı kanaatini taşıyorum. Bankalarımız yaptıklarını aksi takdirde yapamazlardı, şirketlerimizi yüzdüremezlerdi. O dönemi bir daha hatırlamakta fayda vardır.
Başta Türkiye olmak üzere gelişmekte olan ekonomiler, bundan sonrasının öncesi gibi olamayacağı olağandışı bir geçiş dönemi yaşıyor. Yabancı sermaye ilgisi azaldıkça yerel paralar değer kaybediyor, beklentiler bozuldukça faizler yükseliyor ve para politikası sıkılaşmak zorunda kalıyor. Siyasiler bu durumu yaratacağı sonuçlar itibarı ile kabullenemiyor. Başbakan’ın İran gezisi dönüşünde basına yaptığı değerlendirmeleri bu çerçevede irdelemek gerekiyor. Faizlerin sebep, enflasyonun sonuç olduğu kanaatinin yanı sıra, birkaç hafta sabırla bekleneceği ve durumun düzelmemesi durumunda B ve C planı olarak nitelenen alternatif yaklaşımların devreye sokulabileceği söylemi kafaları karıştırıyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tablo para politikasına ilişkin belirsizliği anormal düzeylere tırmandırıyor. Küresel koşullar sıkılaşmayı zorlarken, siyasi irade gevşek kalması gerektiği konusunda ısrarlı olabilirmiş gibi görünüyor. Merkez Bankası’nın geride bıraktığımız hafta içinde Para Politikası Kurulu toplantısında aldığı kararlar bu farklılığı açığa çıkarmış gibi görünüyor; para politikasını gevşek tutmaktaki ısrardan vazgeçilmiş olması yönündeki endişe seçim hesapları yapanları çok rahatsız ediyor.
Faizlere ilişkin değerlendirmeler ön plana çıkmış olsa da esas sıkıntı para politikasını gevşeme mi yoksa sıkılaşma yönünde mi eğilim sergileyeceği konusunda yaşanıyor. Durum böyle olunca küresel sermaye ile siyasi irade karşı karşıya geliyor ve Merkez Bankası arayı bulamıyor. Eğer A planı sıkılaşmayı temsil ediyor ise içeriği henüz bilinmeyen B ve C’nin gevşeme içeriyor olabileceğini dikkate almak gerekiyor.
Durumun ciddiyetini anlamak için yabancı sermayeye aşırı bağımlı olduğumuzu ve para politikası üzerinde son sözün sermaye hareketleri tarafından söylendiğini unutmamak gerekiyor. Ülkemize yönelik dış kaynak ilgisi azalırken seçim hesapları nedeniyle Merkez Bankası para politikasını gevşetmeye zorlanırsa neler yaşanabilir?
Yanıt çok net: Türk Lirası değer kaybetmeye devam eder, enflasyon ve faizlerin daha da yükseleceğine ilişkin beklentiler güçlenir. Başka bir deyişle hem para politikasını gevşetmek, hem de Türk Lirası’nı güçlü kılmak ve beklentileri iyileştirmek imkânsız. Bu durumu görmezden gelenler faizlerin sebep, enflasyonun sonuç olduğunu iddia edebilir; fakat bu siyasi söylemin ekonomik bir temeli bulunmuyor.
Seçim hesapları para politikasının gevşetilmesini, kredi kartlarında taksit uygulamasının ertelenmesini, kredilerin genişletilmesini, dış koşullara ve cari açıkta artışa kayıtsız kalınmasını gerektiriyor olabilir.