Sinema ve dizi oyuncusu Hande Ataizi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın siyasi tavrı için, “Evet, üslubu sert geliyor ama Türkiye’nin nabzını iyi bilen biri olarak belki de Erdoğan’ın bu diktatör tavrı doğru olabilir. Çünkü hepimiz koşullanmış bir eğitimden geliyoruz. Birçok insan komut almaya alışık. ‘Şunu yap, bunu getir’ gibi şeylerden anlıyor. Eğitimsiz insan da çok fazla. Sonuçta Türkiye’yi yönetmek o kadar kolay bir şey değil. Düşün, ben şu anda evin içini yaptırıyorum, üç tane ustayla baş edemedim” dedi.
Hürriyet gazetesinden Onur Baştürk’e konuşan Hande Ataizi, hamileliği ve yeni sezondaki projelerini anlattı. Baştürk’ün “Hande Ataizi: Erdoğan'ın diktatör tavrı doğru olabilir” başlığıyla yayımlanan (28 Temmuz 2014) söyleşisi şöyle:
Gördüğüm, en hamile gibi olmayan hamile kadın. Hani bazı kadınlar vardır, hamile oldukları için ekstra ilgi beklerler. Dünyadaki tek hamile kadın kendileriymiş gibi davranırlar. Sürekli hamilelik dönemi üzerine konuşup neye aşerdiklerini filan anlatırlar.
Hande Ataizi öyle değil. Hamile olmadan önce nasılsa, şimdi de öyle. Gayet cool ve durumunu abartmıyor. Sporunu yapıyor, doğum yapmasına az kala yeni bir eve taşınıp düzenini tamamen altüst edebiliyor, yetmedi o evin tesisatıydı dekorasyonuydu, her şeyiyle ilgileniyor.
Soruyorum mesela, “Bir şeye aşerdin mi?” diye. “Yok” diyor, “Olmadı valla öyle bir şey”.
Belki de bu yüzden, röportaj için Park Hyatt Otel’de buluştuğumuzda ilk lafı şu oluyor:
“İnanabiliyor musun, yakında anne olacağım.”
Evet, Hande Ataizi 25 Ağustos haftasında bir erkek çocuğu dünyaya getirecek. Bebeğin ilk adı belli, Leon. İkinci adı ise Türkçe olacak ama henüz ona karar verilememiş.
Haliyle ilk önce doğacak çocuğunu konuşuyoruz.
Sonra daldan dala zıplayarak neredeyse her şeyi...
Az önce dedin ya, “İnanabiliyor musun, anne olacağım” diye. Neler hissediyorsun?
Çok sürpriz oldu. Biliyorsun, problem vardı, bir türlü olmuyordu. Doktorum da en son, “Genetik bir problem olabilir. Çok fazla zorlamaya gerek yok” demişti. Ben de onun bu cümlesi üzerine, “Demek ki benim hayattaki misyonum buna yönelik değilmiş” diye düşünmeye başlamıştım.
Beklentin sona ermişti yani...
Evet. Çocuk olmayacaksa hayatımızı zehir etmeye gerek yok, ben de çocuksuz bir şekilde hayatımı sürdürürüm diyordum. Tek mutluluk bir insanın çocuğu olması değil. Ama bir taraftan eşim Benjamin çok istiyordu. Hatta şunu düşünmeye başlamıştım: Eğer Benjamin bir gün çocuk isterse anlayışla karşılarım.
Nasıl yani?
Hani çok çocuk istiyorsa ve ben o durumda değilsem, yarın öbür gün ilişkimizde bir zedelenme olabilir diye düşünüyordum açıkçası.
Peki anlayışla karşıladı mı?
Karşıladı tabii. Ama benden kaynaklı bir problem olduğunu düşündüğüm için böyle bir korkum vardı.
Hemen akabinde hamile olduğun haberini mi aldın?
Evet, tam kendimi alıştırmışken hamile kalınca yine olumsuz bir şey olacak diye düşündüm. Ama her şey yolunda gitti. Bu yüzden bir şaşkınlık var. Çünkü çocuğum olmayacak diye düşünüyordum.
Nasıl bir anne olacağına dair kafanda belli bir şablon var mı? Günümüz anneleri çok detaycı ya; “Çocuğa şu gıdayı verirsem şöyle gelişir, şu yaşlara bu aylara dikkat etmek lazım” gibi. Sen böyle olur musun?
Valla çok didiklemek lazım. Doğalına bırakmalı. Sonuçta tabii ki iyi beslenecek.
Bazıları eve misafir bile almıyor “Aman çocuğum hastalanmasın” diye...
Yok, zannetmiyorum böyle olacağımı. Mesela benim annem de çalışan bir anneydi. Hiçbir zaman ne yemeğimiz eksik oldu ne ilgimiz. Annemle ilişkim de çok iyi oldu. Şimdi aynı şeyi oğlumla yakalamak istiyorum. Hem arkadaş gibi hem de disiplin ve mesafeyi içine alan bir ilişkim olsun.
Özgürlükçü bir anne olursun gibi geliyor bana...
Bilemem ki. Biraz disiplinli anne olabilirim. Çünkü ben kuralları seviyorum. Kurallar dengemizi, hayata karşı duruşumuzu bir ölçüde sabitliyor. Çok fazla saldım çayıra Mevlam kayıra olamam. Bir de özgürlük anlayışım farklı. Çocuğumun ilerleyen yaşlarda sabahlara kadar Reina’larda olmasına izin vermek yerine, sırt çantasını alıp Kamboçya’ya gitmesine izin veririm mesela. Ona yönlendiririm.
Göz önünde olan kadınlar hamile kaldığında, “Aman çok kilo almayayım, sonra vermekte zorlanırım” diye dertlenip “vücudum bozulmasın” tribine giriyorlar. Böyle bencilliklerin oldu mu?
Hiç! Bak, şuraya (bacağındaki morlukları gösteriyor). Bakar mısın? Bütün damarlar, kılcallar filan ortada. Geçecek herhalde. Sonuçta bir şey oluşturuyorsun, vücudunda senin dışında bir canlı oluşuyor. O yüzden böyle havai fişek gibi kılcal damarlar çıktı. Baksana geçer mi bunlar?
Bilmem.
Ay yok mu ablan mablan?
Ha ha, yok valla.
Neyse, olacak bunlar.
Normal doğum yapman da süper bir şey. Kendi kararın mı?
Evet, çünkü o doğumu da hissetmek istiyorum. Ama tabii son dakikada bir komplikasyon olursa mecbur sezaryen.
Eşin Benjamin’in yabancı oluşu avantaj mı yoksa dezavantaj mı?
Yabancı olması aslında avantaj. Çünkü çocuk iki kültürün de karışımı olacak. İlişkide ise artılarımızı, eksilerimizi beraber tamamlıyoruz. Karakterlerimizde çok ortak nokta yok. Onda da yine böyle güzel bir karışım var. Karışım güzeldir ya!
Peki burada kala kala Benjamin Türkleşti mi?
Benjamin her anlamda benden daha muhafazakâr biri. Onun inandığı birtakım doğrular var. Onları kıramazsın, sabittir. Mesela ben hatalı olduğum zaman “A, evet öyle de düşünülebilir, farklı bir bakış açısı” derim. Daha esneğim. Onun doğruları ise daha keskin.
Hâlâ aynı mı?
Aynı. Öyle idare ediyoruz. Güzel bir şey oldu aslında. Doğru bir ilişki. Bana da bakma, çok fazla dışarıya duygusunu belli eden biri değilim. Vurdumduymaz gibi görünüyorum ama aslında çok duygusalım.
“Türk olmasın, mutlaka yabancı eş/sevgili olsun” diyen kadınlar da var. Onlara bir öğüdün olabilir mi buradan?
Hiçbir zaman ille de yabancı olsun diye bir diretmem olmadı. Denk geldi. Bir şeyin olacağı varsa oluyor. Akışa bırakmak en doğrusu. Bakıyorum da etrafta herkes “Doğru düzgün adam yok” diyor ve her şey o adama endeksliymiş gibi yaşıyor. Ya sen önce kişi olarak hayattan keyif al, arkadaşlarınla güzel vakit geçir, zaten o adam bir şekilde önüne çıkacak. Bu kadar sıkıştırmaya, zorlamaya gerek yok ki... Sıkıştırdığın an güzel enerjileri engellemiş oluyorsun.
Geçmiş ya da geleceği düşünerek mi yaşarsın ya da direkt şimdide misin?
Direkt buradayım ben! Aklıma kötü bir şey geldiği zaman ise hemen o düşünceyi bertaraf edip ana odaklanıyorum.
Geçenlerde bir kitapta okudum. Hayatın hangi aşamasında olursan ol, kendine her zaman şu üç soruyu sormalıymışsın: “Yaşadım mı? Sevdim mi? Fark yarattım mı?” Şimdi bu üçünü ben sana soruyorum.
Yaşadığımı düşünüyorum. Her yaş döneminde ne yaşanması gerekiyorsa hepsini yaşadım. Keyfini çıkararak, ünlü olduğumu unutarak, normal bir insan/genç kız gibi her şeyi doyasıya yaşadığımı düşünüyorum. Eğlenceyi de ekonomik özgürlüğümü erken yaşta elde etmenin verdiği rahatlık ve özgüveni de... Çünkü çok olduğum gibi, dizginlenemez bir karakterim var. Gerçi yıllar içerisinde onu biraz ehlileştirdim. Sevdim mi, evet sevdim! Sevgi benim için çok önemli. Fazla duygusalım. Hiçbir zaman o stratejik kadınlardan olamadım. Sevginin daha ikinci planda olduğu, daha mantıklı ilişkiler kuran kadınlar gibi. Olmak istedim, ama yapamadım. Kendimi rahat hissetmek, sevmek ve sevilmek isterim.
Peki fark yarattın mı hayatına baktığında?
Çok ara dönem kuşağında kalmış bir aktristim. O yüzden başlangıçta çok bocaladım. Nereye ait olduğunu bilmiyorsun. Birileri seni kolundan çekiyor. “Bunu şöyle yapalım, gel şu fotoğrafı çekelim” diyor. Yanında seni doğru düzgün yöneten profesyonel birisi yoksa düşe kalka bir ilerleme oluyor. Ama sektör için çok alışılagelmiş biri değildim. Hani daha alaturka zihniyetli tipler vardır ya; her daim tip top olan, özel hayatını gizli saklı yaşayan, sokağa çıkmayan, röportajlarında “Topuklarıma krem sürüp uyuyorum, çok cici kızım ben” diyen... Ben tam aksiydim! Cesur ve korkusuzdum. Üzüldüğümü de gösterdim, samimi itiraflarda da bulundum, sevindiğim zaman çok coşkulu da oldum. Belki fark olarak, bunu yaratmış olabilirim.
Az önce “Dizginlenemez bir ruhum vardı ehlileştirdim” dedin. Neden bunun ihtiyacını hissettin?
Çünkü bir toplum içinde yaşıyoruz ve ona uymak zorundayız. Ayrıca 20 yaşında yaptıkların, beklentilerin bu yaşına uymuyor. Biraz daha yoruluyor, duruluyor ve uyum sağlamak istiyorsun. Biraz daha şekilleniyorsun. Belki kötü bir şey bu. Mutluluğunu, huzurunu sabit tutmak adına inişlerini çıkışlarını kontrol altında tutmaya çalışıyorsun.
“Geçmişi düşünmem, anı yaşarım” dedin. Birisi durup dururken gelse, “Erol Atar’a at üstünde erotik poz verdiğinizi anımsıyorum” filan dese bozulur musun?
Hayır. O dönem öyle hissedip yapmışım diye yanıt veririm. Okuldayken kendimi çok erkek çocuğu gibi hissettiğimden o fotoğraflardaki feminen, güzel kadın çok hoşuma gitmişti. Sonuçta geçmişimizle beraber varız. Ayrıca yüz kızartıcı bir geçmişim de yok. Şimdi olsa böyle bir şey yapmazdım tabii.
Kendine çok iyi bakıyorsun. Karnın burnunda, hâlâ spora koşturuyorsun.
Evet, çünkü öyle olması gerekiyor. Oyuncunun enstrümanı bedeni. Zamanında estetik de yaptırdım. Ama artık doğallıktan yanayım. Şu anda estetikli o kadar kötü suratlar var ki... Özellikle yaptırılan o dolgular çok kötü. İğrenç, vaşağa benziyor bazı kadınlar. Usulüne göre yaşlanmak daha hoş bir şey. Yıldız Hanım’ın (Kenter) bir lafı vardı, “Ölçüsüzlüğün bile bir ölçüsü olmalı”. Bu laf hayatın her bölümünde geçerli olmalı.
“Mum Kokulu Kadınlar”la sinemaya çok iddialı başladın. Sonra sinema kariyerin aynı çizgide ilerlemedi. Bundan sen mi sorumlusun, yoksa sektör mü?
Enerjimi daha çok dizilere harcadım. “Ruhsar” ve “Melekler Adası” uzun soluklu dizilerdi. O sırada gelen film tekliflerini de şehir dışında oldukları için pek değerlendiremedim. Yani sinema kariyerimi kendim baltaladım aslında. Keşke iki arada bir derede gitseymişim o setlere... Ama şimdi gelen senaryoları özenle inceliyorum, aynı hatayı yapmayacağım bir daha.
Önümüzdeki sezon dizi var mı?
Evet, birkaç tane proje birden var. Bir tanesi sit-com. Diğeri iddialı bir drama. İkisi için de çok heyecanlıyım.
Ülkenin gidişatı üzerine konuşmazsak olmaz. Muhafazakârlık hakkında ne düşünüyorsun?
Muhafazakârlık aslında çok kötü bir kelime değil. İki tarafın da kendine bakması, yumuşaması gerekiyor. Bir yandan uyuşturucu kullanım yaşı 13’e filan indi. Yeni jenerasyon sadece içkiden ibaret. Bu iyi bir şey değil. Öte yandan o kadar muhafazakârlaşmak da iyi değil.
Peki Başbakan Erdoğan’ın üslubunu nasıl buluyorsun?
Politikayla çok haşır neşir biri değilim. Vatandaş olarak ne kadar ilgilenmem gerekiyorsa o kadar ilgileniyorum. Evet, üslubu sert geliyor ama Türkiye’nin nabzını iyi bilen biri olarak belki de Erdoğan’ın bu diktatör tavrı doğru olabilir. Çünkü hepimiz koşullanmış bir eğitimden geliyoruz. Birçok insan komut almaya alışık. “Şunu yap, bunu getir” gibi şeylerden anlıyor. Eğitimsiz insan da çok fazla. Sonuçta Türkiye’yi yönetmek o kadar kolay bir şey değil. Düşün, ben şu anda evin içini yaptırıyorum, üç tane ustayla baş edemedim.
Vizyon toplantısına giden ünlüler çok eleştirildi. Ünlüler sence politik görüşünü açık açık söylemeli mi yoksa Türkiye’de buna alışık değil miyiz?
Samimi olmayan her şey göze batıyor. Erdoğan’ın yanına duruşunla, tavrınla yakışırsan kimse sana laf etmez. Ama demek ki insanlar eğreti bulmuş. Oradaki ünlüleri samimiyet derecesini ölçebilecek kadar tanımıyorum. Mesela Bülent Ersoy’un kafasından geçenleri bilemem. Umuyorum ki samimidir.
Bu sezonda hangi dizileri izledin ve sevdin?
Yerli dizi sık izleyemiyorum ama “Kurt Seyit ve Şura”yla alakalı Ay Yapım’ın çok üzerine gidildiğini düşünüyorum. İzleyici o dizideki gibi güzel görüntüleri hak ediyor. Yabancı dizilere bakıyorum da, adamlar yapıyor kardeşim! Işık çok önemli. Buraya geldi ya Sharon Stone, bir dizide oynadı. Ne fena çıktı yüzü! Başka birileri daha geldi, yazık yani. O ışığı tahmin edemediler herhalde.