'Erdoğan'ın garip ruh halinin nedeni cumhurbaşkanlığı hazırlığı mı?'

'Erdoğan'ın garip ruh halinin nedeni cumhurbaşkanlığı hazırlığı mı?'

Murat Belge (Taraf, 1 Haziran 2012)

 

Ne getiri ne götürür

 

Başbakan’ın garip ve anlaşılması zor bir ruh hâli içinde olduğu sanırım gerçekten çok sayıda insanın dikkatini çekiyor, çünkü pek çok kişi bu konuda bir şeyler yazıyor ve her bulunduğum yerde bu konu konuşuluyor. Durumun siyasî yorumunu yapanların yanı sıra çeşitli “psikiyatrik” açıklamalar sunanlar da eksik değil.

Öyle ya da böyle, yaklaşan “Cumhurbaşkanı kim olacak?” noktasının bu davranışlarda önemli bir payı olması ihtimali yüksek herhalde. Başbakan, “herkesin başbakanı” olacağına dair teminat vermişti, bir konuşmasında. Bu söz yerine gelmedi. Böyle bir öfkeyle konuşmaktan kaçınmayan birinin bunu yerine getirmesi de zaten beklenemezdi. Cumhurbaşkanlığı, başbakanlığa göre, çok daha “herkesin” olunması gereken bir yer. Onun için, bütün bu şiddet ve celâlin bir cumhurbaşkanlığı hazırlığı sürecinde sergilenmesi iyiden iyiye şaşırtıcı.

“Başbakan, niye öyle yapıyor” sorusu üstüne yorumların çokluğundan ve çeşitliliğinden söz ederek başladım. Bu davranışların etkisi üstüne de yorumlar çok ve çeşitli. Bunlar iktidardaki partiye bir şeyler kazandırıyor mu, kaybettiriyor mu? Bunların ikisinin de olmakta olduğunu savunanlar var. Bence her ikisi de geçerli, ikisi de oluyor. Ama neyin kazanıldığı, neyin ise kaybedildiği önemli.

Örneğin şu dönemin “kahraman”larından İçişleri Bakanı’nın özgün üslûbuyla yaptığı konuşmaların bir şeyler kazandırdığı şimdiden görüldü (Başbakan’ın aynı doğrultuda konuşmaları da kazandırıyor olmalı, ama siyasî rekabetten dolayı bu öbürü gibi vurgulanmıyor): örneğin Devlet Bahçeli açık açık konuştu ve takdirlerini gizli tutmak gereğini duymadı. Hasan Celâl Güzel’in de pek memnun kaldığı anlaşılıyor.

Kazanılmak istenen bu muydu? Muhtemelen buydu. Ne zamandır, Başbakan’ın MHP oylarına göz diktiği konuşuluyor ve başta Kürt sorunu üstüne söyledikleri olmak üzere birçok davranışı buna yoruluyor. Durum buysa “maksat hâsıl oluyor” denebilir. Tabii siz birini kazanmak istiyorsanız, durduğunuz yerde kazık gibi durup “Gel bana! Gel bana!” demezsiniz; kimse o şahsiyet, siz de ona doğru birkaç adım atarsınız yoksa niye gelsin size? Bu “kazanma taktiği”nin kaç adım atmayı gerektireceği de duruma göre değişir. Başbakan ve yakınları (yani İçişleri Bakanı gibiler) bu adımları atıyorlar.

Peki, şimdiye kadar AKP’yi desteklemiş, ona oy vermiş, onun için çalışmış vb. bir yığın insan var; bunlar hepsi atılan bu adımlardan memnun mu? “Çok iyi oluyor. Haydi, biz de bu gidişe katılalım” diyorlar mı?

Durumun pek öyle olmadığı anlaşılıyor. Bildiri imzalayarak, yazı yazarak hoşnutsuzluğunu deklare edenler oldu ve belli ki olacak, ama böyle kamuya yansımayan bir düzeyde ve biçimde bu tavırlardan ciddi bir biçimde tedirgin olanların da varlığını, örneğin tanışıklığım olan bazı kamuoyu yoklama kurumlarından biliyorum.

Bu gibi “kazanç”ların ve “kayıp”ların niceliksel muhasebesi ne gösterir? Bunu bilemem. Kazanılan niceliklerin kaybedilen niceliklerden fazla olmayacağını tahmin edebiliyorum ama anacak tahmin edebiliyorum. Gelgelelim, bunun basit bir nicelik hesabı olmadığını görebiliyor ve düşünebiliyorum. “On kişi gitti, yirmi kişi geldi” diye içinden çıkılacak bir konu değil. Nicelik değil, nitelik önemli, uzun vadede. Giden kim, hangi niteliklere sahip, gelen kim, o neyi temsil ediyor? Kısa vadede nicelik önemli görünebilir, önemli olabilir de. Uzun vadede belirleyici olacak, “nitelik”tir.

Başbakan’ın bunu cömertçe harcadığını görüyorum. Taktik gereği mi böyle yapıyor, yoksa ruhunun derinliklerini mi konuşturmaya başladı, bilemem. Üslûbu, bunun pek öyle “takınılmış” bir tavır olmadığını gösteriyor.

Demek ki, bilerek ve isteyerek...