Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan Ömer Dinçer, MHP ve AKP'nin uzlaşıya vardıkları anayasa değişikliği metniyle ilgil olarak "Uzun zamandan beri demokrasi mücadelesi veren Türkiye, AK Parti iktidarlarında oldukça önemli gelişmelere imza attı. Ancak vesayeti tam anlamıyla ortadan kaldı- racak ve demokratik istikrarı sağlayacak bir Anayasa’yı yapmadığı müddetçe 15 Temmuz gibi birçok müdahaleye maruz kalmaya devam eder. Demokrasiyi genişletmek ve derinleştirmek yetmiyor, aynı zamanda pekiştirmek de gerekiyor" dedi.
Ömer Dinçer'in "Anayasa değişikliği ne getirecek?" başlığıyla yayımlanan (5 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Geçtiğimiz hafta içinde, Sayın Başbakan kamuoyuna “MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli ile Anayasa’da yapılacak değişiklik üzerinde anlaştıklarını”duyurdu. Meclis’te de Anayasa değişikliği teklifi için imzalar toplanıyor. Ancak hâlâ milletvekilleri dahil, değişikliğin mahiyeti hakkında hiç kimse bilgi sahibi değil.
Ancak yapılan konuşmalardan yeni bir Anayasa değil, mevcut Anayasa’da bazı değişiklikler yapılacağı anlaşılıyor. MHP’nin verdiği destek sadece mevcut Anayasa’ya başkanlık sistemini ekleyecek değişiklikler için kullanılırsa, maalesef önemli bir fırsat kaçırılmış olacak.
Gerçekte Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir Anayasa’dır. İdeolojisi olmayan, insan hak ve özgürlüklerini esas alan ve sivil iradeyi güçlendiren bir Anayasa’ya acilen ihtiyaç var. Narcis Serra’nın verdiği bilgiye göre “1974 ile 1999 tarihleri arasında 85 otoriter rejim çöktü, bunlardan sadece 30’u istikrarlı demokrasiler olarak yollarına devam ediyor; 34’ünde yeni otoriter rejim kuruldu ve geri kalan 21’i ise sahte demokrasilerden ya da savaş lordlarının eline düşen ülkelerden oluşuyor”.
Uzun zamandan beri demokrasi mücadelesi veren Türkiye, AK Parti iktidarlarında oldukça önemli gelişmelere imza attı. Ancak vesayeti tam anlamıyla ortadan kaldı- racak ve demokratik istikrarı sağlayacak bir Anayasa’yı yapmadığı müddetçe 15 Temmuz gibi birçok müdahaleye maruz kalmaya devam eder. Demokrasiyi genişletmek ve derinleştirmek yetmiyor, aynı zamanda pekiştirmek (konsolide etmek) de gerekiyor.
Temel yaklaşım Başbakanlık makamının kaldırıldığı, bakanların Meclis dışından atandığı ve seçilen Cumhurbaşkanı’nın parti üyeliğinin devamını sağlayan bir düzenleme yapmak ise var olan fiili duruma hukuki bir çerçeve kazandırmaktan ibaret kalır. Öyleyse bugün yaşanan sorunların önemli bir kısmı da müzminleşecek demektir. Üstelik mevcut yapı ve süreçleri aynen koruyarak başkanlığı ilave etmek, anayasal erkler arasında şimdiden kestirilemeyen yetki çatışmalarına veya ikiliklere neden olabilir.
Var olan yapıda bile anayasal güçler arasında “kuvvetler ayrılığı” tam sağlanamıyor. Bugün sayısal çoğunluğa sahip parti hem yürütmeye hem yasamaya hükmediyor. Bilindiği gibi başkanlık sisteminin özü, tıpkı yasamada olduğu gibi yürütmeyi de halkın denetlemesidir. Bu durumda yasama ile yürütme arasındaki ilişkileri yeniden tanzim etmek gerekmez mi?
Parti üyeliği devam eden başkan parti toplantılarına katılmak isterse, parti genel başkanının durumu ne olacak? Başkanının parti genel başkanlığı da devam ederse, kamu ile özel alanı ayırmak ve dolasıyla yasamaya dolaylı müdahaleleri önlemek mümkün olabilir mi?
Özetle, yasama ve yürütme arasında güç, yetki ve sorumlulukların makul bir şekilde dağıtılması, yargı bağımsızlığı gözetilmesi önemli bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Yani, iradenin sınırını çizen güç ile o iradeyi kullanacak olan güç arasındaki ilişki olabildiğince bağımsız hale gelmezse sorunlar yaşanmaya devam edilir.
Bu güçlerin birbirine üstünlük sağlamasını engelleyecek “denetim ve denge sistemi” yeniden tanımlanmalıdır. Ayrıca bürokrasinin yasama ile konumu gözden geçirilmelidir. Mevcut yapıda bürokrasi dolaylı olarak hem yürütmeyi hem de yasamayı yönlendirecek bir güce sahip. Meclis çok büyük oranda bürokrasinin talebine cevap veren bir pozisyonda çalışıyor. Bir milletvekilinin çok önemli gördüğü bir kanun teklifi ancak bürokrasinin oluruyla ve nadiren bir tasarıya eklemlenerek çıkarılabiliyor. Yürütme Meclis’in dışına alınınca yasamanın kanun yapabilirliği nasıl artırılacak?
Yargı ile diğer güçler arasındaki ilişkilerin tanzimi, Başbakanlık’ın olmadığı yürütme yapısının örgütlenmesi, yerel yönetimler ile merkezi idare arasındaki yetki paylaşımı, maalesef anayasal bir kurum olarak varlığını koruyan YÖK’ün durumu ve daha pek çok sorun alanı var. Doğrusu kafamda pek çok soru var. Değişikliğin kapsamı ve içeriği hakkında bilgimiz olmadığı için spekülasyon yapmak doğru olmayacak.