Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan ve daha sonra Milli Eğitim ile Çalışma bakanlıkları görevini üstlenen Ömer Dinçer, Habertürk'te "İbni Haldun’dan yönetim dersleri" başlığıyla yayımlanan yazısında tarihçi İbn Haldun'dan alıntılar yaptı. Dinçer'in alıntıları arasında "Galebe ve üstünlüğü kuvvet ve kudretiyle elde etmiş olan asabiyet bozulmuş, hakir düşürülmüş, devlet adamlarının kalpleri de kırılmış, hastalanmış, kalpler sultana düşman kesilmiştir" ifadesi de yer aldı.
Ibn Haldun Üniversitesi'nin açılış töreninde konuşan Erdoğan, şunları söylemişti:
"Kimi şarkiyatçıların şimdiye kadar hiçbir ülkede, hiçbir insanın Mukaddime gibi bir eser çıkarmamıştır diye tabir ettikleri İbn Haldun'un eserleri hak ettiği değeri görememiştir. En basitinden Auguste Comte gibi sorunlu şahısların fikirleri kabul görürken, İbn Haldun'u adeta mahkûm edilmiştir."
Ömer Dinçer'in bugün (5 Haziran 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Geçen yıl ramazan ayı münasebetiyle günlük telaşlardan ve güncel sorunlardan bir lahza uzaklaşıp Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (SAV) hadis-i şeriflerinden ve Hz. Ali’nin (RA) Emirname’sinden bölümler aktarmıştım.
Bu yıl da bilgi ve hikmet sahiplerinden “yönetim dersleri” çıkarmaya çalışacağım.
İlk olarak, son günlerde ismini sıkça duyduğumuz büyük bilgin İbni Haldun’un Mukaddime’sinden seçmeler yaptım. Zakir Kadiri Ugan’ın tercümesinden aktarıyorum.
- Devlet ihtiyari olarak kurulmaz, varlık ve onun düzen ve tertibi için bir zaruret olarak kurulur. Şeriatleri ve dinleri yaymak, umumu onu kabule çağırmak için asabiyet adıyla anılan ve cemiyet, kuvvet, kudret sahiplerinin bir düşünce etrafında toplanmaları ve çalışmalarıyla olur.
- Devletin ilk devresinde devletin başında bulunan kimse ululuk göstermek, vergi ve para toplamak, devletin sınırlarını korumak hususlarında kavmi için örnek teşkil eder. Onların fikir ve oylarını almadan tek başına bir şey yapmaz. Çünkü bu şekilde hareket etmek galebe ve üstünlüğü temin etmiş olan asabiyetin icabıdır.
- Devletin ikinci devresinde hükümdar, kavmini boyunduruğu altına alarak devleti kendi başına, onları karıştırmadan idare etmeye başlar ve devletin idaresini paylaşmaktan, ortaklaşmaktan uzaklaşır.
- Hükümdar bunların kuvvetini kırarak devlet idaresinden uzaklaştırmak için kendi neslinden olmayan yardımcılar aramaya mecbur olur. Bu yabancı kuvvetlerle onlara galebe çalar, bu yabancıları memuriyetlere tayin eder.
- Bu hal devletin tabiatının bozukluğunu ve tedavisi kabil olmayan hastalığa tutulduğunu bildirir. Çünkü galebe ve üstünlüğü kuvvet ve kudretiyle elde etmiş olan asabiyet bozulmuş, hakir düşürülmüş, devlet adamlarının kalpleri de kırılmış, hastalanmış, kalpler sultana düşman kesilmiştir.
- Umumun boyun eğeceği kesin ve riayeti vacip siyasi kanunlara başvurmak icap eder; bütün halkın boyun eğeceği hüküm ve kanunlar konulur. Devlet bu gibi bir siyaset takip etmediği takdirde, o devlette düzenlik husule gelmez, hâkimiyeti yerleşmez ve o devlet yıkılır. Bu ise yüce Tanrı’nın bundan önce geçip giden kavimlere tatbik ettiği kanundur.
- Güzel ahlak ve özellikler, devletçiliğin dalları olup devletin yapısını tamamlar. Güzel ahlak gibi özellikler hesaba katılmazsa, devletin vücut yapısı, azaları kesilmiş olan bir tene veyahut insanlar arasında çırılçıplak gezen bir kimseye benzer.
- Devlet türlü devreler ve zamanın geçmesiyle yenilenen türlü haller geçirir. O devleti idare edenlerin huyları, o devrelerin hallerine göre değişir, bir devredeki hal ve ahlakları diğer devrelerdeki hal ve ahlaklarına benzemez.
- Bolluk ve nimetler içine dalmak devletler için tabii bir halettir. Nimetler ve servet çoğalmakla birtakım alışkanlıklar da artar, itiyatların artmasıyla masraflar da çoğalır, aylıkları ve bağışları artırmak mecburiyeti hasıl olur. Masraflar çoğaldığı için gelirler masrafları kapatmaz.
- Üstelik nimetlere ve lezzetlere dalma, kalp ve nefislerde her çeşit kötülük, zayıflık ve fütur yarattığı için ahlak ve karakterleri bozulur. Devletin bir dayanağı olan hayır ve meziyetleri kaybederler. Bunun tersi olan kötü huylarla huylanırlar. Bu hal Tanrı’nın kulları için koyduğu gerileme ve yıkılma kanunu icabıdır.
- Hükümdarlık (iktidar), şerefli ve bütün dünyevi fayda ve menfaatleri, tenin isteklerini ve nefsin lezzetlerini içinde toplayan yüksek bir yer ve derecedir.
- Devlet ve hükümet ilk kuruluş çağında yabancı bir kuvvet gibi olup halk ona alışmamış olduğu için ahalinin o hükümete boyun eğmesi zor olur. Ahali ona ancak kuvvetinden dolayı boyun eğer. Çünkü halk henüz onun idaresine alışmamış, ona itaati âdet etmemiştir.
- (Zamanla hâkimiyet arttıkça) Hükümdarlık o sülaleden gelenlerin tabii olan hak ve hukuku şeklini alır ve onlara boyun eğmenin dini bir ödev olduğu bir inan ve inanç haline gelir.
- Bu inan hasıl olduktan sonra kuvvetli bir asabiyete muhtaç olmazlar, bu sülaleye itaat artık Tanrı’nın kitabına inanmak, uymak gibi değişmez bir inanç halini alır.
- Devlet kurarak hükümdarlığı elde ettikten sonra, (sonra gelen) hükümdarlar zorluklara katlanmayı bırakarak rahatlık ve sükûnet içine dalmayı ihtiyar ederler. Büyük yapılar ve saraylar yapmaya ve güzel giyimler giymeye başlarlar, böylece onlar devlet ve onun servetinin meyvelerinden faydalanırlar, kurdukları saraylarına sular akıtırlar, bahçeler ve havuzlar vücuda getirirler. Bu suretle dünya rahatlarına dalarlar, rahatlığı zahmet ve meşakkatlere tercih ederler. İktidarları dahilinde giyimlerinin incelik ve nefisliğine, yemeklerinin güzelliğine, tabak, çanak ve yataklarının hoşluğuna önem verirler. Bunlara alışırlar, nesilleri, oğul ve torunları ata ve babalarından bunları tevarüs ederler, Tanrı bunların hâkimiyet ve devletlerinin sona ermesini ve yıkılmasını takdir edinceye kadar onlar bu yaşayışlarına devam ederler.