Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan ve daha sonra Milli Eğitim ile Çalışma bakanlıkları görevini üstlenen Ömer Dinçer Orta Vadeli Programı (OVP) yorumladı. Dinçer, "Bazı hedeflerin gerçekşemesi zor" dedi.
Dinçer'in HaberTürk'te "OVP’nin satır araları ne söylüyor?" başlığıyla (9 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Geçtiğimiz hafta hükümet Orta Vadeli Program’ı açıkladı. Eğitim konularının gündemde ağırlık kazanması nedeniyle yazma fırsatı bulamadım. Bugün OVP’nin amaçları ve araçlarını birlikte değerlendirmeye çalışacağım.
OVP’nin temel amaçları şu şekilde sıralanmış:
- Cari açığı artırmadan istikrarlı, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyüme patikası oluşturmak,
- İstihdamı artırmak,
- Makroekonomik istikrarı ve mali disiplini koruyarak enflasyonu aşağı çekmek.
Bu amaçla program döneminde, yurtiçi tasarruflar artırılacak, özel yatırımlar ve ihracat kaynaklı büyüme sağlanacak, sanayide yapısal dönüşüm hızlandırılacak, teknoloji ve verimlilik düzeyini artırarak uluslararası piyasalarda daha rekabetçi olunacak.
2017-2020 yılları arasında yıllık yüzde 5.5 büyüme öngörülüyor.
Bu öngörü, milli gelirin ESA 2010 standartlarına uygun hesaplanmaya başlanmasından sonra, büyüme potansiyelinin 0.5 puan arttığını gösteriyor.
Halbuki milli gelir revizyonundan sonra yüksek büyüme hızına ulaşmak daha da zorlaştı. Çünkü milli gelir miktarı arttıkça, aynı miktar büyüme daha düşük orana karşılık gelecek.
Bu büyüme oranına özel tüketim, yatırım ve ihracattaki reel artışlar yoluyla ulaşılması hedeflenmiş. Bu hedef gerçekte doğru bir tercihtir.
Son yıllarda özel sektör yatırımı neredeyse yok denecek kadar azdı. İhracat toplam faktör verimliliğinin ve kapasite kullanım oranının yükselmesi (yüzde 79) nedeniyle artıyordu. Şimdi bu alanın sınırına gelinmiş görünüyor, dolayısıyla özel sektörün yatırım yapma ihtiyacı doğdu.
Ancak özel sektör yatırımı kesin olarak güven ortamı arar.
Kamu ihalelerinde tarafsız ve adil olmak, adaleti ve yargı sistemini tartışılır olmaktan çıkarmak, bürokratik engelleri ve önyargıları kaldırmak, özel sektör yatırımları için teşvik uygulamalarından önce gelir.
Program bu konularda herhangi bir tedbir öngörmediği gibi, yapısal reformlar için somut hedefler koymuyor. Gerçekte YOİK (Yatırım Ortamını İyileştirme Kurulu), bankacılık dışı finans sektörünün geliştirilmesi, çalışma hayatının esnekliğinin artırılması, kıdem tazminatı fonu gibi bazı yapısal reformların yapılması, orta vadede olumlu sonuç verirken, kısa vadede beklentileri olumlu yönde etkileyecektir.
Diğer yandan, büyüme hedefi için kamu açığının düşürülmesi amacıyla kamunun sabit sermaye yatırımında reel olarak hızlı bir düşüş öngörülmüş. Öyle ki programın son yılı olan 2020’de kamu sabit sermayesinde reel olarak yüzde 1.8’lik azalma hedefleniyor.
Bu yaklaşım son yıllardaki trendin aksine bir durum. Çünkü son 3 yıldır neredeyse sadece kamu harcamalarıyla büyüme gerçekleşti. Ayrıca önümüzdeki yıllarda olabilecek yurtiçi ve yurtdışı gelişmeler düşünüldüğünde, kamu harcamalarının bu kadar azaltılması doğru bir varsayım gibi görünmüyor.
Dönem boyunca, büyümenin temel dinamiği olan ihracatın reel olarak yüzde 5.8, ithalatın ise reel olarak yüzde 4.7 artması bekleniyor. İhracattaki artış makul görülse bile, ithalattaki düşüş gerçekçi değil.
Üstelik, bu tahminler reel olarak değerlenen bir kura rağmen yapılmış. Zira dönem boyunca ortalama kurun yüzde 3 artması öngörülüyor. Dönem boyunca ortalama enflasyonun iyimser bir tahminle yüzde 6 olacağı düşünüldüğünde, TL dolar karşısında değer kazanacaktır. Ve bu durumda ithalat ihracattan daha hızlı artacaktır.
Büyüme hedeflerinin gerçekleşmesi için gereken mali kaynak temininde sorunlar var. Gerçi dış sermaye akışı gelişmekte olan ülkeler yönüne kayıyor. 2017 yılında, Türkiye’ye yaklaşık 10.5 milyar dolar dış sermaye geldi. Bu, olumlu bir gelişme olmakla birlikte yeterli olmaz. Yerli sermaye çıkışını da önlemek gerek.
Ayrıca ulusal tasarrufların artırılması yönünde düşünülen tedbirler çok sınırlı. Yurtiçi tasarruf çokça tekrar edilmesine rağmen, somut stratejilerden bahsedilmemiş. Yıllardır sonuç alınamayan, birikimlerin uzun vadeli finansal araçlara yönlendirilmesine ve altın olarak tutulan tasarrufların finansal sisteme çekilmesinin daha cazip hale getirilmesine ilişkin düzenlemeler yapılacağı tekrarlanıyor.
Bütün bunlar göz önüne alındığında, dönem boyunca azalacağı ve 2020’de milli gelirin yüzde 3.9’una düşeceği varsayılan cari açık hedeflerinin gerçekleşmesi çok zor.
Sonuç olarak, yüzde 5.5 büyüme gerçekleştirilebilir bir hedef gibi görünüyor. Ancak bu, hükümetin kararlarıyla doğrudan kontrol edemeyeceği özel sektör motivasyonuna bağlı. Ayrıca gerçekleşmesi halinde diğer varsayım ve dengelerin kâğıt üstünde kalma ihtimali yükseliyor.
Bugün maalesef enflasyon ve faiz, istihdam ve işsizlik konularına değinme fırsatım olamadı.