"Erdoğan’ın 'Medya yer vermese mi?' cümlesi çözüm değil; kadın hakları için erkekler de sesini yükseltmeli"

"Erdoğan’ın 'Medya yer vermese mi?' cümlesi çözüm değil; kadın hakları için erkekler de sesini yükseltmeli"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'da bir babanın iki çocuğunu öldürerek intihar etmesi üzerine yaptığı açıklamada kadın cinayetlerine yönelik olarak “Medya yer vermese mi?” sözlerini değerlendiren Hürriyet yazarı Murat Yetkin, bu cümlenin çözüm olmadığını söyledi. Yetkin, "Kadın hakları için erkekler de sesini yükseltmeli" ifadesini kullandı.

Yetkin'in "Kadın hakları için erkekler de sesini yükseltmeli" başlığıyla (6 Ocak 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Vicdan dediğiniz aslında bir bilinç düzeyidir. Vicdanın da, bilincinde cinsiyeti olmaz. Bir şey vicdanınıza sığmıyorsa, onu aslında aklınız da almıyor demektir.

Şahir olduğunuz insanlık acıları vicdanınıza dokunmuyorsa, bencil önceliklerinizi aşamıyorsa, sorun en başta sizde demektir.

Vidanınız Dilek Yardım’a sızlamadı mı örneğin. İstanbul’da Maltepe de kendisini gözyaşları içinde musalla taşında duran iki minik yavrusunun, 4 yaşındaki Elif ve 2 yaşındaki Hira’nın tabutuna sarılıp ağlarken gördüğünüzde ne düşündünüz?

İki yavru, daha sonar aynı av tüfeğiyle kendisini de öldüren babaları Ali Yardım tarafından katledilmişti. Dilek’in Ali’den duyduğu son cümle, telefondaki “Çocuklarını öldürdüm, gel de al” cümlesi olmuştu. O gün, Dilek’in şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanma davası açtığı Ali’nin çocuklarını polis kontrolünde görüş günüydü.

Bazılarımız artık kullanmamamız gereken bir ifadeyle “Cinnet geçiren koca…” diye verdi haberi.

Dilek cenazede kendisini sakinleştirmek isteyen yakınlarına, ebeveynine öfkeyle bağırdı: “Bu ecel değil!” diye. “Polise gittim. Hepinize yalvardım. Hepinizin kapısına gittim. Hiç biriniz sahip çıkmadınız. Kimse bana yaklaşmasın.”

Katil Ali Yardım’ın erkek kardeşi Ekrem Yardım öyle bakmıyordu olaya: “Bir baba o hale nasıl gelebilir. Anne sebebiyet vermiş ki olmuş. (..)Ondan sonra kadın cinayetleri oluyor. Devlete rica ediyorum. Biraz da erkekleri düşünsün.”

İşte beni de bu tür sözler çileden çıkacak duruma getiriyor. Devlet biraz da erkekleri düşünecekmiş. Devlet de, mahkemeler de zaten erkeklerin üstünlük iddiasını sürdürmekten başka ne düşünüyor ki? Son zamanlarda değişen yasalalar, bir az da medyada vicdan, sorunluluk sahibi editörlerin eşlerini, kızlarını, kız kardeşlerini, annelerini öldürenleri “Töre cinayeti”, ya da “Namus cinayeti” adı altında hafifletmeye çalışmasıyla biraz olsun durum farklılaşıyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Medya yer vermese mi?” cümlesi çözüm değil. Medyada bu işi abartan meslektaşlarımız hala var ama biz yazmasak bu cinayetler eskiden olduğu gibi sıradan vakalar olarak kalacak, kimsenin ruhu duymadan katillerin, tecavüzcülerin “Namus belası” diyerek ellerini yıkayıp sıyrılmasıyla sonuçlanacaktı.

Devlet de yargı da zaten fazlasıyla düşünüyor erkekleri.

Geçenlerde Hürriyet’te Ayşe Arman çok acı ama Türkiye’deki durumu gayet iyi anlatan bir ifade kullandı “Bıyıklı adalet” diye.

Arman 2012’de Isparta’nın bir köyünde işlenen bir cinayetin davasına atıfta bulunuyordu. Uzun zamandır köydeki pek çok erkeğin fakir ve savunmasız durumunu istismar ederek kendisine tecavüz ettiğini söyleyen Nevin Yıldırım, sonunda evine girip kendisine tecavüz eden Nurettin Gideri’i öldürmekle kalmamış, başını keserek köy kahvesinde oturan erkeklerin önüne atmıştı. Vahşi bir cinayetti, savunulacak yanı yoktu ama böyle acımasız bir geçmişe dayanıyordu.

Arman, boynuna kravat takan neredeyse her cani iyi hal indiriminden yararlanırken, Nevin Yıldırım’ın ömür boyu hapse çarptırılırken meşru savuma indiriminden yararlandırılmamasını eleştiriyordu; işte buna “Bıyıklı adalet” diyordu, ben de ona katılıyorum.

Türkiye’de 2017 yılında 409 kadın aile içi şiddet sonucu öldürüldü. Bu sorun sadece Türkiye’ye de özgü değil. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre dünya çapında cinayete kurban giden kadınların yarısı eski ya da mevcut eşleri, akrabaları, yakınları tarafından öldürülüyor; erkeklerde bu oran yalnızca yüzde 6. Aile içi şiddet sadece Doğu toplumlarında yok; AB üyesi ülkelerde aile içi şiddet ortalaması yüzde 35; ortalaması diyorum, yüzde ellinin üzerine çıkan ülkeler var.

Cinsiyet eşitliği sorunu yalnızca şiddet ve şiddet davalarına yaklaşımda kendisini göstermiyor ki…

Geçenlerde pop şarkıcısı Hadise Açıkgöz’ün son video klipi üzerine bir tartışma çıktı biliyorsunuz. Klipte bir erkek model ile yatak sahnesinde görülen Hadise bu yüzden bazıları tarafından “Erotik klip” çekmekle suçlandı. Ama Hadise altında kalmadı, #AhlaksızlıkSizinKafanızda ibaresiyle, erkek sanatçıların kadın modellerle çektiği kliplere hiç de “erotik” damgası vurulmadığını söyledi. “Bu cinsiyet ayrımcılığıdır” diyerek “Erkektir yapar, kadındır susar” zihniyetine karşı duracağını açıkladı. İyi yaptı.

Yine geçenlerde Posta gazetesi “Kadının yeri” diye müthiş bir manşetle çıktı. Türkiye İhracatçılar Meclisi yönetimin Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ile çektirdiği bir “Aile fotoğrafıydı” bu. Ama “ailedeki” tek kadın üyenin yalnızca saçının kenarı görünüyordu, diğer “Başkanlar” onu ikinci sıraya itmişlerdi.

Toplumsal cinsiyet eşitliği, ister devlet daireleri ister özel sektör olsun, çalışma hayatında da sorun. Burada “kadın çalışan” sayısının artırılmasından yana olanlara bir soru daha sorulması gerekiyor: Yönetici konumda, karar alma süreçlerinde kadınların yeri nedir? Asıl ölçü bu olmalı.

Daha fazla uzatıp, istatistiklerle sabrınızı daha fazla zorlamak istemiyorum, ne demek istediğim sanırım açık.

Gerek aile içi şiddet, gerek toplumsal cinsiyet eşitliği konularını gündeme getirmek, gündemde tutmak yalnızca kadınların, kadın kuruluşlarının işi olmamalı.

Gerek hükümet, gerek özel sektör görevinde yetki kullanan vicdan ve bilinç sahibi erkeklere ve evet, medyada bizlere de büyük sorumluluk düşüyor.

Birleşmiş Milletlerin “HeForShe” (KadınİçinErkek diye çevirebiliriz) girişimine benzer girişimlerin yaygınlaşması gerekiyor.

Vicdan ve sorumluluk sahibi erkeklerin, kadın hakları için, toplumsal cinsiyet eşitliği için seslerini daha da yükseltmesinin, “Yanındayım” diyebilmesinin zamanı geldi de geçiyor.