Çeviri: Gonca Tokyol
Geçen ay gerçekleştirilen referandum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için bir zafer getirmiş, kendisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için geniş yetkileri kutsamış olabilir ancak sonuçlar destekçilerinin beklediğinden çok daha yakındı ve bu da büyük ölçüde Türkiye’deki muhafazakarlar arasındaki artan hoşnutsuzluktan kaynaklanıyor.
Erdoğan, 14 yıldan fazla süredir muhafazakarların desteğine güvendi ancak devlet yönetimdeki otoriter tarzı ve pragmatik dış politikası, Türkiye’nin İslamcılarının bir kısmını ona karşı konumlandırıyor.
“AKP artık alçakgönüllü bir parti değil. Herhangi bir eleştiri duyamıyorum, ne kendi üyelerinden ne de diğerlerinden” diyen AKP’nin 2001’deki 74 kurucusundan biri olan ve aynı zamanda da 2007 yılında ayrılana kadar Erdoğan’ın altında başbakan yardımcılığı görevini yürüten Abdüllatif Şener, şöyle devam ediyor:
“Hala partinin içinde olan muhaliflerin, eleştirilerini yöneltecek güçleri yok. Çoğu kendilerini susturuyorlar. Çünkü, Erdoğan’ı eleştirmeleri halinde bir sonraki gün hedef haline geleceklerini biliyorlar.”
Şener gibi muhalifler AKP sıralarından ayrılırken, kalanlar ise arka plana çekildi. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve geçen yıl Erdoğan tarafından istifaya zorlandığı iddia edilen eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, partiden toptan ayrılmadı ancak Erdoğan’ın politikalarına yönelik tereddütleri onların büyük oranda gözden düşmelerine sebep oldu.
“AKP, İslamcıları, daha az politize olmuş muhafazakarları ve hatta ekonomik getirilerden yararlanan geleneksel merkezcileri bir araya getiren, geniş bir şemsiye partisi” diyen Türkiye’nin İslami hareketleri hakkında uzman olan Mustafa Akyol, şunları devam ediyor: “Bununla birlikte, son dört beş yılda parti içerisinde, Erdoğan’ın etrafında bir kişi kültü oluşturuldu.”
Erdoğan’ın Machiavellici yöntemlerinin iç ve dış gündemlerle ilgili olarak İslamcılarla arasında anlaşmazlık yarattığını ifade eden Akyol, son seçimlerde % 4’ten küçük bir dilimle ifade edilseler de, Nisan’da kazanılan zaferde sonuçların arasındaki farkın azlığının farklı görüşlere sahip muhafazakarların Türkiye’de önemli bir demografik haline gelebileceğini gösterdiğini söyledi.
Farklı görüşlere sahip İslami hareketler arasında Saadet Partisi de bulunuyor. Aşırı muhafazakarları bünyesinde barındıran Saadet Parisi, bazı açılardan AKP’nin selefi olarak görülse de, partinin yönetimi Nisan’daki anayasa değişikliklerine karşı aktif bir şekilde kampanya yürüttü. Saadet’in geleneksel İslamcılar arasındaki küçük ancak etkili seçmen kitlesinin bazı beklenmedik yerlerde ‘Hayır’ oylarına yardımcı olduğunu kaydeden Akyol, bu bölgelere Erdoğan’ın yaşadığı ve seçmenlerin % 53.3’ünün anayasa değişikliklerini reddettiği İstanbul’un Üsküdar bölgesinin de dahil olduğunu aktardı.
Saadet Partisi, artan sayıdaki Erdoğan karşıtı muhafazakar fraksiyonun sadece bir yüzünü temsil ediyor. AKP’nin bir diğer kurucusu olan Fatma Bostan Ünal, geçen yıl Kürt meselesindeki görüşleri sebebiyle partiden atıldı. “Dindar insanlar için hükümet politikalarını eleştirmek normal olmalı” diyen Ünsal, şimdi ise durumun böyle olmadığını belirterek şu yorumda bulunuyor: “Ama şimdi, eğer hükümeti eleştiriyorsanız, bu saçma bir şeye, ihtilafa dönüşüyor.”
Partinin ilk günlerinde kendisinin ve diğer İslamcıların önceliğinin, milyonlarca kadını kamusal alandan dışlayan başörtü kısıtlamalarını kaldırmak olduğunu söyleyen Ünsal, aradan geçen 10 yıldan fazla zamanda Erdoğan ve AKP’nin başörtü gibi yasaklarla uğraşmak yerine gücü gücü konsolide etmekle daha fazla ilgilendiğini fark ettiğini ifade ediyor:
“Kapalı toplantılarda birçok konuyu gündeme getirdim. Başörtü takan kadınları aday göstermemiz gerektiğini söyledim. Partideki ben ve yaklaşık 150 kadın, eğer bu yapılmazsa halka açık bir hareket başlatmak tehdidinde bulunduk.”
Karşılığında, Erdoğan muhalifleri başörtü konusunu kötüye kullanmakla suçladı. Ünsal, bu çıkışın ardından parti toplantılarına katılmaya devam ettiğini ancak sesimi yükseltmediğini söylüyor. AKP, 2013 yılına kadar başörtülü bir kadına adaylık için şans vermedi. Türkiye Meclisi’nde konuşma yapan ilk başörtülü vekil, 2014 yılında AKP sıralarındaydı.
Ünsal ve binden fazla akademisyen, geçen yıl Ocak ayında, Kürt sorununu çözümü için ateşkes çağrısında bulunan bir imza kampanyasına destek verdikleri için Erdoğan tarafından ‘hainler’ olarak nitelendirildi. İşini kaybeden 145.000 kamu çalışanından biri olan akademisyen Ünsal’ın pasaportu iptal edildi ve imza kampanyasına katılımı PKK’ya destek iddiasıyla terör suçlamalarına kaynak olarak kullanılabilir. Ankara’nın geçen yıl gerçekleştirilen darbe girişiminin sorumlusu olduğunu söylediği Fethullah Gülen’le bağlantısı bulunan bir bankadan kredi kartı da alan Ünsal, bu hareketle bağlantılı olduğu iddiasıyla da gözaltına alınabileceğinden korkuyor.
Erdoğan’ın dış politika hamleleri de Ünsal ve diğer muhaliflerin beklentileriyle uyuşmadı. ABD’nin 2003’teki Irak işgalini desteklenmesi ya da Mavi Marmara olayından sonra İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi konularında Erdoğan, temel İslami görüşlerden ayrıldı ve bunun yerine politik olarak çıkarcı bir yol izledi.
Gazze’ye ulaşmak için Mavi Marmara girişimini düzenleyen Türkiye’nin en büyük insani yardım kuruluşu olan İHH, 9 kişinin ölümüne sebep olan baskınla ilgili olarak zaman zaman eylem çağrısında bulunuyor ancak Türkiye ve uluslararası mahkemelerde İsrail’e karşı açılan davaları devam ettirmeye yönelik denemeleri AKP tarafından bastırıldı. Geçen ay, Erdoğan’ın en çok bilinen destekçilerinden köşe yazarı Cem Küçük, AKP’nin ‘radikal İslamcılarla ve Mavi Marmara’daki manyak tiplerle’ yolunu ayırması gerektiğini ifade etti. İslamcılar arasında öfkeye sebep olan bu yorumların ardından kendisini tartmak zorunda kalan Erdoğan, kendisi ve çalışanları dışında kimsenin makamı adına konuşamayacağını söyledi.
Partinin kurucuları şimdilik fırtınayı atlatmayı başarmış olsalar da, diğer İslami sivil toplum kuruluşları için durum öyle olmadı. Türkiye’nin en çok bilinen insan hakları gözlem gruplarından biri olan Mazlumder, 1991’de İslamcılar tarafından kuruldu ve 10 yıldan fazla bir süre boyunca devletin muhafazakarlara yönelik ayrımcı uygulamalarını belgelemeye odaklandı. Bir noktada, kurumun yöneticileri Erdoğan’ın da 1999’da cezaevine gönderilmesinin sebebine benzer şekilde Türkiye’nin seküler yapısını yıkmaya çalışmak suçlandı. 50’den fazla eski Mazlumder üyesi, AKP’nin yönetici kadrolarında görev aldı.
O dönemlerde muhafazakar insan hakları aktivistleri için odağın laik ordu tarafından domine edilen devlet bürokrasisi olduğunu söyleyen Diyarbakır Mazlumder Başkanı Reha Ruhavioğlu, “Bugün ise AKP içindeki eski muhafazakarlar Mazlumder’i hedef alıyor” diye konuştu.
Mazlumder de Saadet Partisi gibi Suriye’deki muhaliflerin silahlandırılmasına karşı çıkıyor. 2013 yılındaki Gezi Parkı protestolarında polisin göstericileri dağıtırken orantısız güç kullandığına dair raporlar yayınladılar ancak Ruhavioğlu’na göre iplerin asıl kopma noktası Kürt meselesi:
“AKP’yi destekleyen meslektaşlarımızla Suriye savaşı ve Gezi konusunda bazı problemler yaşadık ancak bu ayrılıklar Kürt sorunu hakkındaki raporlarımızla birlikte derinleşti.”
Ruhavioğlu, 2016 yılında hükümet güçlerinin 78 gün süren sokağa çıkma yasağını kaldırmasının ardından Güneydoğu Anadolu’daki Cizre’ye giden delegasyonun içerisindeydi. AKP ve muhalif partilerden yetkililerle buluştular ve yerli halkla görüşmeler gerçekleştirdiler ve sonuç olarak bölgede çoğu sivil 290 kişinin öldürüldüğü tespitinde bulundular. İstanbul’daki AKP destekçisi meslektaşlarıyla yapılan haftalar süren tartışmalardan sonra Ruhavioğlu, hükümet ile Kürt isyancılar arasında dengeli bir eleştiri olduğuna inandığı taslağın yayınlanması için onay almayı başardı.
Günler sonra Ruhavioğlu, ulusal televizyonda Erdoğan’ın raporuna yönelik sert eleştirilerini ve Mazlumder’i AKP karşıtlığı yapan seküler gruplarla aynı kategoride değerlendirmesini izledi. Erdoğan, Polis Teşkilat’ının kuruluş yıl dönümü için katıldığı etkinlikte, “Siz kimsiniz de bu raporu yayınlıyorsunuz. Ya baş eğeceksiniz ya baş vereceksiniz” dedi. Yaşananların ardından ulusal bir televizyon kanalı röportaj için kendisini aradığında Ruhavioğlu konuşmaya karar verdi:
“Normalde basına konuşmam ama Cumhurbaşkanı’nın söylediği şey yüzünden canlı yayına katıldım. Onlara, kafamızı kesebileceğini ama bizi itaat etmeye zorlayamayacağını söyledim.
Raporun içeriği arkada bırakıldı ve asıl konu, raporun arkasında kimlerin ismi olduğu haline geldi. İşler hızlı bir şekilde çığırından çıkıyordu. Yukarıdan gelen sert bir politik iklim vardı ve aniden 26 yıldır kullanılan prensipler, çatışmanın iki tarafı için de sorumlulukların üzerinde durulması gereği unutulmuştu.”
Mart ayında, Mazlumder de kendisine yönelik bir darbeyle karşı karşıya kaldı. Kurumun yönetimine mahkeme tarafından 2013 yılına kadar Meclis’te AKP milletvekili olarak görev yapan bir kişi kayyım atandı. Kurumun doğu illerindeki 16 şubesinin tamamı kapatıldı ve Erdoğan’ı eleştirmekle suçlanan binlerce üye Mazlumder’den atıldı.
Kaynak: Los Angeles Times/Umar Farooq