“Hilmi Paşa zor bir dönemde görev yaptı. AKP’nin büyük oy farkıyla kazandığı iktidarı toplumun bir kesimi için korku ve kaygı yüklüydü. Bu kesim AKP’nın bildiğimiz, temelleri Atatürk tarafından konmuş rejimi, kendi ‘Milli Görüş’ denen din temelli anlayışlarına uyduracağını düşünüyordu. Dikkatler de TSK’ya çevrilmişti. ‘Asker ne yapacak?’ diyenler çoktu. İşte o dönemde Özkök’e, Erdoğan kendinden yaşlı büyüğe saygı gösterdi. Ağabey dediği de oldu. Ama hiçbir zaman ‘Hocam’ demedi.” Radikal yazarı Mehmet Ali Kışlalı’nın yazısı… Hilmi Özkök yaklaşımıSonunda istenen oldu... Döneminde kimi komutanın, uygulamalarından memnun olunmayan AKP iktidarına karşı darbe hazırlığı yaptığı, ama kendisinin bunları engellediği söylenen eski Genelkurmay Başkanlarından Hilmi Özkök de Ergenekon savcılarına bilgi verdi. Dört yıllık görev süresinde, yakından tanıma olanağı bulduğum Hilmi Paşa ile emekliye ayrıldıktan sonra da, Ankara’ya geldiğinde uzun sohbetler yapmışımdır. Ama ne görevi sırasında, ne de emekliliğinde, daha ziyade dedikodu olarak kamuya yansımış konular üzerinde durmadık. Beni Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bu tür söylentiler ve onlarla ilgili oluşumlar oldum olası ilgilendirmemiştir. Ama ilgilendiğim hususlar, TSK liderlerininkiyle temelde bir olmakla birlikte, üslupta farklı olan, disipline dayalı düşünce sistemleri ve onları uygulama anlayışlarıdır. Onun için Hilmi Paşa’nın şimdi güncel konulara yansıyan düşüncelerinin ne olabileceği hakkında, sağlıklı bilgilere sahip olduğumu düşündüğümden, yazımı ‘Hilmi Özkök yaklaşımı’ başlığı altında topladım. 27 Mayıs sonrası Genelkurmay Başkanları’nı, Cemal Tural ve Memduh Tağmaç hariç, oldukça yakından tanımakla ortak noktalarını saptama olanağına da sahip olduğumu düşünüyorum. Bu noktaların başında: o mevkiye gelinceye kadar ne kadar çok denetlemeden ve seçimden üstün notlar alarak geldiklerinin altını çizmek gerekiyor. Eğitim ve inanç temelleri ortak olan bu komutanlar sadece üslupları ve ‘Anayasal rejimiyle ülkeyi koruma ve kollama’ görevleriyle ilgili nüansa dayalı yaklaşımlarıyla, birbirinden ayrılıyorlar. Şimdi geriye baktığımda, bunlardan birçoğunun görev yaptığı dönemin koşullarına göre de farklı sayılacak yaklaşımlar sergilediğini görüyorum. Hilmi Paşa zor bir dönemde görev yaptı. AKP’nin büyük oy farkıyla kazandığı iktidarı toplumun bir kesimi için korku ve kaygı yüklüydü. Bu kesim AKP’nın bildiğimiz, temelleri Atatürk tarafından konmuş rejimi, kendi ‘Milli Görüş’ denen din temelli anlayışlarına uyduracağını düşünüyordu. Dikkatler de TSK’ya çevrilmişti. ‘Asker ne yapacak?’ diyenler çoktu. İşte o dönemde Özkök’e, Erdoğan kendinden yaşlı büyüğe saygı gösterdi. Ağabey dediği de oldu. Ama hiçbir zaman ‘Hocam’ demedi. Özkök iktidarla aralarında beliren, TSK inanç ve yaklaşımına uygun düşmediğini düşündükleri konularda, imam-hatiplerle ilgili biri hariç, düzeltme sağladığını söyler. Çözüm ararken çeşitli yöntem kullanmıştır. Gerektiğinde kendisi Başbakan’a gidip kapalı kapılar ardında ‘her şeyi’ konuşmuş, gerektiğinde 2. Başkanı’na açıklama yaptırmıştır. Siyasetçilerin askerden korkmadığını düşünür, ama “Onları halka şikâyet edeceğimizden, böylece oy kaybedeceklerinden çekinirler” der. Zamanı geldiğinde Erdoğan ile çok açık konuşmalar yaptığını, TSK’nın neleri ‘tolere edebileceğini, neleri tolere edemeyeceğini’ anlattığını söyler. ‘Aslında, siyasetçi güçlüdür. Elindeki yasaları kullanabilir. İstediği tayinleri yapar. Ama TSK’nın geleneklerine ve kurallarına uygun davranırlar’ düşüncesindedir. Hilmi Özkök, TSK’ya anayasayla verilmiş görevlerin ve bu rejimin korunması gereken hususlarının neler olduğu hakkında açık seçik fikirleri vardır. Örneğin o dönemde AKP iktidarında ‘Yeşil Sermaye’nin iktidar desteğiyle çok büyümesinin tehdit yarattığı, “Aldı başını gidiyor” dendiğinde, “Bu bizim işimiz değil” dediği bilinir. Anayasal rejimin hangi noktalarının TSK için ‘kırmızı çizgiler’ oluşturduğunu çeşitli konuşmasında açıkladığı gibi, Erdoğan ile konuşmalarında da ifade etmiştir. Şimdi geride kalan gazetecilik gözlemlerimi toparlayıp Hilmi Paşa ile ilgili bir ‘yaklaşım değerlendirmesi’ yaptığımda, bu kadar yıl sonra şimdi ‘Ergenekon tahkikâtı’ çerçevesinde verdiği öğrenilen sekiz saatlik ifadesinde, görevi sırasındaki yaklaşımından farklı davranmış olamayacağını düşünüyorum.